Boray Acar
Deniz’e Yas Tutamazsak..
Geçtiğimiz hafta HDP İzmir il binasına yapılan saldırıda Deniz Poyraz isimli sivil bir yurttaşımız katledildi. İktidar bileşenleri de dâhil olmak üzere HDP dışındaki siyasi oluşumların açıklamalarına dikkat çekmek istiyorum. “Kimse saldırgan ile aramızda bir ünsiyet bağı kurmaya kalkışmasın” mealinde açıklamalar… Saldırıyı “saldırgan”a indirgeyen, rejimin Kürt halkı ve bu bağlamda Kürt siyasi hareketi ile olan uzlaşmazlığını teyit eden, “kınadık, kınıyoruz ve kınayacağız” kısırlığına hapsolmuş, adlı adınca “sorunu” ve “çözümü” olayın merkezine almaktan kaçınan hatta inkâr eden popülist siyasi dilin çeşitlemeleri… Hayatımızdaki siyasi figürlerden bağımsız olarak söylüyorum, hamaset her dönem iktidarda. Başarıyı kendilerinden menkul görenler ve bir an için yaslandıkları dogmatik değerlerden uzaklaşmaya cüret edenler de çok yakın bir zaman diliminde, altı sene kadar önce iktidarı kaybetme korkusu ile yüzleştiklerinde, kahrolası kolektif doğrularla çelişmenin nelere mal olabileceğini bizzat yaşadılar. Neye mal olursa olsun sonunda kazanmaya motive bir acullukla da kendilerince gereğini yaptılar.
Saldırının HDP’ye yönelik olması bile alçakça saldırıya “çatışma”, katledilene “kayıp” demek için yeterli. Konu Kürt siyasi hareketi olduğunda, “çatışma” olması için karşılıklılık aranmayabiliyor. Bunun karar vericisi olan içimizdekiler, tarihi hesaplaşmanın tarafı değillermiş gibi davranarak, bu saldırıyı da bir dış mihraka, şer odağına ve ülkemizdeki mutlak huzur ortamını(!) bozmayı hedefleyen bir bilinmeze bağlayarak işin içinden çıkacaklarını düşünüyorlar. Devletin tüm imkânlarını kullanarak HDP’yi siyaset yapamaz hâle getirmek için her şeyin yapıldığı, partinin terörle iltisaklı değil bizzat terör odağı olarak gösterilmeye çalışıldığı, seçilmişlerin yerine seçilmelerinden kısa süre sonra kayyımların atandığı ve bu yolla bir toplumun seçme ve seçilme hakkının elinden alındığı, altı milyon yurttaşın iradesi durumunda olan milletvekillerinin toplumun gözleri önünde -üstelik meclis çatısı altında- haysiyetsizlikle suçlandığı siyasi düzlemin mimarları; yaşananlarda sorumlulukları yokmuşçasına, münferit bir hadiseden sıyrılarak kendilerini aklayacaklarını düşünüyorlar.
Toplumun ruh köklerine nüfuz eden, esnafından polisine, politikacısından en apolitik yurttaşına kadar bünyeyi sarmış olan bir düşmanlık hissinden söz ediyorum. Bir kolunu 2000 senesinde cezaevlerindeki “Hayata Dönüş Operasyonu” sırasında iş makinesi darbesi ile kaybeden siyasi aktivist Veli Saçılık’ın, katıldığı eylemde kalan tek kolunu bel kemerine bağlayarak etkisiz hâle getirmeye çalışan ve bunu yaparken de Saçılık’ın ifadesi ile “anasına, kızına, kendisine” şehvani bir hırsla küfreden iradenin, Deniz’in katilini “İsmin ne abicim?” diyerek karşılaması ve ellerini kelepçelemeden bina dışına çıkarması, bünyeyi saran düşmanlık hissinin ne düzeyde olduğunu gösteriyor. Özgür düşüncenin merkezi olması gereken üniversitede, liyakatsizliğe karşı haklı itirazın bu şefkate layık görülmeyerek baskılanması, başların öne eğilmeye zorlanması ve kapıların kelepçelenmesi de, bu düşmanlığın etnik köken ayırt etmeksizin tüm muhalif unsurları kapsadığının, beden ile yetinmeyip düşünceyi tutsak etmeye vardığının bir göstergesi.
Bu değerlendirmeleri yaparken, kavganın tarafı olmamak, özellikle de terör örgütünün devleti ve toplumu hedef alan eylemlerini haklı gösterecek bir yerde konumlanmamak önem arz ediyor. Bugün HDP’nin yanında durmanın, onları özeleştiri yapmaya zorlayacağına, ucu teröre uzanan damarları kurutacağına ve parti içi demokratik unsurları güçlendireceğine inanmak gerekiyor. Deniz Poyraz’ın babasının “Biz, dağlarda direnen aslanlara borçluyuz…” diye başlayan açıklamalarının tarihi çelişkinin ve kavganın sürmesine, demokratik siyasetten uzaklaşılmasına, çözüme değil çözümsüzlüğe ve radikal unsurların güçlenmesine hizmet ettiğini ifade etmek, acı ile söylenmiş olduğunu düşünmek istediğimiz bu sözlerin barışın dili olamayacağı gerçeğinde buluşmak gerekiyor. Bu dilin ötekileştirmeyi esas alan siyasi iklime, şiddetten beslenen odaklara hizmet ettiğini ve yeni katliamlara menfez açtığını görmek, ifade etmek ve bu fikri toplumsallaştırmak gerekiyor.
Hülasa; ötekileştirmeyi esas alan ve Cumhuriyet tarihine yayılan siyasi iklimin yarattığı heroizm(!), hasta bir ruh ile vücut buldu ve Deniz canice öldürüldü. Meclis ile sınırlı kalmayan ve sivil unsurları da kapsayan, Kürt kimliğini hiçe saymayan, bilakis merkezine alan bir anlayış, siyasi olgunluk ve sorumluluk hissiyle davranmadığımız, katliama “terör eylemi”, faile “terörist”, Deniz’e “kurban” diyemediğimiz müddetçe; barışa açılan pencereden gökyüzüne kanat çırpan beyaz güvercinleri göremeyeceğimizi artık anlamamız gerekiyor.