Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

Cesur, farklı, gerilim yaratan ve üzerine konuşulacak bir film

Türker Süer’in ilk kurmaca uzun metraj filmi ‘Gecenin Kıyısı’ sinemalarda. Filmin yapımcılığını Nadir Öperli, Viola Fügen ve Michael Weber üstleniyor. ‘Gecenin Kıyısı’ babalarının trajik ölümü sonrası yolları ayrı düşmüş iki subay kardeşin çatışmasını işleyen film 15 Temmuz gecesinde geçiyor. Dünya prömiyerini geçen yıl Venedik Film Festivali’nde gerçekleşen film Türkiye’de ilk gösterimini Adana Altın Koza Film Festivali’nde yaptı. Adana’da Yılmaz Güney Jüri Özel Ödülü, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü ve En İyi Kurgu Ödülü’nü, Ankara Film Festivali’nde de En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü’nü kazandı. Görüntü yönetmenliğini Matteo Cocco’nun üstlendiği, kurgusunu Rainer Nigrelli’nin, yapım tasarımını da Meral Efe Yurtseven ile Yunus Emre Yurtseven’in yaptığı filmin çok konuşulan ses tasarımında Jan Petzold’un ve müziklerinde Ozan Tekin’in imzası bulunuyor. ‘Gecenin Kıyısı’ filminde başarılı oyunculukları ile dikkat çeken iki isim Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman yer alırken, ayrıca Mert Tümer, Serkan Ilgaz, Yılmaz Gökgöz, Eda Akalın, Baran Akbulut, Şencan Güleryüz ve Ahmet Kaynak gibi başarılı oyuncular filmde bir araya gelmiş.

Cesur, farklı, gerilim yaratan ve üzerine konuşulacak bu filmi mutlaka izleyin derin. Oyunculuklar ise anlatılmaz izlemeniz gerekir. Adana Altın Koza Film Festivali’nde izlediğim ve etkilendiğim filmi senarist-yönetmeni Türker Süer ve yapımcısı Nadir Öperli ile konuştum.

whatsapp-image-2025-03-14-at-14-32-29.jpeg

TÜRKER SÜER; “Devletin insanlardan bu derece sadakat beklediği bir ülkede var olmak ne demek?”

‘Gecenin Kıyısı’ filminin çıkış noktası ne oldu ve senaryo nasıl ortaya çıktı?

Ben Almanya’da doğup büyüdüm ve orada yaşıyorum, ancak Türkiye’de olup bitenleri her zaman yakından takip ettim. Bu ülkeye karşı derin bir bağ hissediyorum. Türkiye her zaman bir zıtlıklar ülkesiydi, fakat son 10-15 yılda sanki aşırı bir kutuplaşma gelişti. Gerçi bunlar dünyanın her yerinde gerçekleşen gelişmeler. Güvensizlik arttı ve bundan ziyade, sanki herkes herkese aktif bir şekilde güvenmiyor, yani karşı taraftan kötülük bekliyor. Herkes çok öfkeli. İşte buradan yola çıktım, çünkü bu, kendimce anlamak istediğim bir şeydi: Bu öfke, bu nefret nereden geliyor? Bu koşullar altında, böyle bir toplumda insan olmak ne demek? Her şeyin ve herkesin hızla şüpheli hale gelebildiği bir dünyada yaşamak nasıl bir his? Devletin insanlardan bu derece sadakat beklediği bir ülkede var olmak ne demek?

“Eşim fısıldayarak “Türkiye’de darbe oluyor” diye uyandırdı”

15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’de yaşanırken siz neredeydiniz, neler hissettiniz ve olaya bakış açınız ne oldu?

Ben Almanya’daydım. O akşam oğlumu yatırmıştım ve onunla uyuyakalmışım. Eşim fısıldayarak “Türkiye’de darbe oluyor” diye uyandırdı. O anın uyku sersemliğiyle çok garip bir andı, sanki bir rüyanın devamı gibiydi. Gerçek değilmiş gibi... Tabii ki Türkiye’de yaşananlarla kıyaslanamaz. İnternet üzerinden olayları sabaha kadar canlı takip ettik.

“Bir kardeş sisteme uyum sağlarken, diğeri nasıl hareket ediyor?”

Neden iki kardeş hikâyesi ve fonda 15 Temmuz darbesi?

Aile ilişkileri ve özellikle kardeş hikâyeleri her zaman ilgimi çekmiştir. Nedenini tam olarak kelimelerle ifade etmek biraz imkânsız. Sanırım sonuçta filmi, kelimelerle ifade edemediğim için çekiyorum. Aile çok ilginç bir şey. Sana yardımcı olabilir ve seni mahvedebilir de. Belki de nefret ettiğin birisiyle ömür boyu zorunlu bir bağlılık paylaşıyorsun. Hikâyeye karar verdiğimde darbe girişimi fikir olarak çok hızlı bir şekilde senaryoya dahil oldu. Bahsettiğim o derin kutuplaşma ve güvensizlik duygusunu daha iyi yansıtabilmemi sağladı. Elbette insanî açıdan büyük trajediler yaşandı. Anlatım açısından bakarsak, böylesine sarsıcı bir olay karakterlerin dünyasını altüst eden bir unsur oldu. Onları inançlarını sorgulamaya itti. Bu da anlatım açısından son derece etkileyici bir malzeme. Senaryo yazım sürecinde, kardeşlerin karşılaştıkları zorluklarla nasıl başa çıktıklarına ve bunun doğurduğu çatışmalara odaklandım. Stratejileri nedir? Bir kardeş sisteme uyum sağlarken, diğeri nasıl hareket ediyor? Tüm bu gerilime rağmen, hâlâ birlik olma arzuları var mı? Sürekli maruz kaldıkları şüphe ve güvensizlikle nasıl başa çıkıyorlar? Uyum sağlayarak mı, yoksa isyan ederek mi?

“Askerî yapı, özellikle de Türkiye’de, toplumu çok iyi yansıtıyor”

Sizin ailenizde asker var mı? Askerî bir aile ve hikâyesini anlatma ihtiyacını neden hissettiniz?

Bizim ailemizde askerliği meslek olarak yapan kimse yok. Ancak askerî yapı, özellikle de Türkiye’de, toplumu çok iyi yansıtıyor. Son yıllarda sanki giderek daha otoriterleşen bir toplumda, disiplin ve itaat kavramları önemli bir yer tutuyor. Filmde asker karakterleri kullanmamın bir sebebi, aile içinde kuşaktan kuşağa aktarılan baskıları ve zorunlu bağlılıkları göstermekti. Bu, aynı zamanda toplumsal yapının bir yansıması olarak da görülebilir.

gecenin-kiyisi-poster-70x100-online.jpg

“Oyuncunun seni heyecanlandırması lazım”

Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman müthiş oynuyorlar. Oyuncu kadrosunu nasıl belirlediniz?

Ahmet Rıfat Şungar’ı daha önceki işlerinden tanıyordum ve çok beğeniyordum. Onunla ilk görüştüğümüzde hemen, “Evet, bu rolü oynamalı” diye düşündüm. Berk Hakman’la da benzer bir süreç yaşadık. Başka oyunculara da baktık ama aklım hep Berk’te kaldı. Sanırım böyle bir his olması lazım. Evet, tabii ki, ayrıca oyunculuğuyla tatmin olman gerekiyor, ama bu o kadar çok oyuncu için geçerli ki. Sonuçta o insanı gördüğün an, içindeki his, “Evet, kesinlikle bu,” demeli. Oyuncuya bir nevi âşık olman lazım, çünkü onunla ilgili meraklı olman gerekiyor, oyuncunun seni heyecanlandırması lazım. Eğer beni heyecanlandırmıyorsa, seyirciyi de ben heyecanlandıramam.

“Türkiye’de alacağımız tepki benim için çok önemliydi”

Filmi Adana Altın Koza Film Festivali’nde izledim. Anlamlı ödüller de kazandı. Türkiye’deki ilk gösterimde ödül bekliyor muydunuz? Özellikle Yılmaz Güney Ödülü’nün sizin için farklı bir anlamı var mı?

