Serap Durusoy
İhtiyati önlemlere devam
Geçen hafta TCMB’den ekim ayı faiz kararı geldi. MB 10 toplantıdan 8’inde faizi 14’te sabit tutma yönünde karar alırken, son 2 toplantıda ise düşürme yönünde aldığı kararla eylül ayında 12’ye indirmişti.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın faizin yıl sonunda tek haneye ineceği yönündeki açıklamasının ardından, aşamalı olarak indirimlere devam edileceğine ilişkin beklenti nedeniyle piyasalar 100 baz puanı zaten fiyatlamıştı. Fakat kur şoku ile cari fazla yaratmanın uzun vadede enflasyonu önleyeceği şeklinde benimsenen model çerçevesinde büyüme için düşük faizi öncelikleyen politikaya dayanılarak beklentilerin üzerinde 150 baz puan bir faiz indirimi gerçekleşti ve önümüzdeki ay da böyle bir adım atılacağı vurgulandı.
Üstelik TÜSİAD’ın ardından MÜSAİD gibi iş dünyasını temsil eden sivil toplum kuruluşlarının faiz politikasına yönelik serzenişlerine rağmen.
Aslında MÜSİAD reel sektörün faiz konuşmaktan yorulduğunu, faizin tek seferde yüzde 9’a indirilerek belirsizlik ortamının kalkması gerektiği değerlendirmesinde bulunmuştu.
Faizin beklendiği yönde 100 baz puan değil de 150 baz puan indirilmesinde MÜSİAD’ın mı etkili olduğu, yoksa kasım ayında da 150 baz puan indirilerek aralıktaki baz etkisi nedeniyle (tabii ki kur kontrol edilebilirse) azalma beklentisi olan enflasyonda faiz düşüşünün, ne denli olumlu sonuç verdiğini söyleyebilmek için mi yapıldığı sorularını akla getiriyor.
Öte yandan her faiz indirimi mevduat sahiplerini ve reel kesimi savunmasız bir hale getiriyor. Çünkü yüksek enflasyona bağlı olarak yani enflasyon düşmeden politika faizinin indirilmesi politika faizi ile piyasa faizi arasındaki makasın genişlemesine ve bu da kredi aktarım mekanizmasında kopuşa yol açıyor.
MB politika faizini indiriyor görünmesine rağmen kredi faizlerini sıkılaştıran bir politika izliyor.
Mevduat faizi ve kredi faizi için tavan belirlenmesi ve bu tavanın da politika faizine bağlanması nedeniyle bankalar kredi vermekte zorlanıyor.
Her ne kadar kredi ve politika faizi makasını azaltmak ve firmaların krediye erişimini kolaylaştırmak için teminat değişiklikleri ve menkul kıymet tesisi gibi değişikliklere gidilse de buradaki amacın daha çok liralaşmayı beslemek olduğu söylenebilir.
Ayrıca düşük faizli kredi her sektör için de söz konusu değil. Bu nedenle işletmelerin kredi bulması güçleşiyor ve işletmelerin kendi varlıklarını kullanmaları isteniyor. Bunu yapamayan işletmeler ise artan işletme giderleri ve maliyetleri karşılayamama nedeni ile kapanma süreci yaşıyor.
Nitekim Türkiye Odalar Borsalar Birliği verilerine göre 2022’nin ilk 9 ayında, 2021’in ilk 9 ayına göre kapanan şirket sayısında yüzde 62,7, kapanan kooperatif sayısında yüzde 24,9, kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 4,6 artış olduğu görülmekte. Bir önceki aya göre kapanan şirket sayısında ise yüzde 16,0, kapanan kooperatif sayısında yüzde 11,3 artış olup kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 0,6 azalış söz konusu.
Hal böyle iken reel kesim güven endeksinin bu ayki sınırlı bir yükselişinin (99,9’dan 100,3 seviyesine gelmesinin) kurdaki hareketsizlikle ilişkili olduğu söylenebilir.
Ayrıca bu yükselişe rağmen imalat sanayisinde kapasite kullanım oranının aylık 0,5 azalarak 76,9 olması ve mevsimsel etkiden arındırılmış kapasite kullanım oranının ise 0,7 puan azalarak 76,6 seviyesine gelmesi de göz ardı edilemez bir gerçeklik.
MB’nin ekim ayı faiz kararının ardından BDDK’dan da kredi piyasasını sıkılaştıracak yeni bir makro ihtiyati önlem daha geldi.
Yeni kararla, kredi kullanabilecek şirketler için daha önce 15 milyon TL olan yabancı para pozisyonu sınırı 10 milyon TL’ye indirildi. Daha önce “nakit pozisyonu aktif toplamı ya da 1 yıllık net satış hasılatından büyük olanın yüzde 10’unu geçen” şirketlere uygulanan kredi sınırlaması ise yüzde 5 olarak güncellendi. Böylece nakdi veya dövizi bulunan şirketlere kredi aktarımının sınırlanması yönündeki uygulamaları destekleyen yeni bir adım daha atılmış oldu. Bu yeni kısıtlamalar 1 Kasım itibariyle geçerli olacak.
Ancak düşük faiz politikasına eşlik eden ve piyasaları baskılamak için kredi büyümesinin hızını kesmeye ilişkin yapılan bu regülasyonların, bir süre sonra siyasi iradenin önceliğini oluşturan büyümeyi de olumsuz etkileme olasılığı yüksek.
Yani enflasyona yönelik olmayıp liralaşmaya ilişkin olarak Merkez Bankası ve BDDK tarafından yapılan düzenlemeler enflasyonu yukarı yönlü baskılayan ancak büyümeyi ise azaltan bir etki yaratacak. Çünkü büyümenin ve arzın ana itici unsuru kredi olduğu için kredilere yönelik getirilen bu makro ihtiyati önlemler her ne kadar üreticiyi döviz satışına yöneltme amacı ile yapılsa da bu düzenlemeler üreticinin krediye daha az ihtiyaç duyabilmek için üretim azaltımına gitme olasılığını da artırıyor.
Bu durum doğal olarak enflasyonu da besleyen bir ortam doğuracaktır.
Nitekim kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye ekonomisine ilişkin düzenlediği webinar’da Türkiye’de enflasyonun hızlı şekilde gerilemeyeceğini ve büyümenin yavaşlayacağını öngördü. Türkiye’de kredi büyümesinin makro ihtiyati önlemlerin alınması nedeniyle muhtemelen zayıflayacağını belirtti.
Tüm bunlar göz önüne alındığında cari fazla verilecek diye çıkılan yolun çıkmaz bir yol olduğunu, her geçen gün doğrulayan yeni gelişmelere tanıklık edildiği söylenebilir.