Serap Durusoy
Etkin mücadele var mı?
Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında küresel gıda fiyatları sert bir şekilde yükseliş göstermiş ve FAO gıda enflasyonunun küresel bir niteliğe büründüğünü açıklamıştı. Gıda ticaretinde en yüksek işlem hacmine sahip ürünlerin fiyatlarının, aylık olarak takibi ile oluşturulan endeksin üç yılın zirvesine ulaştığı belirtilmişti. Bu yükseliş küresel çapta ülkelerdeki enflasyonun artışa geçmesindeki önemli bir neden olarak görülmüştü. Fakat mart ayında zirveye ulaşan küresel gıda fiyatları dört aydır düşüş gösteriyor. Nitekim FAO dünya gıda fiyatları endeksinin haziranda 154,2 iken temmuzda 140,9’a gerilediğini açıkladı. Tahıl fiyat endeksinin ise temmuzda haziran ayına göre yüzde 11,5 düşüş gösterdiği ve bu dönemde endekste temsil edilen tüm tahılların uluslararası fiyatlarının düştüğü belirtildi.
Fiyatlardaki düşüşte, Karadeniz tahıl girişimi ile Ukrayna’nın tahıl ihracatının önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik anlaşmanın hayata geçirilmesi ve Kuzey Yarım Küre’deki hasat mevsiminin etkisinin büyük olduğu vurgulanıyor. Örgüt, buğday fiyatlarının aylık bazda yüzde 14,5 gerilediğini duyurdu. Ayrıca bitkisel yağ fiyat endeksinin temmuzda aylık yüzde 19,2 gerileyerek 171,1, şeker fiyat endeksinin 112,8, süt ürünleri fiyat endeksinin, hazirana göre yüzde 2,5 azalarak 146,4 ve et fiyat endeksinin de ithalat talebinin zayıflamasıyla aylık bazda yüzde 0,5 gerileyerek 124 puana düştüğünü belirtti.
Küresel ölçekteki bu fiyat azalışı göz önüne alındığında ülkemizde karar alıcıların her fırsatta enflasyonun küresel bir sorun olduğunu vurgulamasına rağmen temmuz ayında gıda ürünlerinde yıllık enflasyon yüzde 94 ile OECD ülkeleri arasındaki en yüksek seviyeye ulaştı. Aslında Sayın Cumhurbaşkanı’nın Eylül 2021’de “5 zincir marketin topladığı ürünle piyasalar alt üst oluyor” açıklamasından yola çıkılarak gıdadaki oluşan fahiş fiyatların önüne geçebilmek için market timleri devreye sokulmuştu. Şubat ayında enflasyonun beklentilerin üzerinde gelmesi ile Sayın Nebati tarafından Türkiye Yeni Ekonomi Modeli, yeni adımlar ve enflasyon tedbirleri açıklanmıştı. 4 ayaklı olan bu paket içerisinde gıda tarafında Birlikten Berekete Mobil uygulaması, temel gıdada KDV’nin yüzde 8’den yüzde 1’e indirilmesi ve fahiş fiyat ve enflasyon timlerinin marketleri denetleme kararı yer almıştı. Enflasyon timleri enflasyonla mücadele için gerçekleştirilen uygulamaların raflara yansıyıp yansımadığını kontrol etmek için oluşturulmuştu. Ancak gıda enflasyonunda aylardır görülen artış sadece kurun baskılanması ya da market etiketlerinin denetlenmesi ile önlenemeyeceğini ortaya koydu. Buna rağmen geçen hafta Tarım Kredi Kooperatif marketlerinde indirime gidileceğini belirten Sayın Cumhurbaşkanı “Böylece piyasaları daha da rahatlatacağız. Bazı zincir marketler de kendilerini buna göre ayarlayacak” açıklamasında bulundu ve et dahil yaklaşık 40 çeşit gıda ürünün indirimli satışlarının bu hafta pazartesi günü gerçekleşeceğini açıkladı.
Görüldüğü üzere kontrol altına alınamayan enflasyon karar alıcılar tarafından denetimle baskılanmaya çalışılıyor. Pazartesi gününden beri basına yansıdığı kadarıyla bu uygulamadan arzu edilen bir indirimin gerçekleşmediği kamuoyuyla paylaşılıyor. Zaten girdi maliyetlerine yönelik herhangi bir düzenleme yapılmadan talimatla 1500 tarım kredi kooperatifinden fiyatları indirmesini ve zararına satış yapmasını beklemek doğru bir yaklaşım değil. Nitekim tarımda üretici enflasyonunun temmuzda bir önceki aya göre yüzde 5 artarak geçen yılın aynı ayına göre yüzde 157,89 yükselişi ile endekste kırılan yeni rekor da bunu doğrulamakta. Ayrıca her ne kadar temmuz ayında piyasa beklentisine yakın bir resmi enflasyon rakamı açıklanmış olsa da yaz döneminde olmamıza rağmen aslında oldukça yüksek bir enflasyon rakamı geldi. Yani enflasyonun beklentilere yakın gelmesi onu masumlaştırmıyor. İstikrarlı ve sağlam bir ekonomi için enflasyonun düşük olması gerekirken hâlâ karar alıcılar tarafından yüksek enflasyon pahasına cari fazla yaratma umuduyla çıkılan yolun çıkmaz bir yol olduğu kabul edilmiyor ve mevcut politikada devam etme ısrarı sürüyor.
Bu ısrarın bir yansıması olan KKM’nin bütçeye maliyetinin 60,6 milyar TL’ye çıkması ve üstelik TCMB tarafından dövizden dönen hesaplara ödenen tutarın ve vazgeçilen vergi yükünün bu rakamın içerisinde yer almaması vahametin boyutunu gözler önüne seriyor.
Ekonominin makro kırılganlığını ortaya koyan bir başka gösterge ise haziran ayı cari açık verisi oldu. Her ne kadar enerji dışı cari dengede bir miktar iyileşme olduğu açıklansa da haziran ayında cari açık 3,5 milyar dolara yaklaşırken yıllık bazda 32 milyar doları aştı. Kayıtlı sermaye girişinin olmadığı ve doğrudan yatırım çekecek bir makroekonomi politikası izlenmemesine rağmen net hata noksanın 17,5 milyar dolara ulaşması da bir diğer önemli başlığı oluşturuyor.
Bu bağlamda tüm bu verilerle birlikte enflasyonu azaltma noktasından sürekli olarak uzaklaşılan ve uzun vadede sürdürülebilirliği olmayan iktisat politikasından vazgeçilmediği sürece önümüzdeki günlerde kredi derecelendirme kuruluşlarının not düşüşlerine daha çok tanık olacağız.
Bunun için dış finansman ihtiyacı yüksek olan ülkemiz açısından bu notların önemini ve düşürülme nedenlerini göz ardı etmemek gerekiyor.