Edebiyatımızda Cibali ve Emeğin İzi

Fabrikalardan atılan işçiler, grev yaparak haklarını arayan, seslerini duyurmaya çalışan emekçiler. Asgari ücretin ne olacağı tartışmaları sürerken her gün artan fiyatlar karşısında eriyen maaşlar, yoksullaşan koca bir toplum. İstanbul Planlama Ajansı’nın son verilerine göre İstanbul’da dört kişilik bir ailenin yaşam maliyeti 75.717 liraya çıktı. Biz asgari ücreti tartışaduralım İstanbul’da yaşamak neredeyse imkânsız hale geldi. İşte bugün bu yoksulluğun izini bir fabrika hikâyesinden yola çıkarak edebiyatımızda arayacağız.

evlerden-biri-orhan-kemal.jpg

Bu yolculukta Mahmut Yesari’nin 1927 yılında kaleme aldığı ‘Çulluk’ ve 1966’da Orhan Kemal’in yazdığı ‘Evlerden Biri’ romanı bize eşlik edecek. Cibali’ye gideceğiz. Hem 1884 yılında kurulan Cibali Tütün Fabrikası’nın hikâyesini okuyacağız hem de edebiyatın izinde işçilerin yaşamlarını anlamaya çalışacağız. Orhan Kemal bize Cibali’yi, insanlarını anlatacak. Yazarın 1954 yılından 1966 yılına kadar Cibali’de yaşadığını ve ‘Evlerden Biri’, Sokakların Çocuğu, Üç Kağıtçı, Bir Filiz Vardı romanlarını Cibali’de yaşadığı evde kaleme aldığını hatırlatalım. Ayrıca Suat Derviş’in Cumhuriyet Gazetesi’nde 1936 yılında yayımlanan ‘Acı Bir Anket: Veremlilerle Konuştum’ röportaj dizisinde tütün fabrikasında çalışan, sanatoryuma yatırılmasına rağmen et, süt, yumurta yiyemediği için bir türlü iyileşemeyen Adile’yle olan röportajını da aktarmaya çalışacağım.

fabrika-ici-001.jpg

CİBALİ TÜTÜN FABRİKASININ HİKAYESİ

Osmanlı emek tarihi çalışmaları içinde önemli bir yere sahip olan Cibali Tütün Fabrikası hem üretim kapasitesi hem de işçi grevleriyle öne çıkan fabrikalardan biri. Yapılan çalışmalar fabrikanın üretim kapasitesine, işçilerin çalışma koşullarına, iş dağılımına, fabrikanın mimari özelliklerine, kadın ve erkek işçilere, iş paylaşımının nasıl yapıldığı, kadın ve erkeklerin hangi işlerde görevlendirildiği gibi pek çok ayrıntıya ışık tutuyor.[1] Özellikle kadınların emek tarihi içinde görünür kılınmasında Cibali Tütün Rejisi üzerine yapılan araştırmaların önemli bir payı var. Fabrika bugün Kadir Has Üniversitesi olarak kullanılıyor ve binada Rezzan Has Müzesi’nde Cibali Tütün Fabrikası’na ayrılan bölümde emeğin tarihini işçi fotoğraflarıyla görüyoruz. Fabrikanın tarihçesine girecek olursak; 1854’te Kırım Savaşı’nın ardından alınan ilk dış borçla Osmanlı borcunu borçla ödemeye başlar. 1881 yılında Osmanlı’nın gelir kaynaklarının kontrolü için Düyun-ı Umumiye İdaresi kurulur. 1884’te de tütün ekimi, alımı, satımı, ihracatını kontrol altına almak amaçlanır ve Fransızlar tarafından Tütün Rejisi oluşturulur. Aynı yıl reji, tütünü işlemek için Cibali Tütün Fabrikası’nı kurar. Tarihçi Gülhan Balşoy’un çalışmasına göre 1900’lerden itibaren sigara üretmeye başlayan fabrika kısa sürede günde 12.000 kilo sigara üretme kapasitesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli fabrikalarından biri haline gelir.

fabrika-icileri-001.jpeg

Cibali Tütün Rejisi’nin Osmanlı tütün üretiminde bir tekel oluşturduğunu söyleyebiliriz. Rejinin tütün üzerindeki kontrolü ve tütün kaçakçıları Mahmut Yesari’nin Çulluk romanında Cibali Tütün Fabrikası’nda çalışan, kovulduktan sonra köyüne dönen Murat’ın hikâyesiyle anlatılır. Murat köylülerin tütün kaçakçılığına tanık olur. 42 yıl süren Reji İdaresi boyunca kaçakçı, kolcu ve zabıtadan ölenlerinin sayısının 20 bin kadar olduğu tahmin ediliyor. Hatta “Çökertmeden çıktım da Halil’im…” diye bilinen Ege türküsü bunun hikâyesidir. Tekelleşme konusunda yine bir başka yazarın satırlarını hatırlayalım. Mithat Cemal Kuntay’ın 1938 yılında kaleme aldığı ‘Üç İstanbul’ eseri. Kuntay diyor ki “İstanbul’da üç şapka vardır: Reji’deki Rambert’in, Düyun-ı Umumiye’ci Berje’nin, Şimendiferci Hügnen’in kafasında duran üç serpuş! Bu üç şapka, bu üç kafadan bazan kaldırıma iner, bazan bulutlara fırlar; şimdi iki elde bir topaç olur, durur. Osmanlı İmparatorluğu denilen bu uşak odasını bu üç şapka idare eder.”[2]

mahmut-yesari-culluk.jpg

Edebiyatın gerçek hayatla sıkı sıkıya bağlı olması gerektiğini düşünen Mahmut Yesari’nin Çulluk romanı edebiyat tarihinde işçileri ve onların yaşamlarını konu edinen ilk romanlardan biri olarak kabul edilir. Tütün fabrikasında çalışan Münevver, Behire, Şumnulu Hacer, kavgacı Sarı Emine, Sabire, Halet, Hikmet ve diğerleri… Fabrikanın sofalarından merdivenlerine, avlusundan odalarına kadar her tarafı kaplayan tütün tozu içinde çalışan kadınlar… Sabahın erken saatinde fabrikaya giren gün batınca çıkan işçiler… Evde hasta yavrusuna yemek yapabilmek için komşusunun kapısına sadece bir tane soğan almak için gelen komşu Ayşe Hanım. Cağaloğlu’nda matbaada çalışıp günlük para alan Münevver’in kardeşi minik Tevfik…

YETERSİZ BESLENDİĞİ İÇİN HASTALANAN İŞÇİLER

Hastalanıp yatağa düşen, yoksulluktan iyi beslenemeyen Münevver bir türlü iyileşemez. Aynı fabrikada çalışan sevdiği Murat onu iyileştirmek için elinden geleni yapar. Fabrikanın doktoru Münevver’i evinde muayene eder. Ancak Münevver bir türlü iyileşemez. Annesiyle belediye dispanserine gider. Doktor et, yumurta yemesini, güneş görmesini salık verir vermesine ama ne et alacak paraları vardır ne de güneş görecek zamanı. Sabahın erken saatinde fabrikaya koşturur gün batarken evinin yolunu tutar. “Bol güneş, bol gıda!” ulaşılması zor bir şeydir onun için. Münevver onu ziyaret eden arkadaşı Behire’ye, “Doktorların söylediklerini bir duymuş olsan… İnsan iyice düşünse, ağlar… Ben artık sinirden gülüyorum. Et suları, yumurtalar, sütler, tereyağları, neler… Sade suya pirinç çorbasına, tat versin diye, maydanoz kökü atıyoruz, yağ yok ki… İkinci ekmeği alamıyoruz da bayat pazarından takır takır kurumuş ekmek arıyoruz. Doktorlar, pişkin, has fırancala ye diyorlar…”

Fabrikada çalışan işçilerin ciğerleri, derisi tütün tozuyla doludur. Yesari’nin ifadesiyle “Bu hasta ciğerlere hayatı iade etmek için daha sihirli bir hava, daha mucizeli bir güneş lazımdır”.

51dx-dfuql-ac-uf10001000-ql80.jpg

SUAT DERVİŞ VEREM HASTALARIYLA GÖRÜŞÜR

Gazeteci Suat Derviş verem hastalarıyla görüşüp bir röportaj dizisi yayınlar. Bu dizide tütün rejisinde doksan kuruşa gündelikçi olarak çalışan Adile’yi anlatır. Çulluk romanında Yesari’nin Münevver’ine salık verildiği gibi Adile’ye doktor et, yumurta yemesini söyler. Suat Derviş anneye “Dispanserden et, yumurta kağıtları veriyorlarmış diye duydum, haberiniz var mı?” diye sorar. Hayır diyen anneye ücretsiz evlere gelen belediye doktorlarına başvurmasını söyler. Annenin bundan da haberi yoktur ve Derviş şunları yazar: Büyük ve medeni bir şehrin içinde istifade edebileceği yardımlardan bile habersiz, kendi kazandığı bir günlük doksan kuruşla verem gibi altınlar yiyen bir illetle mücadele eden bu cesur anaya merhametle bakıyorum.[3]



CİBALİ’DE "EVLERDEN BİRİ"

Yesari Cibali Tütün Fabrikası’nı romanında merkeze alırken Orhan Kemal bir fon gibi fabrikayı kullanır. Evlerden Biri romanına “Yakındaki tütün fabrikasının sabah saat yedi borusu kalın kalın öterken uyandı” diye başlar ve fabrikanın işçileri çağıran bu boru sesi roman boyunca okurun kulağında uğuldayıp durur. Evlerden Biri romanında Cibali’de yaşayanların hayatlarına tanık oluruz. Baraka gibi evlerdeki yaşamlar, sabahın erken saatinde fabrikalara koşturan kadınlar, sevdalı erkekler, kendilerinden yaşça küçük kadınlara asılan adamlar… Bu insanların hikâyesiyle evlerdeki yaşamı, kardeşler arasındaki çatışmayı okuruz. Paranın ve geçim derdinin merkezde olduğu bu evlerin her birinin derdi başkadır. Zar zor başını sokacak bir ev alan baba üç çocuğuna sözünü dinletemez. Hukuk okuyan küçük oğul ailenin medarı iftiharıdır. Anne oğlunun onu bu hayattan çekip çıkaracağını düşünür. Oysa küçüğün planı babasına evi sattırıp Avrupa’ya gitme ve yabancı bir kızla evlenmektir.

orhan-kemal-cibali.jpg

Orhan Kemal'in Cibali'de yaşadığı ev satılık...

Orhan Kemal Abidin Dino’ya yazdığı bir mektupta yaşadığı Cibali’yi şöyle anlatır:

Unkapanı’nda, daha doğrusu Cibali’de oturuyorum. Bir yanımda tütün fabrikası Tekel’in. Her sabah fabrika borusunun kalın kalın ötüşü ve penceremin önünden kadınlı erkekli işçilerin geçişi. Hele yağmurlu, çamurdan günlerin mor sabahlarında, biri kucağında, ikisi yanında, bir lokma için koşan kadın işçilerin telaşı, yaşamak için çabalamaları, kendimi, kendi dertlerimi bana unutturuyor. Onların ‘Yaşama savaşı’ yanında, benimki, bizimki vallahi lüks.[1]

Bu yazıyla Cibali işçilerini, Tekel direnişindeki emekçileri hatırlayarak bugün de haklarını arayan yurdun dört bir yanındaki emekçilere selam gönderelim. Son olarak Orhan Kemal’in Cibali’de yaşadığı evin satılık olduğunu ve İstanbul’un kent tarihinde önemi olan Cibali’deki bu evin bir an evvel müze yapılmasının gerekliliğini vurgulamalıyız. Haliç bölgesi emek tarihinde önemli bir yere sahip çünkü ilk fabrikalar bu bölgede kuruluyor. Civar semtlerde yaşayanlar da bu fabrikalarda çalışan işçiler. En son Hasköy’deki caddenin adının Rahmi Koç olması tartışılmış, kent belleğinin sermayeye sunulduğuna tanık olmuştuk. Benzer bir durumu Haydarpaşa tren garında da yaşıyoruz. Oysa tüm bu sözünü ettiklerim İstanbul’un tarihini oluşturan yerler. Bu şehir de bir sokak adı ne zaman hep aynı kalacak? Ne zaman yazarına, emeğine, işçisine değer verilecek? Merak ediyorum.

Not: Bu yazı yayıma hazırlanırken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Metal İşçilerinin grevi milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden 60 gün boyunca yasaklandı.


[1] Işık Öğütçü, Eşe Dosta Selam, 2020.


[1] Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Emek Tarihi, Derleyenler: Touraj Atabaki ve Gavin D. Brockett, Alıntı: Gülhan Balşoy, Erken 20. Yüzyılda Cibali Tütün Fabrikası, 2012

[2] Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul, 1938

[3] Suat Derviş, Çöken İstanbul

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi