Boray Acar
CHP’nin Kürt Sorunu İle İmtihanı…
Yerel seçimlerde elde edilen başarı ve gelen son anket sonuçlarına göre, Türkiye’nin birinci partisi durumundaki CHP’nin gidişatını belirleyecek olan şey, siyaseten mayınlı alandaki meselelere yaklaşımı olacak. Elbette mayınlı alan tabir ettiğimiz yerdeki tek sorun “Kürt Sorunu” değil. Ancak; içlerinde başı çeken ve tarihi derinliği en fazla olan odur. Halli kolay değildir. İkna edilmesi veya baş edilmesi gereken unsurların çokluğu, tarihsel süreç içerisinde çözüm iradesini aklından geçiren veya biraz olsun ortaya çıkaran iktidarların cesaretlerini kıracak ve kolay yolu seçmelerini sağlayacak normal dışı gelişmelere neden olmuştur. Bunu iktidarın en büyük adayı olan CHP’nin yönetimi de görüyor ve şimdilik o alanın kenarından dolaşmayı tercih ediyorlar.
Devlet partisi hüviyetinden kurtulamamış olmaları, konuya dair tarihi kusurları ve parti içerisindeki ulusalcı unsurların temizlenememiş olması, başlıca zorlukları olarak sıralanabilir. Ancak; bu zorlukları aşmak istediklerine dair bir işaret yok ortada. Hatırlarsınız Can Atalay davasında, anayasaya muhalefet eden kararların ve siyasetin yargı üstündeki baskısının protesto edileceği miting, İsrail’in Filistin operasyonu bahane edilerek bizzat Özgür Özel tarafından iptal edilmişti. Sonrasında da bir ses çıkmadı. Meclisteki Can Atalay oturumunda Ahmet Şık’a yapılan saldırı sonrasında Özgür Özel tarafından yapılan açıklamalar da hiç hayra alamet değildi. Konuşmasında suya sabuna dokunmamaya çalışan Özel, şiddetin kaynağını hedef almaktan imtina eden, taraflara itidal tavsiye eden sözler etmişti. Anayasanın açıkça ihlal edildiği bir durumda dahi gereken tavır koyamayanların, Kürt Sorunu gibi bir meseleyi ele alma biçimlerine dair de ümitvar olamıyoruz.
Kemal Kılıçdaroğlu “helalleşme” diyordu. Ancak; kiminle, hangi siyasi ve toplumsal düzlemde helalleşileceğine dair somut veri yoktu. Kaçamak söylemler, herkesi aynı anda memnun etme gayreti, hiç yeri değilken başörtüsü sorununun gündeme getirilmesi gibi girişimler buram buram seçim stratejisi kokuyordu. Ki toplumda da karşılık bulmadı. Ortaya kapsayıcı bir siyasi üslup konuyor ise bunun nasıl olacağının anlatılması gerekiyordu. Genel Başkan değişimi sonrasında ise helalleşme normalleşmeye evrildi. Yani değişim dinamikleri daha aciz bir politik tutuma indirgendi. Anormal uygulamaların müsebbibi olan iktidar ile iletişim bağı kurulması normalleşme olarak lanse edildi. Cumhurbaşkanı’nın CHP Genel Merkezi’ni ziyaret etmesi bir galibiyet göstergesi sayıldı. Seneler sonra, İktidardan kaçan kitleleri konsolide etmeyi başararak güç elde eden ana muhalefet, iktidara yanaşmaya çalışarak tarihi bir çelişkiye de imza atmış oldu.
Bu şartlarda, gerek genel seçimlerde, gerekse yerel seçimlerde, ana muhalefet ile birlikte hareket eden Kürtlerin kendilerini güvende hissetmeleri mümkün değil. Ve bu güvensizlik hissinin, zaman içinde tersine bir mobilizasyona neden olması da muhtemeldir.
Ekrem İmamoğlu’nun seçim meydanlarında, “Ben neden Kürtçe bilmiyorum, kendime kızıyorum…” sözlerini kimse unutmadı. Herkes unutsa da Kürt seçmen unutmadı. Konuyu kültürel bir eksikliğe indirgemek ve demokratik boyutunu göz ardı etmek; diliyle, kültürüyle, tarihi acılarıyla bir bütün olan Kürt toplumunu istismar etmek anlamına gelir. Seçim dönemlerinde kapalı kapılar ardında yürütülen temasları gün yüzüne çıkarmamak, yasal çizgide siyaset yapan insanlar ile birlikte görülmekten kaçınmak, bu insanları kriminal göstermeye teşne olan iktidar cenahının elini güçlendirir.
Eğer ülkeyi demokratik, özgürlükçü ve kapsayıcı bir zemine taşımayı vadediyorlarsa bu konuları samimiyetle ele almak dışında bir seçenekleri yok. Aksi halde mevcut iktidarın kötü bir tekrarı veya devamı olmaktan öteye gidemeyecekler…