Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“Çocukken başarılarımdan dolayı çok fazla övülüyordum”

Yıllar önce Sunay Akın ile tv8’de program yaptığımız yıllarda kendisiyle tanışmıştım. Sunay Akın övgüyle söz etmiş, yere göğe sığdıramamıştı. Bu övgüleri sonuna kadar hak eden biriydi, eğitimi, duruşu ve kişiliğiyle “İyi ki tanıdım” demiştim. Zaten yıllar içinde herkes tarafından tanınan, sevilen ve alanında uzman isimlerden biri de oldu. Doç. Dr. Özgür Bolat, Boğaziçi’ni birincilikle bitirdi. Türk Eğitim Vakfı’ndan burs aldı, Harvard’ı 4:00 ortalamayla bitirdi. Türkiye’ye döndükten sonra Boğaziçi’nde öğretim üyeliği yaptı. Üstün zekalılar okulunda çalıştı. Doktora için Cambridge Üniversitesi’ne gitti ve ‘En Genç Araştırmacı Ödülü’ aldı. Bir yıl da MIT’e gitti, orada da liderlik üzerine çalıştı. Tekrar Türkiye’ye dönerek çocuk yetiştirme modelinin ülkemizde ne kadar yanlış olduğuna dair kafa yormaya başladı ve çocukların eğitimi üzerine çalışmalara, aileleri bilgilendirmeye devam ediyor. Eğitim bilimci Doç. Dr. Özgür Bolat ile yeni kitabı ‘Beni Övgüyle Utandırma’ üzerine konuştuk. Özgür’ü tanıştığım günden beri övmeye devam edeceğim, utanır mı orası ona kalmış. : )) Herkese iyi pazarlar dileriz.

whatsapp-image-2025-02-28-at-21-44-04-1.jpeg

‘Beni Övgüyle Utandırma’ kitabın hayırlı olsun, nasıl bir çalışma oldu ve bu konu çerçevesinde kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Sekiz yıl önce ‘Beni Ödülle Cezalandırma’ kitabımı yazmıştım. O kitapta ödüllerin zararlarını anlattım ve doğal olarak övgü konusuna da değindim. Çünkü övgü, sosyal bir ödül ve benzer mekanizmalarla çalışıyor. O süreçte fark ettim ki övgünün etkileri üzerine yapılan araştırmalar oldukça çelişkili. Bu yüzden literatürü detaylı bir şekilde taramaya başladım. Ancak övgü mekanizmasını tam anlamıyla çözmek zaman aldı. Son 50 yılın araştırmalarını tekrar detaylıca inceledim ve gördüm ki birçok çalışma birbirine zıt sonuçlar veriyor. Bunun neden böyle olduğunu, hangi bağlamlarda çakıştığını anlamak için uzun bir analiz sürecinden geçtim. Kitabın çıkması sekiz yılımı aldı, ancak son iki yıl boyunca çok yoğun bir şekilde çalışarak tamamladım.

“Bizim toplumumuz yarış odaklı”

Peki, neden bu kitabı yazdın?

Çünkü bizim toplumumuz yarış odaklı ve kolektif bir kültüre sahip. İnsanlar dış motivasyona çok bağımlı, sürekli övgüyle motive edilmeye çalışılıyor. Ancak bu durum bireylerde onaylanma ihtiyacını artırıyor ve içsel referanslarını zayıflatıyor. Halbuki ben, insanların motivasyonlarının dışarıdan değil, kendi içlerinden, yani değerlerinden, meraklarından ve ilgi alanlarından gelmesi gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden, övgü yerine bu tür içsel motivasyon kaynaklarını güçlendirmek gerektiğini topluma anlatmak istedim ve bu kitap doğdu.

“Övgü, dışsal bağımlılığa dönüşüyor”

Övgü bir çocuğun hayatında buradan yola çıkarak bir insanın ileriki yaşlarında ne kadar etkili ve önemli?

