Begüm Erdoğan
Bizden Sonra…
Bu hafta izleyeceğiniz en tatlı şey, Netflix kütüphanesine yeni eklenen komedi dizisi “A man on the inside” olabilir. Onun kendine has, sevgi dolu bir havası var ve sizi güldürmeyi başarıyor. Hem yas temasını yumuşak bir yerden irdelemesi hem de bunu yaparken güldürmesiyle de “Geçmişe Sünger” filmini anımsatan bir yanı var.
A man on the Inside, 2024- devam ediyor (Dizi) (Netflix)
Ted Danson’ın başrolde oynadığı dizi, nostaljiden nasibini almış çok hırslı olmasa da ekran başındakilere kahkaha attırabilen oldukça hoş bir yapım. Dizinin ilk sahnesinde, Charles karakterinin, düğününde eşiyle ilişkişini anlatmak için yaptığı konuşmanın kaydını izliyoruz. Onunla yaşlanmak istediğini söylüyor ve hemen sonrasındaki sahnede bunun gerçekleştiğini anlıyoruz. Sonraki sahnede bu uzun evliliğin sonunda eşini kaybetmiş bir Charles buluyoruz ve bu kaybın ardından hayatın boş hissettiren bir yer olduğunu anlıyoruz. Charles, Emily’den (Mary Elizabeth Ellis) de, çevresindeki herkesten de kopuk yaşıyor. Emily ona bir “Charles görevi” verip kendisini meşgul edecek bir hobi bulmasını istediğinde, gözü gazetedeki ilginç bir ilana takılıyor. Bu ilanı takip ettiğinde, bir özel dedektiflik şirketiyle karşılaşıyor. Onlarla anlaşarak San Francisco’da çok şık bir yaşlı bakımevinde gerçekleşmiş bir hırsızlık vakasını çözmek için “içerideki adam” olarak çalışmaya başlıyor. “Only Murders In the Building” vari bir havayla Charles’ın patronu ve bağlantısı olarak Julie rolünde Lilah Richcreek’i izliyoruz. Charles oldukça başarısız bir dedektif oluyor ama gerçekten de çok eğleniyor. Ekran başındaki bizler de acısıyla tatlısıyla ona eşlik ediyoruz.
Geçmişe Sünger, Moving On, 2022 (Film) (AmazonVideo Prime, appletv üzerinden kiralanabilir)
Hayır bu film bir Grace ve Frankie adaptasyonu değil. Ancak eğer görsellere bakıp öyle sandıysanız sizi çok iyi anlıyorum çünkü aslında bir hayli benziyorlar. Ayrıca “Grace ve Frankie”nin başarılı 7 sezonun ardından final vermesiyle Lily Tomlin ve Jane Fonda’yı özlemiş izleyicilere çok iyi geliyor. Film, Claire (Jane Fonda) ve Evelyn’in (Lily Tomlin) üniversiteden en yakın arkadaşları Joyce’un cenazesinde başlıyor. Claire, Joyce’un kocasına yaklaşarak “seni öldüreceğim” diyor, hem de gayet ciddi bir şekilde. “Hem de bu hafta sonu” diye ekliyor. Sonra planını senelerdir görmediği eski çok yakın dostu Evelyn ile paylaşıyor. Evelyn ilk başta çok oralı olmasa da bir şekilde olayların içine çekiliyor ve oyuncular arasında olan o harika dinamik yeniden kurularak filmi ateşliyor. Paul Weitz tarafından yönetilen film, epey ağır bir konusu olmasına rağmen eğlenceli ve komik olmayı da eksik etmiyor. Yine de konusunun ağırlığını gizleme çabasına girmiyor, çoğu sahnede komedi ve melodram ilginç bir şekilde yan yana durabiliyor.
Bu hafta sonu kendinize bir güzellik yapın ve “A man on the inside”ı izleyin derim. Bana önerildiği için çok mutlu olduğum bir deneyim oldu onu izlemek. Gerçekten de bu kadar gülmeyi beklememiştim.
Efsane Oyunculardan Efsane Komedi Dizileri
Bahsettiğimiz “A man on the inside” dizisini izledikten sonra hızınızı alamazsanız, işte bu dizilere bir göz atın derim. Bu diziler hem efsaneleşmiş oyuncular barındırıyor, hem de onların deneyimini yeni ve çağdaş bir komedi anlayışıyla birleştiriyor.
Grace ve Frankie (2015-2022) (Netflix)
Friends yazarı ve yaratıcısı Marta Kaufman ve Howard J. Morris tarafından yaratılan dizi, biraz kendini beğenmiş ve sert mizaçlı olan Grace (Jane Fonda) ile eski bir hippi olan Frankie'nin (Lily Tomlin) beraber yaşadıkları hayatı anlatıyor. Dizinin başında birbirinden pek haz etmeyen bu iki karakteri kocaları, birbirleriyle evlenmek için aynı anda terk ederler. İkili, kocaları Sol (Sam Waterson) ve Robert'ın (Martin Sheen), senelerdir gizli bir birliktelik içinde olduklarını öğrenirler. Tahmin edeceğiniz gibi ikisi de dehşete düşerler ve bu kötü duygular içinde şehirden kaçarlar. Ancak hem Grace hem de Frankie, ailelerinin ortak satın aldıkları sahil evine yerleşmeye çalışırlar. Burada kim oturacak kavgası verirken zaman içinde ayrılmaz bir arkadaşlık kurarlar. Aslında konusunun ötesinde diziyi bu kadar sevdiren şey de Lily Tomlin ve Jane Fonda ile Sam Waterson ve Martin Sheen’in mükkemel dinamikleri ve harika oyunculukları diyebiliriz.
The Good Place (2016-2020) (Netflix)
Yine Ted Danson’ın ana karakterler arasında olduğu diziyi; “A man on the inside”, “Parks and Recreation” ve “Brooklyn Nine-Nine” gibi izleyenlerin favorisi haline gelen komedi dizilerinin altında imzası olan Michael Schur yaratıyor. Kendisinin en iyi işlerinden olan bu dizi, felsefi tartışmaları epey tatlı bir şekilde ekrana taşıyor ve “İyi biri olmak ne demek?” sorusunu soruyor. Dizinin başında hayattayken pek de iyi bir insan olmayan Eleanor (Kristen Bell) karakterini izliyoruz. Kendisi “iyi yer” ve “kötü yer” olarak adlandırılan “cennet” ve “cehennem” tasvirlerinin yansıması olan bu yerlerden iyi olana gelmiştir. Fakat bir tek sıkıntı vardır: kendisi farklı bir Eleanor ile karıştırılmıştır! Ölümden sonraki hayatında arkadaşlarıyla beraber bu durumu sorumluları Michael’dan (Ted Danson) gizlemeye çalışırlar ancak başları beladan kurtulmaz.
Only murders in the building (2021- devam ediyor) (Disney+)
Steve Martin, Martin Short ve Selena Gomez’in başrollerde olduğu dizide, aynı apartmanda yaşayan ve gerçek suça bayılan üç yabancı konu alınır. Ancak üçlünün yabancı kalmaları çok uzun sürmez çünkü bir anda kendilerini bir cinayete karışmış olarak bulurlar. Olaylar onları bu cinayetin çevresinde döndürürken karakterlerimizde bir tür “seçilmiş aile” olmaya başlarlar. Aslında dizinin bu kadar sevilmesinin temelinde yatan etmen de tam olarak bu. Elbette yıldızlarla süslü bir kadrosu olmasının etkisi de vardır. Ödül sezonlarının favorileri arasında olan dizi bu sene dördüncü sezonunu yayınladı ve hala başarılı. Önümüzdeki sene ödül sezonunda da etkili olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Bu dizilerin her biri sizi sıcak bir battaniye gibi saracak güzel yapımlar. İyi seyirler!