Açıkçası ödül hiç düşünmüyordum. Veya düşünmeye izin vermiyordum kendime. Ödül törenlerine maalesef pek katlanamıyorum, fiziksel olarak rahatsız oluyorum. Ama her şey güzel bir sona – ya da bir başlangıca – bağlandı. Bu ödül tabii ki benim için çok büyük bir önem taşıyor. Öncelikle, Türkiye’de alacağımız tepki benim için çok önemliydi. Sonra adı üstünde: Yılmaz Güney. Yılmaz Güney’in bazı filmlerinin kareleri hâlâ zihnime kazınmış durumda. Ve üstelik bu ödülü Nuri Bilge Ceylan’ın ellerinden almak, tüm festivaller arasında benim için en unutulmaz anlardan biriydi.

Film Türkiye’de vizyona giriyor. Neden insanlar bu filmi izlesin?

Bazı insanlar için sinema, kendi hayatlarından ne kadar uzaklaşmalarını sağlıyorsa, yani orada 90 dakika boyunca kendi problemlerini unutabiliyorlarsa, o kadar iyidir. Bende ise tam tersi. Ben, izlediğim hikâyelerde – ister film ister roman olsun – kendi hayatımla ilgili çözümler arıyorum. Beni en çok etkileyen filmler, bana “Bu benim hayatımla ilgili” hissi veren filmler olmuştur. Karakterler ve konular bambaşka olabilir ama o duygu ortak kalır. Şu kesindir fakat: ‘Gecenin Kıyısı’nda bir çözüm sunmuyorum. Çünkü çözüm bende de yok. Sadece, bütün bu şartlar altında insan olmanın ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorum. Ve bu çabam sırasında, karşımdaki insanda kendimden bir şeyler görebilirsem, onun da aslında aynı şeyleri anlamaya ve aramaya çalıştığını fark edersem, belki bu güzel bir başlangıç olabilir.

gecenin-kiyisi-07-matteococco.jpg

“Türkiye’de çalışmaya devam etmek isterim”

İlk uzun metrajınız “Gecenin Kıyısı” büyük ses getirdi, ödüller kazandı. Peki, bundan sonraki projeleriniz neler?

Şu an üzerinde çalıştığım projeler var ama henüz detay vermek için erken. Fakat şunu söyleyebilirim: Kesinlikle Türkiye’de çalışmaya devam etmek isterim.

Almanya’da Türk kalmak, Türkiye’de Alman kalmak duygusunu yaşıyor musunuz? Arada kalma durumu oluyor mu?

Evet, kesinlikle. Ama bu sadece iki kültür arasında olmaktan mı kaynaklanıyor, yoksa benim doğam mı böyle, bilemiyorum. Bildim bileli, nerede olursam olayım, hep dışarıdan bakan biri gibi hissettim kendimi. İçinde bulunduğum topluluğun, ülkenin ya da grubun bir parçası olmak istesem de her zaman bir yalnızlık ve tek başınalık hissi var. Bu konu hakkında bir hayli söylenecek şeyler var daha ve bütün bunlar daha gençken veya ergenlik çağında daha çok daha önemliydi. Fakat artık pek düşünmüyorum bu tür şeyleri. Almanya, Türkiye ve bütün dünyadaki gelişmeler ile bu tekrardan değişebilir.

2024-adanaff-odul-toreni-nadir-operli-yapimci-en-iyi-kurgu-1-2.jpg

NADİR ÖPERLİ; “Kişisel kaygılarımın esiri olursam, bağımsız film alanında yapımcılık yapmamın da anlamı yok”

‘Gecenin Kıyısı’ filminin hikâyesi ile buluşma nasıl oldu ve projeye yapımcı olma kararı, film yapım süreci nasıl gerçekleşti?

Projeyi, ilk olarak, 2020’nin yaz aylarında, pandemi nedeniyle yaşamın sekteye uğradığı bir dönemde, Almanya’daki yapımcısı Viola Fügen’den duymuştum. Gecenin Kıyısı’nın senaryosunu benimle paylaştı ve filmin senarist-yönetmeni Türker Süer ile birlikte, online bir toplantı yaptık. Senaryoda beni en çok çarpan şey, Türkiye’de ben dâhil kimsenin dokunmak istemediği, hakkında haber ve propaganda içeriği dışında neredeyse içerik üretilmeyen (ya da üretilemeyen) bir konuya sakin ve insani yaklaşımı oldu. Hem yapımcı, hem izleyici olarak, büyük siyasi ve toplumsal olayların, sıradan insanların hayatına olan etkilerine dair hikâyeler özel olarak ilgimi çekiyor zaten. Gecenin Kıyısı’nın senaryosunu okuyup Türker’le tanışıp onun filmin hikâyesine, karakterlerine yaklaşımındaki derinliği ve hamasi değil insani bir hikâye anlatma niyetinde olduğunu anlayınca, olası yapım zorluklarını düşünmeden filme dâhil olmaya karar verdim.

“Sanatta ifade özgürlüğü için mücadele etmeli”

Filmde 15 Temmuz darbesi fonda gözükse de 15 Temmuz etrafında ilerleyen bir kardeşlik hikâyesi var. Filmde 15 Temmuz darbesinin geçmesi sizi tedirgin etmedi mi ve bir yapımcı olarak risk aldım diyebilir misiniz, Türkiye’den gelecek eleştirilere karşı neler söyleyeceksiniz?

Tabii ki tedirgin etti. Ama tedirgin etmesinin nedeni, 15 Temmuz’dan çok, ilk defa ve de pandemi şartları nedeniyle ‘online’ olarak tanıştığım bir yönetmenle, muhtemelen çok zorlu olacak bir ilk film yolculuğuna çıkıp çıkmama kararına dairdi. Ben, Türkiye’de yaşanan, günden güne baskısı daha da fazla hissedilen otoriterleşme, sansür ve otosansür ortamına rağmen, her konuda film yapılabileceğini, sanatta ifade özgürlüğü için mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kişisel kaygılarımın, korkularımın esiri olursam, bağımsız film alanında yapımcılık yapmamın da anlamı yok. Zaten senaryonun ve Türker’in yönetmenlik yaklaşımının, 15 Temmuz tartışmalarında bir taraf olmaya çalışmakla ilgisi olmadığını anlamam çok da uzun sürmedi. Bir yapımcı, filmin içeriğinden bağımsız olarak gün be gün pek çok riskle muhatap oluyor. Risk almadan ilerlemenin mümkün olduğu bir alan değil bu, dolayısıyla her filmle belirli bir risk alıyorsunuz tabii ki. Ama Gecenin Kıyısı’nda, 15 Temmuz, ne yazık ki ülkemizdeki pek çok başka mesele gibi ‘taraf tutmayanın bertaraf olduğu’, özgürce tartışılamayan bir konu olduğu için, filmi yapabileceğimiz şartları oluşturabilme konusunda ekstra bir tedirginlik olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’de, vizyondan önce Adana Film Festivali, Ankara Film Festivali, Suç ve Ceza Filmleri Festivali ve dağıtımcımız Bir Film’in düzenlediği 11! gösterimlerinde seyirciyle buluştu film. Genel izlenimimiz, seyircinin filmimizi bizim yaptığımız yerden algıladığı yönünde oldu. Zaten sizin de dediğiniz gibi film, 15 Temmuz hakkında bir film de değil, daha çok, siyasi güç dengeleri değişirken hayatları mahvolan iki asker kardeşin ilişkisi üzerine. Bu açıdan evrensel ve zamansız bir hikâye anlattığını söyleyebilirim.

“Bu özgürlük sandığınız şey gerçekten özgürlük olabilir mi?”

Filmin sizin için anlamı ve önemi, derdi ne ve ne anlatıyor sizin gözünüzden?