Övgü, bir çocuğun hayatında sanılandan çok daha derin ve uzun vadeli etkilere sahip. Kısa vadede, çocuğun motivasyonunu artırıyor ama uzun vadede onaya bağımlılık yaratabiliyor ve çocuğun kendi içsel referanslarını geliştirmesini engelliyor. Övgüyle büyüyen bir çocuk, ilerleyen yaşlarında kendini değerli hissetmek için dışarıdan gelen onaylara ihtiyaç duymaya başlıyor. Özellikle sürekli övülen çocuklar, yaptıkları işten çok, aldıkları onaya odaklanıyorlar. Bu da zamanla risk almaktan kaçınmalarına, hata yapmaktan korkmalarına ve yaratıcılıklarını kaybetmelerine yol açabiliyor. Çünkü kendilerini geliştirmekten ziyade, başkalarının gözünde “yeterince iyi” olup olmadıklarını sorguluyorlar. Bu durum yetişkinlikte de devam ediyor. Övgüyle büyüyen bireyler, başkalarının beklentilerine göre hareket etme eğiliminde oluyor ve içsel motivasyonları zayıflıyor. Övgü, bir süre sonra içsel güven yerine dışsal bir bağımlılığa dönüşüyor. Sonuç olarak, önemli olan, çocuğun kendi değerini dışarıdan gelen övgülerle değil, kendi çabası ve içsel tatminiyle inşa etmesi.

“Kişi odaklı övgüler, çocuğun hapishanesi olabiliyor”

Çocuklarımızı sıkça mı övüyoruz? Sıkça övmenin ne tür sakıncaları var?

Evet, çocukları sıkça övüyoruz, özellikle de "Zekisin", "Aklın çok iyi çalışıyor" veya "Ne kadar yeteneklisin" gibi ifadelerle. Bu övgüler gelişimlerini ciddi şekilde engelliyor. Çünkü bir çocuk "zeki" olarak etiketlendiğinde, bu etiketi kaybetmemek için zor işlerden ve risk almaktan kaçınmaya başlıyor. Övgü, özellikle de kişi odaklı övgü – yani çocuğun çabasını değil, doğuştan gelen özelliklerini öne çıkaran övgü – uzun vadede olumsuz etkilere yol açıyor. Carol Dweck’in araştırmaları gösteriyor ki, zekâları övülen çocuklar başarısızlıkla karşılaştıklarında daha zorlu görevlerden kaçınıyor. Çünkü eğer başarısız olurlarsa, "zeki" imajlarını kaybedeceklerinden korkuyorlar. Bu yüzden kolay işleri tercih edip, bu etiketi korumaya çalışıyorlar. Sonuç? Hep duyduğumuz o klasik cümle: “Zeki ama çalışmıyor.” Üstelik bu sadece çalışma alışkanlıklarını değil, etik değerlerini de etkiliyor. Ünlü Çinli araştırmacı Li Zhao’nun çalışmaları, zekâları övülen çocukların, fırsat verildiğinde daha fazla kopya çektiğini ortaya koyuyor. Çünkü onlar için en önemli şey gerçekten öğrenmek değil, "zeki görünmeye" devam edebilmek. Onun için kişi odaklı övgüler, çocuğun hapishanesi olabiliyor.

“Geribildirim ile övgü arasındaki farkı bilmek gerekiyor”

Çocukları hangi alanlarda övmeliyiz ve bunun dozu ne olmalı?

Geribildirim ile övgü arasındaki farkı bilmek gerekiyor. Geribildirim ne demek? Kişinin, performansını veya gelişimini/öğrenmesini geliştirmek için kullanabileceği herhangi bir bilgidir. Övgü ile farkı ne? Övgü, kişinin kullanabileceği bir bilgi vermez. Sadece olumlu bir yargıda bulunur. Şöyle düşünün: Çocuk resim yapınca “Aferin!” dersek, çocuk resimde neyin güzel olduğunu ve neyin geliştirilmesi gerektiğini öğrenmez. Bir sonraki resmi daha iyi yapabilmek için kullanabileceği bir bilgi almaz. Ancak geribildirimden sonra kullandığımız aferin motivasyonu artırır. Diyelim ki çocuğumuz ya da öğrencimiz tüm bu süreçte konuştuklarımızı uyguladı ve resmini düzeltti. Bu durumda, ikinci kez bakıp “Aferin! Çok güzel olmuş” diyerek resmi övebilirim. Neden? Çünkü artık eminim ki çocuk bu övgüyü (“Aferin!) geribildirim olarak algılayacak. Özdeğerlendirme ve geribildirim sürecinden sonra gelen övgü, çocuğa şu mesajı verir: “Resmi nasıl geliştirebileceğimizi konuştuk ve sen de bunları uyguladın. Resmini geliştirdin.” Yani bu noktada söylenen “Aferin”, “Doğru yoldasın” anlamına gelir. Bu övgü, geribildirim niteliğinde olduğu için, çocuk yetkinlik kazandığını hisseder ve motivasyonu artar.

Övgü öz güveni ne kadar etkiler, ileride fazla övgüden narsist kişilikler çıkması mümkün mü?

Övgüyü iki temel şekilde sınıflandırabiliriz: 1. Kişi-odaklı övgü ("Mükemmel bir ressamsın!") ve süreç-odaklı övgü ("Bu resmi gerçekten özenle yapmışsın!"). 2. Abartısız övgü ("Güzel olmuş!") ve abartılı övgü ("Bu resim tam bir şaheser!"). Araştırmalar, yetişkinlerin özgüveni düşük çocuklara daha çok kişi-odaklı ("Sen harika bir ressamsın!") ve abartılı ("Bu resim mükemmel!") övgüler kullandığını gösteriyor. Özgüveni yüksek çocuklara ise daha çok süreç-odaklı ("Bu resimde güzel detaylar var!") ve normal ("Güzel olmuş.") övgüler veriliyor. Türkiye’de benim yaptığım araştırmada bu fark daha da belirginleşti: * Özgüveni düşük çocuklar için verilen övgülerin %60’ı abartılıydı. * Özgüveni yüksek çocuklar için ise bu oran sadece %25,5 idi. Çünkü yetişkinler, özgüveni düşük çocukların özlerinde bir eksiklik olduğunu düşünüyor ve bu eksikliği gidermek için kimliklerini hedef alan övgüler kullanıyorlar. Ancak özgüveni düşük çocuklar bu abartılı övgülere inanmakta zorlanıyor. Bu yüzden yetişkinler övgüyü daha da abartıyor. Araştırmalar gösteriyor ki evet, fark ediyor! Çocuk içinden şöyle düşünüyor: "Arkadaşıma sadece ‘güzel olmuş’ dedi ama bana ‘mükemmelsin’ dedi. Demek ki benim özgüvenimin düşük olduğunu düşünüyor." Bu farkındalık, çocuğun özgüveninin daha da düşmesine neden oluyor. Sonuç olarak, aşırı ve abartılı övgü, çocuğun kendini daha iyi hissetmesini sağlamıyor; tam tersine, özgüvenini daha da zedeliyor.

whatsapp-image-2025-02-28-at-21-44-04.jpeg

163 yetişkine üç farklı senaryo verdim”

Hiç övülmemiş bir çocukla, çok övülmüş bir çocuğun arasında ne gibi farklar var?

Bu soruyu yanıtlamak için bir araştırma yaptım. 163 yetişkine üç farklı senaryo verdim. Bu senaryolarda, üç ayrı çocuktan bahsettim. İlk çocuk çok övülmüştür, ikinci çocuk orta derecede, üçüncü çocuk çok övülmüştür dedim. Sonra deneklere sordum. Bu kişilerin onaylanma ihtiyaçların ölçtüm. Onaylanma ihtiyacı yüksek insanların özgüvenleri başkalarına bağlıdır ve sorunludur. Sonuçlar şöyleydi: * Az övülen çocukların onaylanma ihtiyacı: 5,09/7.00 * Orta derecede övülen çocukların onaylanma ihtiyacı: 4,15/7.00 * Çok övülen çocukların onaylanma ihtiyacı: 4,62/7.00… Bu bulgular, hem az övülen hem de çok övülen çocukların onaylanma ihtiyacının yüksek olduğunu gösterdi. Beklenen sonuç, çok övülen çocukların onaylanma ihtiyacının yüksek olmasıydı çünkü sürekli övgüyle büyüyen çocuklar dışsal onaya bağımlı hale geliyor. Ancak az övülen çocukların da yüksek onaylanma ihtiyacı göstermesi şaşırtıcıydı. Katılımcılar muhtemelen, az övülen çocukların eksik kalan takdir duygusunu dışarıdan almaya çalıştıklarını düşündüler. Sonuç olarak, aşırı övgü çocuklarda onaylanma ihtiyacını artırabiliyor. Bu yüzden önemli olan, çocukları övgüye bağımlı hale getirmek yerine, kendi değerlerini içsel olarak hissetmelerini sağlamak.

“Çocuğun iç dünyasına ve deneyimlerine odaklanmak”

Hiç kimse ailesini seçemiyor dolayısıyla bizim kuşak övüldü mü, yerildi mi bilmiyoruz aslında. Ancak ileriki yaşlarda nasıl yetiştirildiğimizin farkına varabiliyoruz. Bu anlamda arada kayıp kuşaklar övgü duygusunu nasıl hayatına yerleştirebilecek?

Eskiden çocuklar daha çok eleştiriliyordu ve daha az övgü alıyordu. Bu şekilde büyüyen çocuklar, yetişkin olduklarında “Ben kendi çocuğuma bunu yapmayacağım” diyerek tam tersine, çocuklarını daha çok övmeye başladılar. Ancak her iki yaklaşım da sorunlu. Çünkü her ikisi de çocuğun performansına odaklanıyor ve çocuğa “Sen yaptıkların kadar değerlisin” mesajını veriyor. Aslında önemli olan, çocuğun performansına değil, iç dünyasına ve deneyimlerine odaklanmak. Örneğin, çocuk bir resim yaptığında “Ne kadar güzel olmuş” demek yerine, “Bu resimde ne anlatmak istedin?” diye sormak, onun duygularını ve düşüncelerini ifade etmesine yardımcı olur. Benzer şekilde, çocuk kitap okuduğunda “Aferin, ne güzel okuyorsun” demek yerine, “Ne okuyorsun? Ben de merak ettim. Sence bu kitap ne anlatıyor?” diye sormak, onun düşünme becerilerini geliştirir ve özgüvenini artırır. Bu yaklaşım, çocuğun sadece performansına değil, kendi içsel dünyasına ve düşüncelerine değer verilmesini sağlar. Böylece özgüven, dışarıdan gelen övgüyle değil, çocuğun kendini ifade edebilmesi ve kendini olduğu gibi değerli hissetmesiyle gelişir.

“Çocuklar başarılarından ibaret değildir”

Senin çocukluğun nasıldı, övülerek mi büyütüldün, bu duygu seni nasıl şekillendirdi ve etkiledi?

Evet, çocukken başarılarımdan dolayı çok fazla övülüyordum. Zaten bu konuları da kendi deneyimlerim çerçevesinde anlamlandırmaya ve bilimsel bir zeminde açıklamaya çalışıyorum. O yıllarda fark etmesem de, içimde şu algı oluştu: “Başarılı oldukça seviliyorum.” Bu, zamanla bir döngüye dönüştü. Başarı benim için sadece bir hedef değil, aynı zamanda sevilmenin, kabul görmenin bir şartı haline geldi. Bu yüzden sürekli daha fazlasını başarmaya, daha iyi olmaya çalıştım. Ancak asıl tehlike şuydu: Başarılı olmadığımda kendimi değersiz hissediyordum. İşte bu farkındalık, beni ödül ve övgü mekanizmalarının çocuklar üzerindeki etkisini daha derinlemesine araştırmaya yönlendirdi. Bu kitabı yazmamın temel sebebi de bu: Çocuklar başarılarından ibaret değildir. Bir çocuğun değeri, sadece elde ettiği sonuçlarla ölçülmemeli. Çünkü başarıya dayalı sevgi, çocuğun özgüvenini güçlendirmek yerine, onu dışsal onaya bağımlı hale getirir. Ben, bu kitabımla anne-babalara ve eğitimcilere bu mesajı vermek için yazdım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi