Boray Acar
Hamdolsun, Çam Ağacına Düşman Nesiller Yetiştirdik!
Türkiye tarihinin her döneminde hâkim güç, karşıtlarını ötekileştirdi ve hiçe saydı. Bu karşı olma hâli ses yükseltmeye, itiraz etmeye, meydanları doldurmaya evrildiğinde ise tüm baskı araçları “karşıtları sindirmek için” kullanıldı. AKP iktidarı, ilk on yılında bu ezberi bozmaya yönelik işler yaptı. Konjonktürel ekonomik refah dönemi, kapsayıcı bir politik liberasyon ile birleşince AKP tarihte görülmemiş bir toplum desteği ile iktidarını tahkim etti. Bu havanın sürekli olmayacağının, olamayacağının farkında olan bilinçli azınlık dışında herkes hâlinden memnundu. Kitleler içinde en memnun olanı da neredeyse ilk defa temsil edildiğini gören ve özgüvenle kendini ifade etme imkânı bulan İslamcı muhafazakârlar idi.
Tabii o dönemde iktidar nezdinde bir İslamcı muhafazakâr ile bir eşcinsel eşit haklara sahipti. Kimse cinsel yöneliminden, etnik kimliğinden, siyasi aidiyetinden, hülasa mahallesinden ötürü ayrıştırılmıyordu. Rüzgâr arkalarından estiği için Batı’ya sevimli görünmeyi sağlayacak tüm politikalar koşulsuz benimseniyordu. Ancak; Gezi olayları, bu kapsayıcı iktidar pratiği için kırılma noktası oldu. Gezi olayları sonrasında demokrasiden giderek uzaklaşan AKP iktidarı aslına rücu etti, muhafazakâr damarları kabardı, milliyetçi çizgi ile barıştı. Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldığını söyleyen irade, farklı olmanın her türüne tahammülsüz hâle geldi. O bilinçli azınlık dışında, müktesebatı itibariyle ayrışmasına rağmen konjonktürel pratiğe aldanarak iktidara güvenip destekleyen, hatta halkı da bu yönde telkin eden unsurlar da neyin ne olduğunu anladılar. Ama artık çok geçti.
“Artık çok geçti” derken ülke adına geri dönülmez bir yola girildiğini falan kastetmiyorum. Tamam, rejim değişti, denetim ve denge mekanizmaları yok edildi, kurumsal değerler fazlasıyla yıpratıldı ama kafalarındaki toplumsal dönüşümü de gerçekleştiremediler. Hatta samimi muhafazakârları bile karşılarına aldıkları bir iklim yarattılar ve son yerel seçimlerde de görüldüğü üzere günden güne eriyorlar. Dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek istediklerini söylediler, iktidardan güç alan azgın ve kindar potansiyeli açığa çıkardılar. Bırakın dindar olmayı, bir nesli dini değerleri sorgulamaya ittiler, dinden soğuttular. Siyasallaşmış İslam anlayışının nasıl bir devlet yönetim modeli olacağını bizzat yaşatarak öğrettiler.
Ve yarattıkları kindar neslin mensupları, memleketin dört bir yanındaki ağaç ve doğa katliamlarına ses etmezken, memleketin dört bir yanındaki yılbaşı ağaçlarına saldırmaya başladı. Dini, manevi, hatta kültürel bir anlamı olmayan ama çocuğunun, gencinin, yaşlısının, yılın bitimiyle özdeş küçük mutluluklarını çok gördüler. Halihazırda inanç tekelinin dışına taşan, dayatılmayan, görsel zenginlikten ve şovdan öte anlamı olmayan bir ritüeli şeytanlaştırmaya çalışıyorlar. Sağlıklı düşünebilme yetisini henüz kazanamamış bir çocuğun mutluluğuna vesile olan süslenmiş çam ağacından tahrik olan bu nesli bu iktidar yaratmadıysa da cesaretlendirdi.
Yaşananların müsebbibi; “milli, manevi ve kültürel değerlerimizle bağdaşmadığı” gerekçesiyle okullarda yılbaşı kutlanmasını yasaklayan Milli Eğitim anlayışıdır. Yaşananların müsebbibi, bu gerici zihniyetin önünü açan ve dur demeyen iktidardır. Yaşananların müsebbibi, küçük mutlulukları dahi topluma çok gören bu zihniyet ile mücadelede yetersiz kalan muhalefettir. Yaşananların müsebbibi, baskılara boyun eğen, teslim olan sivil toplumdur. Yaşananların müsebbibi, bu topraklarda mayalanmış, Bektaşi kültürünün zenginliği ile yoğurulmuş, insanı ve aklı temel alan Anadolu İslamı’nın yerine Arap İslamı’nı koymaya çalışan “Siyasal İslamcı” anlayıştır.
Bu anlayış ki, en büyük zararı Anadolu İslamı’na vermiştir. Milli piyango heyecanı da yaşanan, namaz da kılınan, yılbaşı programları da izlenen, bunun yanında dua edilen, niyaz edilen, şükür edilen çatıların altında olanlardır bizim milli, manevi ve kültürel değerlerimiz. Eğitim başta olmak üzere tüm temel politikalardaki başarısızlığın nedenlerinin başlıcası işte bu gerçek değerlerle hesaplaşmaya girilmesi ve bünyemizin kabul etmeyeceği, geleneksel kodlarımızda olmayan katı bir dogmatizmin topluma dayatılmaya çalışılmasıdır. Böyle böyle bir nesle ülkeyi dar ettik, imkânı olanları kaçırdık, kalanları kendi ekosisteminde yaşamaya hapsettik. Ancak; tünelin ucunda ışık görünüyor, bir nesil daha kaybetmeye hiç niyetimiz yok…