Çift Yönlü Mağduriyet

2021 yılı gıda enflasyonu ile mücadele yılı olacak ve enflasyona gıda damgasını vuracak gibi görünüyor. Aslında sadece Türkiye’de değil dünyada pandemi kaynaklı bir küresel gıda enflasyonu söz konusu. Nitekim FAO’nun, uluslararası gıda ticaretinden en yüksek işlem hacmine sahip ürünlerin fiyatlarını aylık olarak takip ettiği gıda fiyatları endeksinde, fiyatlarındaki artışın son üç yılın en yüksek seviyesine ulaştığı ve sorunun küresel bir niteliğe büründüğü açıklandı. Endekste yer alan alt sektörlerde de artışların gözlemlendiği değerlendirmesi yapıldı. Tahıl ürünleri endeksi, bitkisel yağ fiyat endeksi, şeker fiyatı endeksi ve süt ürünleri endeksinin yukarı yönde bir eğilim göstermesine karşın kümes hayvanları fiyatında azalma eğiliminin olduğu belirtildi. Benzeri olarak FAO 3 Aralık’ta yayınladığı gıda durumu raporunda, çoğunluğu Afrika’da olmak üzere 45 ülkenin gıdada dış yardıma bağımlı olduğunu açıkladı.
Türkiye’ye bakıldığında ise tablonun iç açıcı olmadığı görülmekte. TÜİK tarafından dün açıklanan TÜFE rakamlarına göre ana harcama grupları bazında yıllık yüzde 20,61 ile gıda ve alkolsüz içecekler 3. sırada yer aldı. Aylık bazda ise yüzde 2.53 yakın bir artış söz konusu. TÜİK’in hesaplamasında gıdanın sepetteki payı yüzde 22.77’den yüzde 24’e çıkarıldı. Gıda sepetinde çeşitli oranlarla ağırlıklandırılmış gıda maddeleri bulunuyor. Ancak halkın alım gücünü, temel gıda maddelerinde (yumurta, et ve süt, balık yağ, şeker, sebze ve meyveler) yaşanan artışların belirlediği ve dar gelirlinin harcama kaleminin büyük bir çoğunluğunu gıdadan oluştuğu göz önüne alındığında, halkın TÜFE’ye ilişkin olarak açıklanandan yüzde 14.97 daha yüksek bir oranda enflasyon yaşadığını dillendirmesi normal.
TEŞVİKLER YETERSİZ, ZAMANINDA DA ÖDENMİYOR
Türkiye’de gıda enflasyonun başlıca nedenleri pandemi, mevsimsel etkiler, kur geçişkenliği, TL’nin değerindeki kayıp, tarımsal üretimde dışa bağımlı olma, köylerin mahalleye dönüştürülmesi nedeniyle yaşanılan arazi kayıpları, kredi faiz borçları olarak sıralanabilir. Özellikle iklim değişikliklerinin yol açtığı rekolte kaybı, tarım ürünlerinin euro ve dolar bazında üretilip TL bazında satılmasının getirdiği maliyet artışı fiyatlara yansıyor. Dolayısıyla spekülatif etkilerin manipülatif etkiye dönüşmesi söz konusu. Tarım sektöründeki girdilerin (ilaç, gübre, tohum, plastik kasa gibi) büyük bir çoğunluğunun ithal edilmesi, yani ithalata dayalı bir üretim modelinin varlığı, pazar imkanlarının sınırlı oluşu, üreticiden marketlere ulaşana kadar geçen süredeki artışlar ve tarıma yönelik teşviklerin yeterli olmaması üreticilerin karşılaştığı önemli sorunları oluşturmakta. 2006’da çıkarılan kanunla tarım teşviklerinin GSMH’nın yüzde 1’in altında olmaması kararlaştırılmasına rağmen yapılan teşvikler bu oranın altında kaldığı gibi teşviklerin zamanında verilmediği hatta o yılın teşvikinin daha sonraki yıla sarktığı görülmekte. Öte yandan yem fiyatlarındaki artışlar hayvancılığı da etkilemekte. Nüfustaki artışa rağmen et ve süt üretiminin aynı düzeyde artmaması önümüzdeki günlerde bu ürünlerin fiyatlarındaki artışları daha da yukarı taşıyacak. Benzeri olarak balıkçılığın büyük bir çoğunluğunun üretim balıkçılığı olması ve bunun içinde yemin dışarıdan ithali, balık üretimini sınırlayarak balık fiyatlarını da artırmakta.
ÇİFT YÖNLÜ MAĞDURİYET VAR
Üreticilerin aynı zamanda tüketici oldukları göz önüne alındığında gıda fiyatlarındaki bu enflasyon hem üreticileri hem de tüketicileri etkileyerek çift yönlü bir mağduriyet yaşanmasına neden oluyor. Bu noktada yapılması gereken en önemli şey yerli ve milli üretime geçilerek ithalata bağımlılığı azaltacak gıdada korumacı politikaların dikkate alınması. Rusya yüzde 6’lık gıda enflasyonunu gerekçe göstererek buğday, mısır ve arpa ihracatına yönelik gümrük vergisini artıracağını açıkladı. Türkiye’nin Rusya’dan en çok buğday alan ülke olduğu göz önüne alındığında yaşayacağımız sorunun ne denli büyük olduğu ortada. Ayrıca açıklanan gıda enflasyonu, gıdada fiyatların yukarı yönlü eğilimini koruduğunu, MB politikalarının tek başına yeterli olmadığını ve tarım ve maliye politikaları ile de gıda sektörüne ilişkin politika iradesinin konulmasının ne denli önemli olduğunu gösterdi. Bu amaçla 28 Ocak’ta toplanan Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi’nce kararlaştırılan erken uyarı sistemi ne kadar etkili olur önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi