Duygulu olmak

Biz, insanları 'duygulu bir insan' diye suçlarız. Oysa duygululuk suçlanmayı gerektirecek bir kusur olabilir mi? Tüm filmlerde, dizilerde, toplumsal iklimde duygululuk adeta suçlanıyor, eksiklik olarak gösteriliyor. Duygusallıkla, duygululuk farklı kavramlar. Oysa duygularına ket vuran, ipotek koyan, görmezden gelen bir insanı anlamakta zorlanmalıyız.

Bu tür suçlamalar olsa olsa yaralı bir bilincin yansıması olur.

"Akıl hiçbir şey göstermedi bana. Bütün gördüklerimi yürek verdi, yürek gösterdi." diyor Tolstoy.

Ülkemizde sevilen yazarlar, sanatçılar insanların yürek telini titreten yazılara, yapımlara, yorumlara, buluşlara imza atan duygulu insanlar değil mi? Bir siyasi, bir emek önderi söylediklerini duyarak söylemiyorsa, sözlerini akıl ve duygu süzgecinden geçirmemişse inandırıcı olmuyor, hatta beden dili onu ele veriyor...

Siyasetçi ve bilim insanı rahmetli Aydın Güven Gürkan'ın, bir köşe yazısında, duyguları inkâr eden politikalar için söylediklerini aktarmak istiyorum:

"Duyguları yadsıyan, ondan yararlanmayan sözde akla dayalı bir politika, özünde o denli aptal bir politika ki, sanatın, estetiğin, duygunun insanların aklına ve gönlüne varmada sağladığı kolaylıkları göremiyor. Duygulara kapalı bir politika çiçek açmayan bir bitki gibidir."

Duygululuk duygusallıkla karıştırılır mı?

Duygulu olmak bir duyum işidir.

İnsani duyarlılıklar göz ardı edilirse toplum sağırlaşır.

Oysa düşünen, konuşan, örgütlü toplum dinamiktir.

Ülkemizin gündemindeki sorunlara bir bakalım. Birinci sırada ne yazık ki, insan hakları ve içinde yer alan kadın hakları, engelli hakları, çocuk hakları, barınma hakkı, hayvan hakları, kültürel haklar bunların hangisini duymadan, içselleştirmeden, empati yapmadan görebilir, söz edebilir ve yazabiliriz?

Bir filmde iki halktan gencin sevdasının ayrılık acısına yanar ama aynı duyguyu toplumsal bir olayda göstermeyiz. Oysa aynı insan her iki olayda da aynı tepkiyi, davranışı, duygudaşlığı göstermelidir.

Duygulu görünmekten korkmamalı, duygularımızı önemsemeli ve onların sesine kulak vermeliyiz. Hatta bazı zaman dilimlerinde bilinçli olarak aklımız varsa onu başkalarının tutsaklığında kurtarmalı, dinlendirmeli, duygulara yaşam hakkı vermeli gerekli olduğu zaman özgürleştirdiğimiz aklımızı geri çağırmalıyız.

Yangın yeri yurdum. Her alanda yanıyor. Yüreğimiz yanıyor...

Gazi Meclise yakışmayana linç kültürü gösterileri, meclise damlayan kan, dövülen kadınlar, sözlü tokatlar, şiddet eylemleri utanç tablosu… Düşünceye düşünceyle yanıt vermekten çok uzak milletvekilleri…

Hacı Bektaşi Veli’yi Hakka yürüyüşünün 753. yılında saygıyla anıyor şu sözünü anımsatmak istiyorum:

“Kimsenin gönlünü yıkma/ Gerçek erenlerin sözünden çıkma/Eğer insan isen ölmezsin korkma.”

Bir yandan ormanlar yanıyor, güzel ülkem yangın yeri…

Gel de duygulu olma…

Şair Ataol Behramoğlu’nun şu dizeleri duygusuz yazılır mı?

BU YANGIN YERİNDE

“Yaşamak bu yangın yerinde

Her gün yeniden ölerek

Zalimin elinde tutsak

Cahile kurban olarak

Yalanla kirli havada

Güçlükle soluk alarak

Savunmak gerçeği, çoğu kez

Yalnızlığını bilerek

Korkağı, döneği, suskunu

Görüp de öfkeyle dolarak”

Bilin ki, duymadan konuşmak, yazmak, toplumsal olaylara dalmak insana özgü olamaz. Örneğin, aklımla, yüreğim birbiriyle güzel bir uyum içinde olsalar da bazen biri ötekinin önüne geçiyor. Ben bu yarışı sevgiyle izliyorum. Ama kazanan hep 'duygusallık' değil duygularım oluyor.

Çünkü duygusallık, duygunun dostu olmuyor...

Ataol Behramoğlu’nun dizeleri ile yazımı noktalamak istiyorum:

“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde

Yaşamak, insan kalarak”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi