Necdet Saraç
Ayağa kalkmalı
Geçtiğimiz hafta Erzincan’daydım. Doğduğum köy başta olmak üzere birçok yeri ziyaret ettim, yüzlerce insanla sohbet ettim, binlerce insanla buluştum, festivallerde konuştum. 2 Temmuz Pazar günü de Sivas’ta, üzerinden 30 yıl geçen ama devletin ve siyasi aktörlerin yüzleşmekten ısrarla kaçtığı Madımak katliamını protesto yürüyüşüne ve mitingine katıldım…
Özelikle seçim yenilgisinin yarattığı hayal kırıklığının değişim isteyen seçmende çaresizliği ve umutsuzluğu tetikleyerek büyük bir depresyon yarattığına ve bu büyük depresyonun henüz atlatılmadığına çıplak gözle tanıklık ettim. Bu depresyonun bir sonucu olarak da Kılıçdaroğlu’na, Akşener’e ama özellikle de Babacan ve Davutoğlu’na yönelik yer yer nefret boyutuna varan büyük tepkilere tanıklık ettim. Madımak katliamını protesto mitingine katılan on binlerce insanın ağırlıklı bölümünü bayram dolayısıyla köylerine gelen Sivaslılar oluştursa da Türkiye’nin hatta Avrupa’nın dört bir yanından farklı şehirlerden gelen binlerce insanın da mitinge katılmış olması, “muhalif seçmen” açısından bu gözlemi zayıflatmıyor, tersine güçlendiriyordu…
Sorular da yanıtlar da tepkiler de neredeyse aynıydı!
Her mecrada iletişimin artmış olması herkesi hem bilgili hem de birer “televizyon yorumcusu” yapmış durumda. Kiminle konuşursanız konuşun herkes her şeyin farkında, güvensizliğin ve depresyonun arka planında da bu gerçek var.
Seçmen, muhalefetin seçim sonuçlarıyla ilgili henüz bir özeleştiri yapmadığının da seçim yenilgisi sonrası süreci iyi yönetemediği için iç tartışmalara dönülerek ülke gündeminden kopulduğunun da farkında…
Seçmen, milletvekili seçilen Can Atalay’a sahip çıkılmadığını da “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” sloganı atan Akşener’in Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasına tavır koymak yerine “sobaya odun attığını” da biliyor…
“Millet”, oy oranı bile ölçülemeyen Babacan’ın seçimler sırasında, “Biz bütün oy kitlemizi olduğu gibi paket halinde CHP listelerine taşıyamayabiliriz” dedikten sonra, seçim sonrası hem de kibirli bir biçimde kendilerine “hediye” edilen “15 milletvekilinin helal olduğunu” söylemesini de Davutoğlu’nun “Halam bana oy vermeyecek” sözünü de not etmiş durumda!
Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye gelince…
Kızanların sayısı oldukça yüksek olsa da birçok kişi önce Kılıçdaroğlu’nun seçim döneminde iyi çalıştığını peşinen kabul ediyor, sonra eleştirmeye başlıyor. Seçim sonrası hamlelerini beğenmiyor, hem MYK hem de “Başdanışman” olarak yaptığı “yeni” atamaları sahiplenmiyor, bunun da tetikleyici etkisiyle örgütsel ve politik değişim sözleri havada uçuşuyor ama sıra “çözüm nasıl olacak” sorusuna geldiğinde de yorumlar havada asılı kalıyor!
Değişim sözleri yere inmeden havada asılı kaldığı için Kılıçdaroğlu’nun son on yıllık “kurmay heyetinde” yer almış, son MYK’da ya da milletvekili listelerinde yer bulamamış isimlerin “değişimle ilgili” açıklamalar yapması, yenilgiyi üstlenmek ve geri çekilmek yerine yeni dönemde pozisyon alma hamleleri olarak yorumlanıyor. Bu çıkışlar sahici ve inandırıcı bulunmadığı gibi Kılıçdaroğlu’na yönelik tepkilerin azalmasına, tepkilerin kendilerine yönelmesine neden oluyor!
29 Mayıs sabahından itibaren yaptığı “değişim” vurgularıyla potansiyel olarak CHP Genel Başkan adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun buna rağmen aday olup olmadığının, nasıl bir değişim istediğinin belirsiz olması parti içinde mesafeyi Kılıçdaroğlu lehine açıyor. İmamoğlu’nun önceki gün yayımladığı manifesto öncesi açılan internet sitesindeki “İktidar İçin Değişim” başlıklı yazı da “nasıl bir değişim” sorusuna yeterince cevap veremediği için bu gerçeği şimdilik değiştirmekten uzak görünüyor.
Seçmenin, seçim yenilgisinden, seçim sürecini birlikte yürüten 6’lı Masa’nın genel başkanlarından da İmamoğlu ve Yavaş’tan da daha fazla etkilendiği açık. Muhalefet seçmenin güven ve adalet duygusu yalnızca iktidara yönelik değil muhalefete yönelik de kaybolmuş durumda. Muhalefet seçmeni kendi başkanını da, partisini de sahici ve inandırıcı bulmaktan uzaklaşmış durumda…
Nasıl olmasın?
Hem seçim öncesi hem de seçim sonrası ciddi bir siyasi cüret örneği gösteren, muhalefetin yeniden ayağa kalkma potansiyeli olduğunu sabah akşam anlatan, seçim galibiyetinin verdiği kibirle daha da saldırganlaşan iktidara karşı onun çizdiği muhalefet etme sınırlarını tanımayarak doğrudan muhalefeti yükselten, “siyasal İslam'la hesaplaşmadan Türkiye normalleşmez” diyen TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın gözaltına alınmasına bile ilk iki gün tavır koymak bir yana açıklama bile yapılamadı. İYİ Parti yaptığı açıklamalarla fiili olarak Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasına destek verdiği gibi, CHP ve Kılıçdaroğlu da tutuklanma gerçekleştikten sonra açıklama yaptı. “38 milletvekilliği kapanlar” ise tutukluluğu bile görmezden geldiler!
Seçim yenilgisi üzerinden 50 gün geçmişken ve muhalefet özeleştiri yapmadığı gibi memleketin ekonomik kriz, adaletsiz kararlar, dış politika gibi temel mesellerinden kopmuş bir görüntü veriyor olmasına rağmen binlerce insan halen alanlara çıkıyorsa bu ciddi bir arayışın, ayağa kalkma isteğinin bir sonucudur.
CHP başta olmak üzere HDP’den TİP’e, İYİ Partiden SOL Parti’ye kadar muhalefet bir bütün olarak kendi hesaplaşmasını, özeleştirisini ve değişimini bir an önce yapıp sahaya inmelidir. Merdan Yanardağ’ın tutuklanması ve tutukluluğuna itirazın reddedilmesi yalnızca son halkalardan biri. İktidarın “alternatif medyasız ve muhalefetsiz bir Türkiye” için yerel seçimlere kadar yeni planlarının olduğu açık. Meclise gelen fezlekeler bunu gösteriyor. Haksızlığa karşı ortak bir tavır geliştirilemezse dokunulmazlığı kalkan Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak, yarın İmamoğlu ve Kaftancıoğlu benzeri ceza kararları alınması sürpriz olmaz!
25 milyon 500 bin seçmen oyu heba edilmeyecekse, yeniden ayağa kalkmak isteniliyorsa siyaset yapma biçimini değiştirmek gerekir. Bunun için öncelikle siyaseti “Genel Başkanların açıklamaları” dışına sokağa, fabrikaya, üniversiteye taşımalı, siyaseti toplumsallaştırmalı! Örneğin CHP, ayağa kalkmak, güven vermek için bu Cumartesi haftalardır bir araya gelmeleri engellenen Cumartesi Anneleri’yle Galatasaray Lisesi önünde buluşmalı, önümüzdeki hafta Salı günü de Grup Toplantısı’nı mecliste değil Silivri Cezaevi önünde yapmalıdır!