Kayıplarımızın Ardından

Zor bir haftayı geride bırakıyoruz, iki önemli kayıp yaşadık. Biri enstrümanıyla bir ömür süren, kemanından yayılan melodilerle ruhumuzu zenginleştiren keman virtüözü Ayla Erduran’ın kaybı diğeri ise edebiyatımızın en zarif, duygu yüklü kalemlerinden, benim için “çiçeklerin efendisi” Selim İleri’nin apansız gidişi…

Her iki ismi aynı hafta içinde uğurlamanın zorluğu ve ölümün ardından yazmanın ağırlığı fakat sorumluluğunu unutmadan bu yazıyı kaleme almak istedim. Uzun zamandır kütüphanemde sakladığım, fırsatını bulup okuyamadığım, beni bekleyen kitaplardan biri Evin İlyasoğlu’nun kaleme aldığı Ayla’yı Dinler misiniz? isimli çalışmaydı. Ayla Erduran’ı 2017 yılının soğuk bir kasım günü Caddebostan’da özel bir okulun düzenlediği konserde dinlemiştim. Erduran’ın kemanıyla nasıl bütünleştiğine tanık olmuş, sıcacık gülümsemesi ve tevazuuyla anlattığı yaşamı içimizi ısıtmıştı. Konser sonrası kuliste heyecanla yanına gidip İlyasoğlu’nun kitabını imzalatma ve sohbet etme fırsatım olmuştu.

whatsapp-image-2025-01-11-at-12-48-05.jpeg

“KEMAN BEDENİMİN BİR PARÇASIYDI”

Ayla Erduran 1930’lu yılların Türkiye’sinde varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Fransa, ABD ve Rusya’da en önemli hocalardan dersler almış, dünyanın önemli sahnelerinde ünlü şeflerle konserler vermiş bir müzisyen.

whatsapp-image-2025-01-11-at-13-10-45.jpeg

Atatürk Kültür Merkezi’nde Erduran için düzenlenen törende İlber Ortaylı konuşması sırasında Erduran’ın babası Doktor Behçet Sabit Erduran’ı andı. Sabit Erduran İstanbul Tıp Fakültesi’nde Üroloji Kürsüsü ’nü kuran ve dünyada ünlü bir cerrahın yaptığı ameliyatı Türkiye’de ilk kez yapan doktor olarak tarihe geçmiş bir isim. Balkan Savaşı’na katılmış, hizmetlerinden ötürü madalya almış. Daha sonra Çanakkale Savaşı’nda da doktor olarak görev almış. Kitapta Erduran babasının Samsun’u tifodan kurtardığını anlatıyor ve ekliyor: Atatürk bu nedenle kendisine kalpaklı bir fotoğrafını imzalayıp vermiş, resmin üstünde eski Türkçe yazı ile teşekkürlerini dile getirmişti. Babasına ilişkin bir önemli ayrıntı da 1942’de İstanbul’a gelen Struma gemisiyle ilgili. “Neredeyse iki buçuk ay bu gemideki yolcular indirilmedi, karantinada tutuldular. Babam ve Cemil Amcam gazete haberlerini okuyup yorum yapıyorlardı, İngilizlere kızıyorlardı. Struma’da gebe bir kadın doğurmak üzereymiş. Babam nasıl olduysa devreye girdi ve onu gemiden çıkarttırıp çocuğunun İstanbul’da doğmasını sağladı. Hemen ertesi gün Karadeniz’e gönderilen geminin birkaç saat sonra Rus denizaltısı tarafından torpillendiği haberi gelmişti. Kadıncağızın ve bebeğinin kurtulması babamın kıvancı oldu. Ben yıllarca bu olayı unutamamıştım.”

Ayla Erduran’ın yaşamında babasının katkısı hiç şüphesiz büyük ancak Evin İlyasoğlu’nun kitabından öğrendiğim ve beni etkileyen en önemli bilgilerden biri annesi Kadriye Hanım’ın Ayla’nın yaşamındaki tesiri. Bu öyle bir etki ki anne kızının müziğe olan ilgisini çok küçük yaşlarda fark ediyor ve onun adeta çocukluğunu yaşamaması pahasına bir eğitim almasını sağlıyor. Bu disiplinli eğitim ülke sınırlarını da aşıyor, en iyi hocalar, farklı teknikler araştırılıyor ve o eğitimleri bizzat annesi de takip ediyor.

aile-fotografi-ayla-erduran.jpeg

Erduran’ın ailesi müzikle yaşayan bir aile. Kitapta yer alan fotoğraflardan birinde Büyükada’daki dede evinde teyze Nuriye piyano başında, anne Kadriye kemanıyla ve büyükanne de onları dinlerken görülüyor. Ayla Erduran “Annemin hayatı keman çalmaktı, kendini kemana vermişti, sonra beni kemana verdi. Annemin kemanının yanında benim kemanım da aileye girmişti” diye anlatıyor. Özel davetlerde küçük Alya davetlilere keman çalar, annesinden sürekli duruşu, kıyafetiyle ilgili uyarı alırmış. Müthiş bir disiplin içinde büyüyen Ayla Erduran kendi yaşıtlarından uzak, büyüklerin yanında yetişir. “Doğum günümde filan da yaşıtlarım çağrılmazdı. Büyükler kendi aralarında yemek yerler, bana da armağanlar verirlerdi” diyor. Karl Berger ilk hocası olur ve ondan ders almak için Narmanlı Han’a gider. Bu eğitimler sırasında annesi de yanındadır. “Annem her gün çalıştırırdı beni. Kimse bana yay tekniği öğretmedi. Yalnız düz çek dediler. Annemle çalışmalarım yarım saatle başladı. Sonra üç saate çıktı. Dört yaşımdan yedi yaşıma kadar tepemde durarak çalıştırdı beni.” 1944 yılında yaşamına yön verecek bir sınava katılır ve sınav neticesinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in de imzasının olduğu bir kurulda müzik eğitimi için Avrupa’ya gönderilmesine karar verilir. Annesi hep yanındadır. Ayla Erduran sonradan öğrendim ki dünyadaki pek çok müzikçinin tepesinde annesi varmış diyor. “Richter, Cliburn, Menuhin, Oistrakh, Francescatti. Demek ki annem de onları kendine örnek alıyordu!”

Keman virtüözü David Fyodorovich Oistrakh, Erduran’ın da hocası olur ve bu büyük usta müzik algısının değişmesini sağlar.

ayla-erduran-kemaniyla.jpeg
Ayla Erduran

Erduran, “Annemin sesi kemandı. Evdeki ses kemandı. Dolayısıyla keman sanki bedenimin bir parçası olmuştu. Dışarıdan duyduğum bir ses değil, içimden yükselen çoşkuydu” diye anlatıyor enstrümanını. Ülkeler, mekânlar, seyirciler değişse de yolculuklar sürse de Ayla Erduran için tek bir şey değişmez: Kemanı. Onunla dertleşir, onunla sevinir, onunla hüzünlenir. “Müzik tutkum her zaman sıradan aşkların, dünyasal sevgilerin üstündeydi. Benim yaşama biçimimdi” diye anlatıyor Erduran tutkusunu.

GÖZLERİ VE SATIRLARI DUYGU YÜKLÜ BİR YAZAR

Selim İleri’yi İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde son yayımlanan kitabıyla ilgili sohbetini dinlemek üzere gitmiştim. Üstelik sevdiğim genç bir yazar, Başak Baysallı ona sorular soracaktı. Yalnız Evler Soğuk Olur kitabını bir çırpıda okumuş, aklımda incelikli işlenmiş satırlar, çeşit çeşit çiçek, Monet’in tablolarındaki gibi bir ışık ve ellerimde bir buket çiçek… Sohbetin sonunda çiçeklerimle yanına gittim. O gün bizi bir demet çiçekle buluşturan o an birkaç hafta sonra Moda’da bir araya getirdi.

whatsapp-image-2025-01-11-at-12-48-05-1-001.jpeg

Yalnız Evler Soğuk Olur’ kitabı için onunla en sevdiği yerlerden birinde, Moda’daki Koço’da buluştuk. Selim İleri ile buluşacağımı söylemem yeterliydi, çünkü masası belliydi, garsonları tek tek tanıyor onlarla sohbet ediyordu. Ne de olsa çocukluğu Bahariye’de geçmiş bir Kadıköylüydü ve insanlarla sohbet etmeyi, onları dinlemeyi, paylaşmayı seviyordu. Şehirdeki değişimden söz ederek başladık sohbetimize. Hüzünlüydü çünkü çocukluğundaki anıları bir bir siliniyordu. Ankara’dan gelen kuzeni de o gün aramızdaydı. Aile yemekleri, neler yendiği, geleneksel Koço buluşmaları, çocukluk anıları… Daha sonra sohbetimize yazar Başak Baysallı da katıldı. Saatler nasıl geçti sohbetin ve o gecenin akışı içinde anlamadık bile. Yemeğin sonunda bana kendi yaptığı bir resmini hediye etti. Hayatımda aldığım en özel hediyelerden biri. Hem de en sevdiğim çiçek, mor bir ortanca çizmişti. Belki çiçeklere olan merakımdan bilinmez ama onun anlatımındaki ortancalar, ponpon çiçekleri, İstanbul akasyası, gülibrişim, mimozalar, yıldız çiçekleri… Ya da isimlerini yeni öğrendiklerim. Benim için Selim İleri çiçeklerin efendisiydi. Onlar kadar narin, onlar kadar rengarenk, onlar kadar duyguluydu.

Onu tarif etmek için aklınıza pek çok sözcük, çiçek, müzik gelebilir. Ancak benim için ona en çok yakışan ortancalar ve senaryosunu yazdığı, Cahit Berkay’ın müziklerini yaptığı Kırık Bir Aşk hikâyesi filminin müziğidir. AKM’de yapılan tören de bu güzel müziğin eşliğinde Selim İleri’nin fotoğraflarıyla başladı.

whatsapp-image-2025-01-11-at-13-19-02.jpeg

Milliyet Sanat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Filiz Aygündüz konuşması sırasında İleri’yi bir kültür arkeoloğu olarak tanımladı. Ardında koca bir külliyat bırakan Selim İleri için İstanbul’un ve edebiyatımızın hafızası diyebiliriz. TRT 2’de yayımlanan Eray Ak’la yaptığı Yalnız Okurlar İçin isimli program arşivimizde yer alacak farklı edebiyatçılarımızı, dönemleri ele alan önemli bir belge. Her ne kadar satırlarında, kitap isimlerinde, gözlerinde hüzün olsa da Selim İleri kalabalık bir okur kitlesi ve dostlarıyla son yolculuğuna uğurlandı.

whatsapp-image-2025-01-10-at-11-53-14.jpeg

Törende mezun olduğu İstanbul Atatürk Lisesi’nin öğrencileri de vardı. Edebiyat ve tiyatro kulübü olarak okul yönetimi ve edebiyat öğretmenleriyle birlikte onu uğurlamaya gelmişlerdi. Konuştuğum Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Elif Şah Ayata öğrencileriyle birlikte Selim İleri’nin kitaplarını okuduklarını, onu okulda da ağırlamak istediklerini ancak rahatsızlığı nedeniyle bir türlü bu buluşmanın olamadığını söyledi. “Hepimizde tanışamamış olmanın bir burukluğu var. Öğrencilerimiz törene gelmeyi çok istedi. Selim İleri sadece roman yazmadı, çok yönlü bir yazardı, senaryolar da yazdı. Onu okuyan öğrencilerimizin farklı açılardan estetik ve edebi bir zevk kazanmasını sağladı. Bizim için çok önemliydi.”

whatsapp-image-2025-01-10-at-11-53-14-1.jpeg

Genç okurlarının da onu uğurlamaya gelmesi bir yazar için ne büyük bir mutluluk. Son kitabına Atilla İlhan’dan esinle ‘Yalnız Evler Soğuk Olur’ adını vermişti. Okurlarını hastalığına rağmen hiç beklenmedik bir anda bırakıp gitti. Ölümün soğukluğu içimizde satırlarının ve gözlerinin parlaklığı yüreğimizde. Şimdi son kitabına başlarken yazdığı gibi belki de “Perde ağır ağır açılıyor. Bahçedeyim. Monet’in resimleri gibi ışıklı olsun istiyorum” diyor.

Not: Selim İleri’nin son yayımlanan kitabı ‘Yalnız Evler Soğuk Olur’ ile ilgili söyleşimize linkten ulaşabilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi