Hüseyin Tapınç
Ölüm
Son bir aydır tüm toplum tek bir olayı konuşuyor ve takip ediyoruz: Narin’in ölümü.
Uzun süredir hayatımızı bıçak gibi ikiye bölen derin toplumsal kutuplaşmadan, sahip olduğumuz tüm kimliklerden bağımsız olarak bu ölüm açıkça gündelik hayatımıza damga vurdu.
Toplumsal gündemin değişmez konuları olan ekonomik kriz, enflasyon, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, yoksullaşma, yükselen işsizlik, mülteciler, kira sorunu gibi kronik meseleler bir anda görmezden gelindi. Geçtiğimiz aylarda tüm toplumu ayağa kaldıran sokak hayvanlarına yönelik katliam bile neredeyse unutuldu.
Tam bir aydır küçük bir kız çocuğunun öldürülmesi ile yatıp kalkıyoruz. Bu ölümün bu denli derin bir toplumsal ilgi çekmesinin, elimizin altındaki tüm ekranlarda büyük bir heyecanla soluksuz bir şekilde takip edilmesinin birçok nedeni var.
Her şeyden önce, bu ölüm yaklaşık bir aydır topluma büyük bir gizem sunuyor; ölüm ile ilgili en önemli üç sorudan biri ancak dördüncü haftada yanıtlandı ve diğer iki sorunun cevabını hâlâ bilmiyoruz. Narin’in ölümü ile ilgili kesin olarak bildiğimiz tek şey boğularak öldürülmüş olduğu. Narin’in neden ve kim tarafından öldürüldüğü Çarşamba günü itibarıyla henüz bilinmiyor.
Bu bilinmezlik, Narin’in ölümünün etrafında çeşitli senaryoların yazılmasına olanak sağlıyor. Aile içi evlilik dışı gizli ilişkilerden, üç kişinin dahil olduğu söylenen bir cinsel fanteziden, farklı kombinasyonlarda gündeme gelen eşcinsel ilişkilerden, bir ensest ilişki ihtimalinden, hayvanlarla kurulan cinsel ilişkilerden oluşan çeşitli senaryolar kamuoyuna sunuldu ya da kamuoyu tarafından üretildi. Toplumun en çok ilgisini çeken ve üzerine söylenti üretilen kısım da bu bilinmezlik alanı oldu. Burada neredeyse akla gelebilecek her türlü senaryo üzerinde duruldu.
Cinsellikle dolu bu alanın hemen yanında ise kurşunlardan ve silahlardan oluşan gizemli bir alan daha bulunuyor. Bu gizemli alanların kesişim noktası ise bir mekan: ahır.
Cinsellik, silah ve ahır cinayet üzerine kurgulanan tüm söylemlerin ana merkezi.
Bu gizemli alanlardan hangisinin küçük bir çocuğun ölümüne neden olduğunu henüz bilmiyoruz. Bu gizemi büyüten asıl merak ise cinayetin arkasındaki kurguda yatıyor. Cinayete ve özellikle sonrasına ilişkin her unsurun en ince ayrıntısına dek planlandığı izlenimini veren bu kurgu, bu cinayeti yakından izlememizin en önemli nedeni aslında.
Kurgunun merkezinde hiç kuşkusuz aile kurumu yer alıyor.
“Kutsal aile” söyleminin iktidar tarafından her fırsatta gündeme getirildiği bir toplumda, “aile tüm kötülüklerin yuvasıdır” söylemini doğrular nitelikteki bir aile profili ile karşıya karşıya bulunuyoruz.
Bu cinayette aile kurumu kötü bir örneği temsil ediyor da, diğer toplumsal kurumlar çok mu başarılı?
Organize kötülüğün şahikası aile kurumunun yanında, ilk günden bu yana sorumsuz yayıncılık örnekleri sergileyen medya ve çeşitli soruşturma ve gözaltı tutanaklarını medyaya sızdıran, bazı gerçekleri gözden kaçıran veya geç fark eden çeşitli devlet kurumları da yer alıyor. Hatta istemeden de olsa bir devlet
kurumunun delillerin karartılmasına ve çocuğun bedeninin bulunmasını engellemeye karıştırıldığı bile gündeme geldi son günlerde. Liste daha uzun. Toplumca tüm bu kurumları da yakından izliyor ve haklarında fikir üretiyoruz.
Tüm bunların dışında, bu gizemli cinayetin bir diğer halkası da siyaset kurumunda düğümleniyor. Bu kurum belki de bu cinayetin kilit noktası. Bu olasılık üzerine de çeşitli senaryolar gündemde ve bu senaryolar üzerine çeşitli fikirler üretiyoruz.
Küçük bir kızın ölümü, ince zarlarla birbirinden ayrılmış ama aslında iç içe geçmiş grift bir toplumsal yapıyı bir kez daha gözler önüne serdi.
Biz toplumca, küçük bir çocuğun ölümüne olduğu kadar, bu ölüme yol açan bu toplumsal yapının ve bu yapıyı oluşturan kurumların varlığına ve büyük harfle yazılan toplumun ölümüne de üzülüyoruz aslında.
Şimdi, üzüntümüze ve öfkemize sahip çıkmanın zamanıdır.