Ekonomide Yaşanan Dram

Ekonomik kriz, ekonomik yapıyı oluşturan çeşitli mekanizmaların işlerliğini kaybetmesiyle ortaya çıkan durumu ifade eder. Kriz, oluştuğu piyasalara göre reel sektör krizi ve finansal kriz olarak sınıflandırılır. Reel sektör krizi mal (enflasyon krizi, durgunluk krizi) ve hizmet piyasasında görülen krizler olarak ayrılırken; finansal kriz ise bankacılık krizi, dış borç krizi, borsa krizi para ve döviz krizi (ödemeler dengesi krizi ve döviz kuru krizi) olarak karşımıza çıkabilir. Elbette ki krizlerin nedeni içsel dinamikler olduğu kadar dış dinamiklerle de ilişkili olabilir. Öyle ki kapitalizmin ülkeleri organik bir bütün haline getirmesi krizlerin ülkeler arasında hızla yayılmasında etken bir rol oynamakta. Ancak geçmişten günümüze dek birçok kriz türünü deneyimleyen Türkiye’de enflasyon kronik bir ekonomik sorun olarak başat rol oynamakta. Zaten ekonomi modeli olarak ifade edilen ve geçen yıl haziran ayına kadar kabul gören bu ütopyanın, enflasyonu ve buna bağlı olarak oluşan refah kaybını siyasi bir tercih olarak belirlediği artık toplumda da kesinleşmiş bir kanı haline geldi. Yüzde 5 enflasyon hedefinin bu denli aşıldığı bir ekonomik ortamda daha az tüketerek, daha az gelire razı olarak ekonomik ve sosyal maliyeti ağır olan bu sürecin yükünü üstlenmek zorunda bırakılan geniş halk kitleleri, katlandıkları büyük fedakarlıktan dolayı mağduriyet yaşıyor. Üstelik de bu mağduriyet iki kez yaşanıyor. Bir yandan yüksek enflasyon nedeni ile satın alma gücünün erimesi bir yandan da ücretlerin TÜİK verilerine göre hissedilen (yüzde 129) ve algılanan (yüzde 96) enflasyona göre değil bunların çok altında açıklanan tüketici enflasyonuna göre şekillenmesi. 

Enflasyon aralık ayında yüzde 2,93 yıllık bazda ise yüzde 64,77 olduğu açıklandı. 2023'ün ikinci yarısındaki enflasyonun ise 37,57 olarak gerçekleştiği belirtildi. Bu bağlamda memurların ve memur emeklilerinin enflasyon farkı bu veriye göre yüzde 29,78 olarak hesaplanırken; yüzde 15 artışın da eklenmesiyle bu kesimin ocak zammı yüzde 49,25'i buldu. SSK ve BAĞKUR emeklilerinin durumu ise çok daha vahim. İşte ücretlilere enflasyon oranında yapılan artış ne yazık ki insani yaşam koşulları için yeterli değil. Nitekim bu hafta açıklanan TÜRK-İŞ’in Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Ocak 2024 sonuçlarına göre, açlık sınırının 15 bin 048 TL’ye, yoksulluk sınırının ise 49 bin 019 TL'ye yükselmesi ve mutfak enflasyonu aylık yüzde 4,27, on iki aylık da ise yüzde 69,76 oranında artması bu gerçekliği ortaya koyuyor. Bu bağlamda değerlendirildiğinde zaten asgari ücretin altında ücret alan emeklilerin bir de açlık sınırının altındaki gelirle yaşamak zorunda kalması gelir dağılımı adaletsizliğini daha da görünür kılıyor. Yani yüksek enflasyon nedeni ile gelirdeki azalma dışında gelir dağılımı adaleti de bozuluyor. Nitekim TÜİK'in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2023 yılı sonuçlarına göre, Türkiye'de en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, geçen yıl bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak yüzde 49,8'e yükselirken, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 5,9'a gerilediği görüldü. Ayrıca gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1'e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eden Gini katsayısı da 2023'te bir önceki yıla göre 0,018 puan artışla 0,433 olarak tahmin edildi. 2014’ten bu yana artış eğiliminde olan Gini katsayısı yalnızca 2019 ve 2021 yılında gerilemişti. Gini katsayısı içerisinde toplumun gelirden en fazla pay alan yüzde 20’sinin elde toplam gelirden aldığı payın yüzde 48’den 49,8’e yükseldi, en düşük gelir grubunun payının ise yüzde 5,9 olması durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.  Bu bağlamda değerlendirildiğinde nüfusun sadece yüzde 20’lik kesim içerisinde olanların yaptığı yurt içi- yurt dışı seyahat ve restoran harcamaları lüks otomobil alımları ekonominin genel anlamda iyi olduğunun göstergesi olarak değerlendirilemez aksine gelir adaletsizliğinin ne boyutta olduğunu ortaya koyuyor. Eğitim, sağlık, barınma ve beslenme problemlerinin zirveye ulaştığı bir ekonomik iklimde yaşanılan bu adaletsizlik sosyal devletin önemini bir kez daha gösteriyor.  

Ancak tüm bunların ötesinde en düşük gelir grubunun satın alma gücündeki azalmanın asıl nedeni enflasyonu kontrol edecek politikaları uygulamada yaşanılan gecikme. Bu bağlamda ücretleri enflasyona göre güncellemek yoksulluğu yok etmek için bir çözüm değil; aksine yoksulluğu yönetme politikasının tercih edildiğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca ‘Baba peynir bize küstü mü’ ya da ‘Torunlarımdan kaçıyorum’ gibi ekonomik dram yüklü sözlere daha uzun bir süre tanıklık edeceğiz gibi görünüyor. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi