“Dar günün ömrü kısa olur”

Lütfü Özer, Gültan Kışanak’ın babası. Kızının özgürlüğünü beklerken bu dünyadan evlat hasretiyle göçen bir baba. Başlığa aldığım bu sözle cezaevindeki kızını teselli edip moral veriyormuş. İmralı’dan gelen mektubun okunduğu salonu izliyorum gözüm bir kadına takılıp kalıyor. O kadın Gültan Kışanak.

Gültan Kışanak, siyasetçi. Kapatılan Barış ve Demokrasi Partisi Eşbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi 23. dönem Diyarbakır ve 24. dönem Siirt Milletvekilliği yaptı. 2014 Yerel seçimlerinde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi.

1980 darbesi döneminde henüz 18 yaşında Diyarbakır’da cezaevi ile tanıştı. Yıllar sonra Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Kim bilir Diyarbakır cezaevi zulmünde geçen günlerinde Diyarbakır için ne düşler kurdu? O kadim şehir için neler yapacaktı? Kim bilir? Düşleri yarım bırakıldı.

Yarım kalan şarkılar gibi…

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan kısa bir süre sonra görevden alınıp yerine kayyım atandı. Bu da yetmedi Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde yedi buçuk yıl yattı. Kobani Davası’nda verilen tahliye kararının ardından cezaevinden tahliye edildi.

Cezaevinde iken babasını kaybetti.

Bir söyleşisinde Tunceli’den Elazığ’a göçmüş sendikacı bir babanın, ev kadını bir annenin çocuğu olduğunu; “Babam sendikacıydı, evde grev pankartları hiç eksik olmazdı. Hatta annem o pankartlardan büyük bir örtü yapmış, bulgur kaynatınca üzerinde kurutuyordu. Adalet, eşitlik, emeğin hakkı gibi konuları ilk babamdan duyduğumu söyleyebilirim.” diye paylaşır.

Annem! “Hep siyaset konuşuyorsunuz! Bu çocuklara biraz da yolumuzu öğret!”, diye kızardı. Babam da “Aleviliğin özünün adalet olduğunu söyler, Aleviliğin felsefesini bize anlatırdı.”

“Bir hafta sesimi duymasa ‘Bir şey mi oldu’ diye kaygılanırdı. Diyarbakır Cezaevi’nin tedirginliği hâlâ üzerindeydi. Hep ‘Dar günün ömrü kısa olur’ der, moral vermeye çalışırdı. Ölmeden önce bana yazdığı mektubunda ‘Haklarını Allah’a havale ediyorum’ diye bir cümle yazmıştı. O zaman ‘babamın umudu kalmadı’ diye düşündüm.”

İrfan Aktan ile söyleşisinde, içerdeki günlerini şöyle anlatıyordu:

“Kendi kendimin doktoru oluyorum, diyet yapıyorum, ilaçlarımı düzenli kullanmaya, spor yapmaya gayret ediyorum. Ruhsal ve zihinsel sağlığımı korumak için bol bol okuyup, bir şeyler yazıyorum" diyordu.

Gültan Kışanak, içerde iken babasını, amcasını, dayısını kaybetti. Bu acılara nasıl dayandığı cezaevinde iken sorulduğunda: “Tüm kötülüklere inat yüzümüzden gülümsemeyi; yüreğimizden umudu ve mücadele azmini hiç eksik etmeyeceğiz.”

Okunan Kürtçe ve Türkçe mektup boyunca Gültan Kışanak’tan gözümü alamadım. Bir ara Sebahat Tuncel’e gözüm kaydı. İkisinin de saçlarına aklar düşmüştü. Savaşın bedelini en çok kadınlar ve çocuklar ödüyorlar. Bu yarım asırlık süreçte kadınlar çok ağır bedeller ödedi. Sevdiklerine zaman borçları çoğaldı…

Parıltılı camekânların, dudağa iliştirilen yapma bir rengin, o mekan bu mekan hapurlop tüketimden değil; emekten, işten, direnişten, aşktan, acılardan süzülmüş bir kadın Gültan Kışanak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi