
Begüm Erdoğan
Kaynama Noktasında
“Yemyeşil bir bahar ve umut dolu yarınlar” hayal ederken ve bir taraftan yaşadığımız sıkıntılarla boğuşurken, sinemanın ve televizyonun bize teselli olacağını sanmıyorum. Olmasın da zaten. Teselli televizyonda değil.
İşe bakın ki sinema-televizyon gündeminde de son derece gerici bir yapım olan Netflix’in “Adolescence”ı yer alıyor. Bu yapıma eşlikçi niyetine psikolojik olarak kaynama noktasında hissettiğimiz bu günler için “Boiling Point”i seçtim. Her ikisinin başrolünde de müthiş performanslarıyla Stephen Graham var ve tek planda çekilmiş çok hırslı ve başarılı yapımlar.
Adolescence (Netflix, Mini Dizi)
Bir cinayet dizisi hayal edin. Dizide baş karakter olarak bolca problemi olan, iyi kalpli karizmatik bir dedektif, tüm rahatsız edici detaylarıyla bir cinayeti çözmeye çalışıyor değil mi? Tüm yan karakterler didik didik ediliyor, bazılarının defansları aşılarak ham gerçekle yüzleşiliyor… Falan gibi bir şey düşündünüz muhtemelen. Tamam. Şimdi onu silin, çünkü bu dizinin onunla hiçbir alakası yok.
“Adolescence”, 13 yaşında bir çocuk olan Jamie Miller’ın evine yapılan şafak operasyonuyla başlıyor. Kapıyı yıkarak giren polis, özel tim görevlileriyle evin kız çocuğunu, annesini yerlere atarak ve suratlarına silah tuta tuta Jamie’yi almaya giriyorlar. Jamie’yse yatağında yakalanıyor ve yaprak gibi titriyor. Sonunda yatağından çıktığında altına yapmış olduğunu anlıyoruz. İşte bütün bu curcunaya sebep olan “cani çocuk katil”, al yanaklarıyla bu titrek çocuk.
Açılış sahnesinden de anlayabileceğiniz gibi aslında merkezinde hümanistik bir şeyler var bu dizinin. Bu kadar etkileyici olmasının nedeni de tam olarak bu. “Kim?” sorusu yerine “Neden?” sorusunu tercih ediyor. “Sosyal medya ile büyümek ne anlama geliyor veya ne anlama gelebilir?” sorusu da çok önemli bir parçası dizinin. Kontrolsüz içerik tüketmek biz yetişkinleri bile arızalı bir hale getirmişken çocukların gelişimlerini nasıl etkiliyor? İşte bu çok kıymetli bir soru. Sonunda verdiği cevapsa çok sarsıcı.
Patlama Noktası, Boiling Point 2021 (MUBİ, Film)
Bu yapım da “Adolescence”ın her bölümü gibi gerçekten tek sekansta çekilmiş bir film. Bu da şu demek, kameranın durdurma tuşuna, kaydetmeye başladığı andan 90 dk sonra ancak film biterken basılmış. Her şey, tüm mekanlar, ses, ışıklar, aktörler, bir orkestra gibi önceden yüzlerce saat provasını yaptıkları bir parçayı yeniden oluşturuyorlar. Ortaya çıkan sonuç, “Adolescence”da olduğu gibi müthiş. Kamerayı hiç kapatmayarak, bu alanda nefes alabileceğiniz tek bir boşluk yokmuş gibi hissettiriyor. Panik atak yaşamaya adım adım ilerliyormuş gibi izliyorsunuz.
Ana karakterimiz Andy Jones (Stephen Graham), dünyası kaosun eşiğinde sallanıp duran biri olarak karşımıza çıkıyor. Onunla Londra'nın filmin temasına uygun bir şekilde ürkütücü görünen sokaklarında tanışıyoruz. Epeyce ünlü bir restoranın baş şefi olarak, işe geç kalmış ve aile hayatının çöküşünü yansıtan bir telefon konuşması yapıyor. Buradan sonra da işler tamamen bayır aşağı gitmeye devam ediyor. Onun sinirini gözünden okuyorsunuz, ancak ne zaman patlayacağını bilemiyorsunuz. Bu, ürkütücü derecede iyi bir performans.
“Electric State” Yerine izleyebilecekleriniz
Aslen Marvel yönetmenleri olan Anthony ve Joe Russo (veya yaygın kullanımıyla Russo kardeşler) yeni bir bilimkurgu filmiyle çıkagelmişler. Her ne kadar bu filmin üzerinde yanında yöresinde “Marvel” logosu göremesek de yıldızlarıyla, hikaye akışı ve anlatımıyla tam bir Marvel filmi gibi hissettiriyor. Zaten 320 milyon dolarlık bütçesine baktığımızda da benzer hisler duyuyor olabiliriz. Düşünün ki bu senenin En İyi Film Oscar’ı sahibi “Anora”, 6 milyon dolara çekilmişti. Bir bilimkurgu harikası olan “Dune”sa 165 milyon dolara mal edilmişti. “Bu parayla ne yapmış olabilirsiniz?” diye sorarlar o zaman. Gayrisafi yurtiçi hasılası daha düşük ülkeler bile var. (bkz. Palau Cumhuriyeti)
Şu anda bu yapım, Netflix’in en çok izlenen 1 numaralı filmi olduğu için size ona alternatif niteliğinde iki filmlik ufak bir seçki sunmak istedim. Çünkü kimse bu filme maruz kalmak zorunda bırakılmamalı.
Her Şey Her Yerde Aynı Anda, Everything Everywhere All At Once, 2022 (AppleTV üzerinden kiralanabilir, BluTV)
Amerikalı Çinli bir kadın olan Evelyn’in (Michelle Yeoh), çamaşır yıkamacı dükkanının gecikmiş vergi beyanını yapmaya gitmesini; bu sırada ergen kızı, yaşlı babası, boşanmayı düşünen kocasıyla uğraşmasını ve bir taraftan da çoklu evrende dünyayı kurtarmaya çalışmasını anlatıyor. Çok mu karışık? Evet öyle.
2023’te 11 dalda Oscar adayı olup, En İyi Film Oscar’ı dahil 7 ödülü toplayan film, içinde yaşadığımız tüketim toplumunun kaosunu yansıtmaya çalışan eğlenceli ve başarılı bir yapım. Ancak verdiğim kısa özetten de anlayabileceğiniz gibi, tanıdığınız filmlerden çok daha yoğun bir akışı olduğunu belirtelim. Filmden sonra, sanki bir saat sosyal medya çukuruna düşmüş gibi bir hisle başınız ağrıyabilir. Esasında yönetmenlerin yapmaya çalıştığı şey de biraz bu, sosyal medyanın içerik tüketim alışkanlıklarına uyum sağlamış bir izleyici kitlesine nasıl farklı bir deneyim sunulabileceğini keşfetmek.
Wall-E, 2008 (AppleTV üzerinden kiralanabilir, Disney+)
Bu film, robotlar hakkındaymış gibi görünen ama aslında bize bizi anlatan müthiş hümanist bir hikaye. Merkezinde, terk edilmiş Dünya’mızı temizleme görevini yüklenmiş ufak bir robot olan Wall-e’yi izliyoruz. Onun günlük hayatını ve yaşamdan aldığı basit keyfin yanında bağlantı kurma ihtiyacını görüyoruz. Bunu da yerküreye bir görev için yollanan Eve ile yaşıyor. 2000’lerin başından bu yana teknolojinin hayatlarımızda daha merkezde bir role bürünmesinden ötürü bence bu film hiç eskimiyor. Aksine çok güncel ve yerinde bir hikaye sunuyor. Düşününce biz de filmdeki insanlar gibi hiç olamadığız kadar bağlantıdayız ama bir o kadar uzağız.