Besim Güçtenkorkmaz

Besim Güçtenkorkmaz

Bafa gölünün hazineleri

Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Bafa gölü, yıllar öncesine gidersek, bir göl değil, Ege denizinin en güzel koylarından birisi. Koyda yer alan Heraklies şehrinin hemen arkasında birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Latmos dağları yer alıyor. Ve Büyük Menderes nehri de o zamanlar, Latmos dağının önündeki bu körfeze dökülüyor. Büyük Menderes, yılların içinde getirdiği alüvyonlarla bu güzel koyun önünü kapatıp, deniz ile olan bağlantısını kesiyor. Önce bir tuzlu su gölü haline geliyor Bafa gölü. Sonrasında Büyük Menderes’e bir kol ile bağlanıyor ve tuzlu suyunu denize akıtırken, dağlardan gelen tatlı su ile değişime uğruyor.


Bugün Latmos dağı ve Bafa gölü, Büyük Menderes’in denize döküldüğü yerden, yani denizden 17 kilometre içeride bulunuyor. Bafa Gölü ile deniz arasındaki bölümde ise Büyük Menderesin getirdiği alüvyonlar tarafından, ülkenin en değerli tarım arazilerinden birisi olan Söke ovası zamanla oluşmuş. Bir diğer ilginç not ise 1978 yılına kadar bir ailenin, Bafa gölünün tapulu sahibi olması. Göl daha sonra aile tarafından hazineye devredilmiş.

Önce Ege denizinin bir limanı olan ve daha sonra göle dönüşen Bafa, bu değişimi yaşarken, elbette önemli uygarlıkları ve bu uygarlıkların bıraktığı kıymetli turizm hazinelerini de içerisinde barındırıyor.  Birbirine komşu olan Karya’nın üç liman şehri Herakleia, Milet ve Priene’de insanlar uzun zaman dilimlerinde yaşamlarını sürdürmüşler. Bu uygarlıkların bıraktığı hazinelerden bazılarını gezip gördüm. Bu yazıda gördüklerimi sizlerle paylaşacağım. İzmir-Bodrum arasını giderken karşınıza çıkan bu büyük göl, aslında göründüğü gibi değil. Hem coğrafi olarak hem tarihi değerlerin ev sahibi olarak önemli bir hazine. Kısa bir molanın değil, 3-4 gün bu bölgede kalmanın size katacağı öylesine güzel bilgiler var ki.

Latmos Dağı’nda devasa taşlar sanki bir el tarafından üst üste yerleştirilmiş gibi.

HERAKLEIA ANTİK KENTİ

Tabiatı koruma alanı ilan edilen ve hala kuşların konaklama alanı olan Bafa gölünün doğu kıyısında, yani yıllar öncesinde denizi kucaklayan Latmos dağının eteklerindeki Herakleia ve Pyrrha antik liman şehirlerinin kalıntılarını, bugün de görmek mümkün. 

Harekliea şehrine, yani bugünkü adı ile Kapıkırı köyüne, Bodrum-Söke karayolu üzerindeki Gölyaka köyünden ulaşılıyor. Bu rota, aynı zamanda iç Karya bölümünün işaretlenmiş tarihi yürüyüş yollarından da birisi. 

Şimdi Kapıkırı olarak adlandırılan bölgede, limandaki antik kale Bafa gölünün yükselmesi ile su altında kalıp, ada halini almış. Bu haliyle muhteşem bir görüntü oluşturuyor. Ancak şehrin tamamını çevreleyen kale surlarının olduğu tepede bir Athena tapınağını da önemli bir eser olarak varlığını koruyor. 

YEDİLER MANASTIRI 

Kapıkırı köyünün dayandığı Latmos dağındaki Yediler Manastırı, oldukça ıssız bir alandaki kale ve kale surları içerisindeki bölümlerden oluşuyor. Gidilmesi oldukça zor olduğu için koruma altında değil. Girişine ve çıkışına mera hayvanları girmesin diye yeni demir kapılar yapılmış. Kapıyı açıp giriyorsunuz, çıkarken de kapatıyorsunuz. Hepsi bu kadar olunca, elbette manastır çok büyük zarar görmüş. Duvar resimlerinin gözleri oyulmuş, kale içinde define avcıları tarafından dinamit patlatılarak hazine aranmış. 

FİLOZOFLAR ŞEHRİ MİLET

Büyük Menderes deltasının getirdiği alüvyonların denizi doldurması ile kıyıdan uzaklaşan bir başka antik liman şehri ise Milet. Zamanında Milet kıyılarına yanaşan gemiler, bu bölgenin ticari anlamda zenginleşmesinin kaynağıymış. Ama Milet, şimdi denizden o kadar uzak ki. Buranın da bir zamanlar Efes gibi liman şehri olduğunu ancak hayalimizde canlandırabiliriz. Adını, mitolojiye göre Apollon’un oğlu Miletos’tan alıyor. Miletos, aşık olduğu Menderes ırmağının kızı ile evleniyor yaşamını ırmağın kıyısındaki bu şehirde sürdürüyor. 

Yapılan kazılar neticesinde milattan önce 3 bin 500’lü yıllarda bile Milet’in bir yerleşke olduğu belirleniyor. En parlak yıllarını Karyalılar ve İyonlar döneminde yaşıyor. Milattan önce 600’lü yıllarda Ege ve Akdeniz’deki deniz ticaretinin tamamını ele geçiriyorlar. Milet’e biri askeri, diğeri ticari olmak üzere iki ayrı liman oluşturuyorlar. Deniz ticaretini geliştirmek için, Karadeniz’e de hakim olmayı amaçlıyorlar.  Sinop ve Trabzon’da koloniler kuruyorlar. Öyle ki Sinop, Trabzon gibi kentlerimizde bu koloniler sonucunda ilk yerleşimler ve limanlar oluşuyor.

Milet şehrine ‘Filozoflar Şehri’ de denilmekte. Gerçek anlamda tarihin ilk filozofları kabul edilen ve felsefe tarihinde çok önemli bir yerde olan Thales, Anaksimenes ile Anaksimandros, Milet’te yetişiyorlar. 

Milet’te benim hayran kaldığım tarihi eser, hala sapa sağlam ayakta duran 19 bin kişi kapasiteli antik tiyatrosuydu. Büyük bir titizlikle inşa edilen ve her detay düşünülen tiyatrosundaki kapalı alanlar ve koridorlar hemen fark ediliyor. Diğer antik tiyatrolarda olmayan kapalı alan eklentileri, bu eseri kendisine hayran bırakmak için yeterli. Hemen yanında bulunan Miletos Müzesi, içerisinde birçok tarihi eser barındırıyor. Ama şehrin çok değerli Agora kapısı ne yazık ki, çalınarak Almanya’daki Bergama müzesine taşınmış. 

Priene Antik Kenti’nin, arkasındaki, Düşmandan Kaçış Dağı’na yaslanan sütunları…

PRİENE ANTİK KENTİ

Bugün kıyıdan çok uzak olan Priene de aslında bir liman kenti. Büyük Menderes nehrinin alüvyonları ile oluşan Dilek yarımadası, Priene’yi de denizden oldukça uzaklaştırmış. 

Priene antik kentinin yaslandığı dağ, yıllar önce denizin kıyısındaymış. Şehre güven veren Mykale dağının zirvesinden bakınca, artık denizi çok uzaklardan görebiliyorsunuz. 

Priene antik kenti, 1673 yılında bölgede yaşayan İngilizler tarafından bulunuyor ve buradaki tarihi eserler de tabi ki hemen yurt dışına kaçırılıyor. Bugün koruma altında olan ve müzesi de bulunan Priene antik kentinin dağa yaslanan yamacındaki en belirgin yapı tapınak sütunları. Şehrin bir mimarlık harikası olduğu ve ızgaralı sistemle yapıldığı belirtiliyor. 2 kilometreyi bulan kale surları yapılırken yamaçtaki doğal eğimin sağladığı avantajlar kullanılmış. 

Şehrin yaslandığı dağın zirvesi ise Priene’lilerin zorlu zamanlardaki kaçıp saklanma yeriymiş. Zirveye çıkan yol, bugün de çok belirgin. Adına Z yolu diyorlar. Çünkü kıvrımlar Z harfini andırıyor. Adeta bir uçurumun kenarından, sırtınızı dağın duvarlarına yaslayarak yükselmekten başka çareniz yok. En ufak bir hatanın kötü sonuçlar doğurabileceği düşüncesi ile adımlar çok dikkatli atılıyor. Nefes nefese ve ürkerek çıktığım Z yolunun sonunda, yani zirvede, Priene antik kentinin bir agorası yer alıyor. 

Eski Doğanbey köyü Rumlardan kalma. Buraya yerleşenler, köyü beğenmiyor ve denize daha yakın yerde yeni Doğanbey köyünü kuruyor.

Sağ tarafımızda tarihi Doğanbey köyü var. Rumlardan kalan tarihi taş evlerin çok iyi korunduğu, Sisam adasına bakan bu köyü buralara gelenlerin mutlaka görmesi gerek. Buralar, yakında Alaçatı’nın rakibi olursa hiç şaşırmam. Karya yolunun bir rotası da Doğanbey Köyünden geçiyor. 

Bafa gölünün hazineleri elbette bu kadarla sınırlı değil. Bafa gölü ve Büyük Menderes Deltası var oldukça, bu bölgede elbette doğa, yeni hazineler oluşturacak. Ama biz o hazinelere sahip olmayı ve korumayı bilecek miyiz? Aslı soru bu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Besim Güçtenkorkmaz Arşivi