Efe Sıvış
Meghan’ın Topuk Sesleri
Bütün dünya günlerce İngiltere Kraliyet Ailesi’nin beyaz prensesi Kate’i konuştu. Prenses Diana’nın başına gelenlerin ardından kameralardan ve objektiflerden uzak geçen günler merakı ve tartışmalardaki esrarı artırdı. O merak bir video mesajı ile bitti. Kate kanser olduğunu, kemoterapi gördüğünü açıkladı. Yani masal biraz acıklı bir hal aldı ama İngiltere’nin vazgeçilmez kraliyet dedikodusu bitmedi çoğaldı. Bu günlerde dikkatler ailenin istenmeyeni, diğer prenses Meghan’ın üzerinde. Cevabı aranan soru ise ABD’de kendisine yeni bir hayat kuran Meghan’ın kararından vazgeçip Saray’a dönüp dönmeyeceği.
William’la Kate’in evliliği, İngiltere’nin dokunulmazıydı. Bu evliliği kutsamak için bir öteki yaratılmıştı.
Beyaz, asil ve hiç evlenmemiş Kate makbul kadındı. Evlenip boşanmış, annesi siyahi Meghan ise aileye hiç “yakışmıyordu”. Bu kaçıncı evlilikti? Hem de teni koyu renkliydi.
Meghan’a vurmak, Brexit’le de uyumluydu. Bu bir devlet politikasıydı. Kate’e anaçlık yapan basın, Meghan haberlerinde acımasızdı.
Kraliyet Fanusu
Saray, prensesi her türlü tehlikeden koruyabilirdi. Fakat kansere laf geçmezdi. Buz gibi gerçek, Kara bir cuma gecesi, ahşap bir bankın üzerinde, İngiliz halkının yüzünde bir şamar gibi patladı. Yüzü solgundu. Zayıftı. Kemikleri belirginleşmişti. Gerginliği sesine yansırken dudaklarından o meşum ifadeler dökülmüştü: Kanserim ve kemoterapi görüyorum.
Birinci Soru
Daha Kral’ın kanser teşhisinin mürekkebi kurumamıştı. Sarayın acımasız olduğu durumlar vardı. Ama hayat daha acımasızdı. İki büyük darbeyi arka arkaya vurmuştu. Kraliçe Camilla 78’ine çoktan basmıştı. Kraliyetin kamu görevlerini sırtlanmak kolay iş değildi. Gücü bir yere kadar yeterdi. Bütün bunların ötesinde William’ın eli Leydi Rose’da, gözü oynaştaysa günahı boynunaydı. Ne olmuşsa olmuştu. Artık el mahkûm Kate’le ilgilenecekti. Buraya kadar tamam da öyleyse dükkânın başında kim duracaktı? Kamu görevlerini herhalde 10 yaşındaki Prens George yapmayacaktı.
Kaliforniya Cephesi
Kraliyet ailesi düşerken okyanusun öteki yakasında güneş yükseliyordu. Netflix’le 100 milyon dolarlık anlaşma, Spotify’la 20 milyon dolarlık sözleşme, sadece ısınma turlarıydı. Meghan, geçen hafta tanıttığı yeni markasıyla yemek kitapları, sofra takımları, nevresim, reçel ve fındık ezmesi satacaktı. Bu işleri Amerika’da yıllardır Martha Stewart yapardı. Şimdi dişli bir rakip çıkmıştı.
Milyon Dolarlık İkinci Soru
İyi hoş da Saray’a ne olacaktı? Londra’da Harry’e çok ihtiyaç vardı. Meghan da az değildi. Kocasının ipleri elindeydi. Acaba Harry’nin kraliyet görevlerine dönmesine izin verir miydi?
Meghan, Londra’da çok itilip kakılmıştı. ABD’de yeni bir hayatı vardı. Yine de Saray’a kayıtsız kalınamazdı. Harry’nin resmi görevlerine yarı zamanlı dönüşü, 2 kuşu birden vurabilirdi. Yeni şirketin ürünleri sadece Amerika’da satılmayacaktı. Peki Meghan, geçenlerde bir İngiliz halka ilişkiler şirketiyle acaba niçin anlaşmıştı? Bingo! Saray’ın geleceğini etkileyecek soru işte tam da buydu.
Karanlıkta ZHU “Sadece Dinle”
Amerikalı DJ/Prodüktör ZHU’nun 4. stüdyo albümü Grace geçen hafta yayınlandı. Albümün lansmanı İstanbul’la beraber Berlin, Londra, Mexico City ve Sidney’de yapıldı.
Lansman için Soho House’un sinema salonu seçildi. Işıklar kapatıldı. Ekran karanlıktı. Müzik başladı. Maksat, kulak dışında hiçbir duyu organını çalıştırmadan albümü baştan sona dinletmekti. Beyni uyuşturan alkollü içecek bile yoktu. Yalnızca su ikram edilmişti. Böylece salondaki hazirun, zifiri karanlıkta 59 dakika boyunca albümdeki parçaları peşi sıra dinledi.
ZHU’nun performanslarını 2022 ve 2023 yaz aylarında İstanbul’da izledim. Sıradan bir DJ’den çok farklıydı. Ekranlardaki dijital görseller, canlı vokalleri etkiliydi. Çağının önünde koşuyordu.
Bu albüm; piyano, vokal, synthesizer ve perküsyonlarla yaratılan 21 parçalık bir kompozisyon. Rock, trap, dans müziği ile jazz, blues gibi öğelerden etkilenen gospel müziği türlerinde geçişler var.
San Francisco’daki Papazlar
Grace albümü, ZHU’nun memleketi San Francisco’daki Grace Katedrali’nde kaydedildi. İsmini de katedralden alıyor. Albümde org, koro, yaylı çalgılar gibi Hristiyan öğeler var. Bunu dinlemek caiz midir? Nihat Hatipoğlu’na sormak gerekir.
Amerikalılar bu katedralde yıllardır Tanrı’yı arıyorlardı. Fakat Tanrı’yı aramaya başlamadan önce maaşlı çalışacak bir papaz lazımdı. Papazlar da 1860’larda az uyanık değildi. Eee… Ne de olsa San Francisco’da hayat zordu. Papaz adayları, yıllık 134 bin dolarlık maaşı beğenmiyorlardı. Bu durum, Amerikalı edebiyatçı Mark Twain’in ilgisini çekmiş, yazılarında bunu epey tiye almıştı. Bereket neticede aranan papaz bulundu.
Katedralde DJ Parti
Fakat bu sefer de katedral, doğal bir afetle yerle yeksan oldu. San Francisco depremi 1906’da şehrin yüzde 80’ini yok etti. 8.3 şiddeti ortada katedral matedral bırakmadı. Yeniden yapımı 1965’i buldu. Açılış konuşmasında Dr. Martin Luther King, merdivenlere sokaklara kadar yayılan 5 bin Amerikalıya hitap etti.
Gün oldu harman oldu. Grace Katedrali 2023’te DJ’lik yapması için ZHU’ya kapılarını açtı. Yabancı değildi. Ne de olsa San Francisco çocuğuydu. Fakat ZHU, Martin Luther’e benzemezdi. Luther’in siyahilerin haklarını savunduğu konuşmaları ateşliydi. Fakat bu konuşmalar kimseyi dans ettirmiyor, bedenleri bir sağa bir sola hop hop hoplatmıyordu. ZHU’nun müziğine direnmek ise kolay değildi. 5 bin kişinin aynı anda tepinmesi, dokuya zarar verebilirdi. Bu nedenle katedral yönetimi derhal bir karar aldı. Böylece ZHU’nun DJ performasına yalnızca 500 kişi tanıklık edebildi. Grace isimli albüm, işte bu sürecin son halkasıydı.
Tenhada Warhol
Nişantaşı’ndaki St. Regis Oteli bir yanıyla sahibesi Demet Sabancı’nın sanata yönelik ilgisini yansıtır. Daha otele girmeden cümle kapısının önünde meşhur heykeltraş Tony Cragg’in 2008 yapımı bir heykeli öylece durmaktadır. İngiltere’de Banksy’nin resim yaptığı apartman duvarlarını bile kökünden kesip götüren hırsızlar varken, bizim Türkiye’de su içinde 3-5 milyon edebilecek Cragg heykelini araklama teşebbüsünde bulunan olmamıştı. Bu durum, acaba bizim hırsızların sanata olan saygısından mı yoksa sanattan anlamamalarından mı kaynaklanmaktaydı?
Şişman Kadın
Otelin lobi katında, Kolombiyalı meşhur ressam Botero’nun şişman kadın resmi İstanbulluları selamlamaktadır. Terasta bulunan popüler Spago kulübüne giden iki dirhem bir çekirdek giyinmiş alafranga hanımların ve hoş kokulu metroseksüel beylerin kaçı Botero’nun çizdiği bu kadının önünden geçtiğinin farkındadır bilinmez. Fakat neticede mümtaz çiftlerimiz, kendilerini Boğaz manzaralı masalsı atmosfere çıkaracak olan asansöre, ilk adımlarını Botero’nun kadınının bakışlarının altında atarlar.
Kuytuda Monroe
Terastaki Spago’nun içinde ise Andy Warhol tabloları bulunur. Yıllardır Spago’ya gidenler, Warhol’un Marliyn Monroe tablolarının orada olduğunun farkında değillerdir. Fakat bunun sebebi zinhar Spago’nun ziyaretçilerinin sanattan çakmamaları değildir. Nedendir bilinmez, bu tablolar, Spago’nun pek de görülmeyen kuytu bir yerine asılmış, adeta saklanmıştır. Spago’nun, girildiğinde sağ tarafta pek de kullanılmayan bölümünde, oturma gruplarının önünde asılı Marilyn Monroe’nun yarı baygın gözleri, bu duruma pek aldırış etmez gibi bakmakta, adeta benden sonra tufan demektedir.
Yalnız Portreler
Andy Warhol sanatta seri üretim devrimi yaptı. Yani aynı sanat eserini serigrafi baskı yöntemiyle çoğalttı. İşi fabrikasyona döktü. Warhol bu anlayışla sanatı ticarileştirdi. Bunun için çok eleştirildi. Yerden yere vurulsa da yolundan dönmedi. Fakat Türkiye’deki kaderi değişmedi. Warhol, Spago’da yıllarca tenhada kalmıştı. Şimdi de İstanbul’un kuytusuna düştü. Emirgan’da pek de kimselerin bilmediği İstanbul Lale Müzesi’nde geniş bir Warhol sergisi açıldı. Geçenlerde bu sergiyi ziyaret ettim. Müzede inle cinle top oynadım. Michael Jackson, Mao Zedong, Mick Jagger, Che Guevara ve Muhammad Ali gibi kültleşmiş Warhol portrelerine baktım. Yüzleri mahzundu.