Aytuna Tosunoglu
AŞIRI
Dünya Ekonomik Forumu her sene olduğu üzere, bu sene de üşenmemiş sular seller gibi bir 2021 Küresel Risk Raporu yazmış. Rapor bir haftadır elimde, evirip çevirip okuyorum. Bitti sandığım yerde bakıyorum, başındayım. Ortaladığım noktada ise bir bitirmişlik hissi… “Aşırı fenomenler” ve “şeyler” insanı böyle yapar.
Rapor, “Biz dediydik” cümleleriyle başlıyor. Haklılar. Demişler, gerçekten. 2006’da küresel seyahat modellerinin yayılımı kolaylaştırdığı ölümcül bir grip virüsü tehdidinden bahsetmişler. Sadece bunu demekle kalmayıp, virüsün etkilerinin seyahat, turizm ve diğer hizmet sektörlerinin yanı sıra imalat ve perakende tedarik zincirlerinin ciddi şekilde bozulmasını da öngörmüşler. Buradan hareketle küresel ticaretin, yatırımcı iştahının ve tüketim talebinin uzun vadeli zarar görebileceğini ifade etmişler. Sonra, 2013 yılına ait raporda antibiyotiklere direnç sonucu gelişecek yeni pandemilere dikkat çekmişler (geçen hafta bu köşede “Sıradaki Salgın” başlığıyla konu hakkında farklı kaynaklara dayanarak yazmıştım). Derken, 2016 yılındaki raporda Ebola krizine, 2019 raporunda biyolojik tehditlere ve 2019’da pandemi patlamadan önce yani, sağlık sistemlerinin aşırı yükten gerilmesine dikkat çekmişler. Dolayısıyla bir aferini hakkediyorlar. Ya da benim gibi başka yerde dolanıyorsanız, sistemlerimizin geliştiği ölçüde biz de aşırılaşıyoruz diye düşünebilirsiniz.
2021 Küresel Risk Raporu’nun amacı dünyanın riske daha duyarlı bir hale gelmesine dikkat çekmek ve risk nereden geliyorsa onu belirleyip “karar verici”lere iletmek ve etkili yollar geliştirmeye önayak olmak şeklinde özetlenebilir. Nedense aklıma homeopati geldi. Hani, benzerin benzeri iyileştirdiği durum… Tercih konumunda bile olmadığımızı düşünüyorum. Her şey gözümüzün önünde gelişiyor.
Raporun dikkat çeken noktalarından biri, yapılan analizlerin gittikçe genişleyen eşitsizlikler ve toplumsal parçalanma risklerine odaklanması. Sağlık sektörü çıktıları, teknoloji ve işgücü fırsatlarındaki eşitsizlikler pandeminin ortaya koyduğu dinamiklerin bir sonucu olarak okunuyor. “Diğerleri” diyerek bizimki gibi gelişmesini tamamlamamış ya da gelişmekte olan ülkeleri kastediyor olmalılar. Özetle diyorlar ki, halihazırda var olan toplumsal bölünmeler genişlemeye devam edecek, güvenlikçi politikalar artacak, ekonomik kapasite zorlandıkça zorlanacak. Ekonomik eşitsizlikler ve toplumsal bölünmeler karşısında bir şey yapmayan iktidarların tüm insanlık için bir tehdit oluşturan iklim değişikliği konusunda dünya ile birlikte hareket etmesini beklemeyiz, diyorlar. Yakın gelecekte de genişlemeye devam edecek toplumsal bölünme nedenlerini pandemiden kurtulamamaya, dolayısıyla oradan da eklenerek gelecek işsizlik durumuna bağlıyorlar. Gençlerin hayal kırıklığı yaşaması (ki dijital eşitsizlik, teknolojiye erişimde eşitsizlik ve son on yılda dünya gençliğinin olağanüstü baskılarla karşı karşıya kalmış olması olarak analiz edilmiş), yeni fırsatları tümüyle kaçıracakları için olabilir, diyorlar.
Rapora göre, önümüzdeki on yılın yüksek olasılıklı riskleri aşırı hava koşulları (iklim değişikliği), insan kaynaklı çevresel hasar, dijital eşitsizlik ve siber güvenlik hataları. Gelecek on yılın etki oranı yüksek riskleri olarak, bulaşıcı hastalıkları birinci sıraya koymuşlar. İkinci sırada ise iklim değişikliği için alınacak önlemlere uymama dolayısıyla eylem başarısızlığı ve diğer çevresel riskler geliyor. Sonra da sırasıyla, geçim krizi, borç krizi, IT altyapısının bozulması olarak belirlenmiş. Yaygın bir istihdam ve geçim krizi ise Küresel Risk Raporu’nun öngörüsüne göre önümüzdeki iki yılda kendisini her zamankinden daha fazla hissettirecek.
Aşırı fenomenler ve şeyler insanı böyle yapar; kötülük karşısında iyilik stratejisi geliştirmenize engel olur. Düzeni değiştirirsek eli böğründe kalmayız.