Filmin benim için önemi şu: Siyasi çekişmelerin hayatın her alanını kapladığı, aile içi ilişkilerde bile bir kırılma yarattığı bir ortamda, bunlar yokmuş gibi yapmak, kendi inandığınız değerler ve ideallerle yaşamınızı sürdürebilmek, özünde özgür kalabilmek ne kadar mümkün? Ve bu özgürlük sandığınız şey gerçekten özgürlük olabilir mi? Film, iki asker kardeşin zorunlu bir yolculuğa çıkmasının hikâyesi. Yolculukları, hiç kimsenin beklemediği bir darbenin yaşanmasıyla, uzun, bitmek bilmeyen bir geceye evriliyor. Ve kimin dost, kimin düşman olduğunun belirsiz olduğu, o gergin ve muğlak gecede, hem birbirleriyle, yıllardır hasıraltı ettikleri aile sırları ve travmalarıyla; hem de hayatlarını üzerine inşa ettikleri ideallerle yüzleşmek zorunda kalıyorlar.

“Ben de herkes gibi çok öfkeli ve kaygılıyım”

Filmin aklımda kalan en vurucu cümlesi ise; “Benim özgürlüğüm senin bana verebileceğin bir şey değil” Ama… desem cümleye dair neler söylersiniz? Türkiye’de özgürlük özlediğimiz bir duruma dönüştü, çünkü bize verilen kadar özgürüz sanki...

Alıntıladığınız cümle beni de çok etkiliyor. Tabii, filmde iki kardeş arasında, kendi kişisel geçmişlerine dair söylenen bir cümle aslında. Sizin de soruyu sorduğunuz yerden, filmdeki bağlamından hafif çıkarırsam, şöyle tamamlarım sanırım: “…Ama senin özgürlüğün için mücadele etmek beni de özgürleştirecek.” Sorunun son cümlesindeki tespitinize katılmamak mümkün değil. Fakat özgürlük zaten edilgen bir şekilde, bize verilmesini beklediğimiz bir şey olmamalı. Mücadele ederek, kendi korkularımızla yüzleşip onların üzerine giderek, sistemin dayatmalarını zorlayarak, ortak bir mücadele içinde elde edebileceğimiz bir şey özgürlük. Ne yazık ki, özellikle 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL sürecinin yarattığı demokratik erozyonun etkilerini, başta yargı süreçlerinde olmak üzere, hemen her alanda bugün de derin bir şekilde hissediyoruz. Bu ülkeyi ileri götürmek, demokratik alanı, sanatsal üretimi, ifade özgürlüğünü derinleştirmek için mücadele etmiş pek çok fikir insanı, deli saçması iddianamelerle hapiste tutuluyor. Bu konuda ben de herkes gibi çok öfkeli ve kaygılıyım.

Nadir Öperli, yapımcı olarak bir işe imza atıyorsa mutlaka uluslararası bir proje ortaya çıkar, filmleri dünyada ve Türkiye’de ödüllendirilir algısı oluşmuş durumda. Siz bu değerlendirmeme nasıl bakıyorsunuz, yapımcılık dediğin aslında bu değil mi?

Tabii kamuoyuyla, sadece yapabildiğiniz projeler buluşuyor ve bu yapabildiğim filmler yıllar içinde bahsettiğiniz gibi bir algı yarattıysa ne mutlu. Bir filmi yaparken odak noktamız genelde onu eldeki imkânlarla en iyi şekilde nasıl hayata geçirebileceğimiz. Yapım sürecinde festival, ödül, gişe gibi şeyleri düşünmemeye, yönetmenin yapmak istediği şeyi en iyi ortaya çıkarabileceği şartları yaratmaya öncelik vermeye çalışıyoruz. Zaten bir filmi tamamlamamız fikir aşamasından seyirciyle buluşmasına kadar en az üç yıl sürüyor, çoğunlukla bundan da uzun. Dolayısıyla sizin filmi planladığınız zamanki dünyayla tamamladığınız zamanki dünya bambaşka yerler olabilir. O yüzden kontrol edemeyeceğimiz, başkalarının beğenileri ve kararları üzerinden ilerleyen gösterim süreçlerini filmi bitirmeye yakın düşünmeye çalışıyoruz. Keşke dediğiniz gibi, her el attığım projeyi hayata geçirebilsem, ama her yıl bir film yapabiliyorsak, yapmak istediğimiz en az üç-dört projeyi yapamıyoruz. Bugüne dek hayata geçirmeyi çok istediğim ama farklı nedenlerle gerçekleştiremediğim sayısız proje olmuştur. Bağımsız bir filmin yapımı, sizin dışınızda karar vericilerin de dahil olduğu, karmaşık ve ne kadar iyi bir yapı kursanız da yüzde yüz kontrol etmenin mümkün olmadığı bir alan.

“Berk ile Rıfat’ın arasındaki kimya çok güçlüydü”

Tekelleşme mevzusunun sizi zorda bıraktığı durumlar oldu mu? Filmlerinizdeki oyuncu kadrolarına baktığımda çok iyi bir cast görüyorum. Bu projede oyuncu kadrosu nasıl şekillendi ve belirlendi?

Hayır. Daha çok, ülkedeki sansür ve otosansür ortamının getirdiği, sizin de başta belirttiğiniz tedirginlik halinin, bazı filmlerde istediğimiz oyuncularla çalışmamıza engel olduğu durumlar yaşadık ne yazık ki. Ama bunu da kesinlikle oyuncuları ya da menajerleri suçlamak için söylemiyorum, bu korku ikliminde, biz de empatiyle karşılamaya çalışıyoruz bu durumları. Gecenin Kıyısı’nda bu açıdan çok şanslıydık, yollarımız bizi ve projeyi anlamaya çok açık, müthiş oyuncularla kesişti. Gecenin Kıyısı’nda da cast direktörlerimiz Ezgi Baltaş ve Berfin Elif Binbay’la çok erken bir aşamada çalışmaya başladık, oyuncu seçim sürecinde onların da çok değerli katkıları oldu. Şu an filmde Sinan karakterini canlandıran Ahmet Rıfat Şungar, filme ilk dahil olan oyuncuydu. Rıfat da zamanı el verdikçe, diğer kardeşi bulmamız için oyuncu seçim süreçlerine katıldı. İki kardeşi bir arada görmek, Kenan karakterini oynayacak oyuncuya karar verme sürecinde çok faydalı oldu. Berk ile Rıfat’ın arasındaki kimya, yıllardır tanışıyor olmalarının da etkisiyle, çok güçlüydü ve ilk anda hepimizi çok etkiledi. Ama yine de, nihai kararımızı vermeden önce, Ezgi ve Berfin’in önerdiği ve Türker’in de aklında olan tüm oyuncularla görüşmeye çalıştık. Bu da genel olarak filmlerimizin cast sürecinde çok önemsediğimiz bir şey. Bir oyuncuyu çok beğenseniz de acele karar vermemek, süreci zamana yaymak, farklı oyuncularla tanışıp o rolde onları da görmek, kararınızı daha da olgunlaştırıyor. Bazen de hiç aklınızda olmayan bir performansla karşılaşıp ilk kararınızı değiştirmenizi sağlayabiliyor.

Yeni projelerinizi heyecanla bekliyorum, sırada en yakın zamanda neler var?

Şu anda, ana yapımcısı olduğumuz Emin Alper’in yeni filmi ‘Kurtuluş’ ile ortak yapımcısı olduğumuz İlker Çatak’ın son filmi ‘Sarı Zarflar’ın post prodüksiyon süreçleri devam ediyor. Her şey yolunda giderse, iki filmi de 2025 yılı içinde seyirciyle buluşturabilmeyi umuyoruz. Bunun dışında geliştirme aşamasında olan, finansman arayışında olduğumuz çok sayıda film var. Ama şu anki enflasyonist ortamda, filmlerin finansmanlarını tamamlamamız beklediğimizden çok daha uzun sürebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi