Serap Durusoy
Ekonomik kriz isani krize dönüştü
Ekonomik kriz, ekonomik yapıyı oluşturan çeşitli mekanizmaların işlerliğini kaybetmesiyle ortaya çıkan durumu ifade eder. Elbette ki krizlerin nedeni içsel dinamikler olduğu kadar dış dinamiklerle de ilişkili olabilir. Öyle ki kapitalizmin ülkeleri organik bir bütün haline getirmesi krizlerin ülkeler arasında hızla yayılmasında etken bir rol oynamakta.
Ekonomik kriz, krizin oluştuğu piyasalara göre reel sektör krizi ve finansal kriz olarak sınıflandırılır. Reel sektör krizi mal (enflasyon krizi, durgunluk krizi) ve hizmet piyasasında görülen krizler olarak ayrılırken finansal kriz ise bankacılık krizi, dış borç krizi, borsa krizi para ve döviz krizi (ödemeler dengesi krizi ve döviz kuru krizi) olarak karşımıza çıkabilir.
Bu sınıflandırma bağlamında değerlendirildiğinde Türkiye’nin birçok kriz türünü içerisinde barındıran bir ekonomik süreçten geçtiği görülmekle birlikte enflasyon kronik bir sorun olarak karşımıza çıkmakta. Uzun bir süre varlığı dahi kabul edilmeyen enflasyon sorunu şimdilerde ekonomi kurmaylarının konuşmalarında başat hale geldi. Gerek Sayın Cumhurbaşkanı gerekse Hazine ve Maliye Bakanı, TCMB Başkanı ve Ekonomi Koordinasyon Kurulu Başkanı yaptığı açıklamalarda birincil önceliğin enflasyon olduğu ve enflasyonla mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceğini vurguluyor. Her ne kadar fiyat istikrarını sağlamak TCMB’nin sorumluluğunda olsa da hiç şüphesiz para ve maliye politikasının etkin olarak kullanımı ve yapısal reformların hayata geçirilmesi bu mücadelenin başarısı açısından önem taşıyor. Bu bağlamda gerek orta vadeli programda gerekse Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nun son yaptığı toplantıda, para ve maliye politikasının eş güdümüne ilişkin vurgu yapılmakla birlikte maliye politikasının daha çok gelir ayağının çalıştığı, gidere ilişkin sıkılaşma konusunda aynı ısrarın olmadığı görülüyor. Yakın dönemde yapılacak yerel seçimler de göz önüne alındığında bu sıkılaşmanın olamayacağı zaten bilinen bir gerçeklik. Bir de Sayın Şimşek’in bu hafta Plan ve Bütçe Komisyonu’nda vergi düzenlemelerinden bahsetmesi ek vergiler geliyor endişesini daha da artırdı. Eğer daha çok vergi ve yanlış büyüme setinde (cari fazla yaratma hayalinde) devam edilirse sorun yumağının büyüyeceğini tahmin etmek güç değil.
Hal böyle iken ülke içerisinde herkes TCMB’nin bugünkü 4. Enflasyon Raporuna kilitlendi. Bir yandan “enflasyon tahmininde bir değişikliğe gidilecek mi” sorusunun yanıtı merakla beklenirken diğer yandan enflasyonun genel görünümüne göre yeni faiz artışları gelecek mi sorusu da gündemi meşgul ediyor. Şüphesiz TCMB’nin bundan sonraki süreçte de siyasi baskılar ve seçim takviminden bağımsız karar vermesi gerekiyor. Her ne kadar TCBM’den Cumhurbaşkanı’nın desteğini alıyoruz yönünde açıklamalar gelse de Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki görüşü kamuoyu tarafından zaten biliniyor. Bunun için de TCMB’nin kredibilitesini artıracak şekilde yapacağı iletişim ve sözlü yönlendirme oldukça önemli. Zaten şu ana kadar TCMB’nin iletişim konusunda çok da başarılı olduğunu söylemek güç. Çünkü iletişim, çoğu basın önünde olmayan bazı toplantılarla gerçekleştirmeye çalışıyor. Öte yandan yurt dışından beklenen yabancı sermaye için de TCMB’nin kredibilitesinin etkisi göz ardı edilemez. Her ne kadar TCMB’den enflasyonla mücadele yönünde dört yıl aradan sonra pozitif bir politika faizi gerçekleşse de kasım ayındaki aksiyonu oldukça önemli. MB kasımda politika faizinde bir artışa gitmese dahi söylemini değiştirmemesi gerekiyor. Öte yandan politika faizindeki artışa eşlik eden makro ihtiyati tedbirler ve regülasyonlara ilişkin sadeleşme adımları da oldukça yavaş atılıyor. Üstelik yerel seçimler nedeniyle sıkı para politikasına ara verilebileceği hatta tarih tekerrürden ibarettir yaklaşımıyla arka arkaya faiz artışına giden önceki başkanın yaşadığı sonun gerçekleşme ihtimali yönündeki beklentinin dış yatırımcı kadar iç yatırımcıyı da endişelendirdiği muhakkak.
Mevcut ekonomik koşullardan etkilenen ve endişeleri her geçen gün artan önemli bir diğer kesimi de hane halkları ve ücretliler oluşturuyor. Enflasyonun yan etkisi olarak görülen yoksullaşmanın gün geçtikçe artması ekonomik krizi insani krize dönüşüyor. Nitekim TÜRK-İŞ Araştırması’nın 2023 Ekim ayı sonucuna göre; Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 13.684 TL’ye, gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 44.573,3 TL’ye ve bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 17.803,3 TL’ye yükselmesi vahim tabloyu ortaya koyuyor. Bu bağlamda değerlendirildiğinde emekli, asgari ücretli ve asgari ücretin altında ücret alan yaklaşık 20 milyon insanın açlık sınırının altındaki gelirle yaşamak zorunda kalması gelir dağılımı adaletsizliğini daha da görünür kılıyor.