Mutlu Hesapçı
Treplev’in anlaşılma çabası
Bu aralar kendimi yazarların karakterlerine dönüşmüş olarak buluyorum ve öyle hissediyorum. Bu karakterlerden biri de Çehov’un ‘Martı’ eserindeki Treplev karakteri… Kahramanımız yazarlık denemeleri yapan genç bir oyun yazarı. Dönemin edebiyat anlayışını reddeden ve yenilikçi denemeler yapan biri ama kabul görmüyor ve aşkın içinde de düşünce hayatı allak bullak oluyor.
Ne yazarlıkta kendini kanıtlayabilmiş ne de isteklerini gerçekleştirebilmiş biri, aslında bir kaybeden.
Kendi istediği hayatı kurabilmesi ve istediği gibi yaşayabilmesi, içinde bulunduğu şartlardan dolayı o kadar zor ki!
Treplev’in yeni biçimler arayışında olması ve dayatılana karşı çıkması, basmakalıp ve demode olanın içinde yer almayı seçmemesi bana güç veriyor ama bedeli acı çekmek.
Ben de buradan hareketle aynı bildik düzen ve sistemin içinde kendimi sıkışmış hissediyorum, Treplev gibi kendimi ifade etmeye çalıştıkça anlaşılmıyor hissediyorum.
Dolayısıyla bir kaybediş hikâyesinin içine doğru mu sürükleniyorum acaba dediğim oluyor!
Malum medya ilişkiler ağı ve bu sürünün içine dâhil olmanın kurallarını oynayamayacak kadar amatörüm ve yorgunum diyebilirim.
Çehov’un Martı’sı, Treplev karakteri üzerinden yeniden kurgulandı
Treplev’i yeni bir enerjiyle canlandırabilmek mümkün mü? İşte bunu Ümit Erlim öyle iyi yapıyor ki Treplev küllerinden yeniden doğuyor.
Darısı benim başıma diyorum... ;)))
Oyunun adı ‘Treplev’ Çehov’un ‘Martı’ eserinden hareketle Treplev karakterinin gözünden yeniden kurgulanıyor. ‘Treplev’, Decollage Art Space ev sahipliğinde izleyiciyle buluşuyor çünkü oyun 3 katlı bir evde geçiyor.
Oyunu Ümit Erlim ve Başak Kıvılcım Ertanoğlu tasarladı
Ümit Erlim ve Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun tasarladığı tiyatro oyunu, üç ayrı kat üzerinden ilerliyor, üç bölümlü performansa dayalı 90 dakikalık canlı ve hareketli geçiyor.
Katlar arasında bizi dolaştırıyor ve etkinliğin içine bizi de dâhil ediyor. Hatta Treplev’in hayatındaki insanlar seyirciler arasında dolaşıyor ve Treplev kendi sormak istediği soruları ve yüzleşmeleri fotoğraflarla o karakterlere dönüşen seyircilerle yapıyor.
Bana bir karakter düşmedi ama Nina olmak isterdim ve belki başka bir son yazabilirdim.
Oyun da böyle gelişiyor aslında, Treplev’in ‘kaybediş ve kaybolma hikâyesini değiştirebilme gücü olabilir mi’ üzerinden hikâye başka türlü yol alıyor.
Klasikleşen metin yenilikçi tarzıyla hepimizi şaşırtıyor ve inanılmaz etkiliyor.
Özellikle boks ringinde geçen bir bölüm var ki yumruklar havada uçuştukça ben de hayata yumruklarımı sallamış gibi oldum.
Martı’yı bu şekilde yorumlama cesareti ve bunu yaparken de seyirciyi işin içine dâhil etme fikri çok özgün ve başarılı, bu sezon izlediğim oyunlar içinde bambaşka bir yerde duruyor. ‘Treplev’ kalıpların dışına çıkarak martı gibi özgürce uçabilme ve düşünebilme metaforunu yaratıyor.
Martının kanadına binmiş, uçuyordum eminim ama kanıtlayamam, işte öyle bir his!
“Aşk, ya bir zamanlar muazzam büyük olan bir şeyin büzülüp ufalmış bir kalıntısıdır ya da gelecekte gelişip muazzam büyük bir şeye dönüşecek bir şeyin bir parçasıdır. Ama içinde bulunduğu zamanda tatmin edici değildir. İnsanın beklentisinin çok azını karşılar.
Bu sondan başlayan bir hikâye. Sonunu bildiğimiz bir hikâye. Neyin beni oraya getirdiğiyle hiç ama hiç ilgilenmiyorum neden biliyor musunuz? Çünkü ölüler neden öldükleriyle ilgilenmezler. Ölü ölüdür diri de diri."
Olay, Sorin’in göl evinde, Rusya’da, aynı zamanda Decollage Art Space'in üç katında geçer. Üç katı da dolaşarak Treplev'in hikâyesine ortak olmaya ne dersiniz?