Efe Sıvış
Amerikan Rüyası
4 Temmuz gecesi Berlin’de dünyaca ünlü rock grubu Garbage’ın konserini izledim. James Bond’un “The World is Not Enough” adlı unutulmaz parçasına imza atan grubun solisti Shirley Manson, şarkılarının arasında şöyle bir ifade kullandı: “ABD’nin yüksek mahkemesini s*keyim.”
Manson, Trump ya da Biden’ın ismini telaffuz etmedi. Fakat o gece Uber Eats Music Hall’de bulunan 4 bin kişi, bunun Trump karşıtı bir söz olduğunu hemen anladı. Malum yüksek mahkeme son verdiği kararla Trump’ın olası mahkumiyetini fiilen seçim sonrasına ertelemiş oldu.
Böylece Trump, Kasım seçimlerinde yarışabilecek.
Bu aralar eskiye dönük bir özlem var.
Geçenlerde İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant şöyle demişti:
“Lübnan’a öyle bir saldırırız ki onu Taş Devri’ne göndeririz.”
Garbage’ın solisti ise Berlin’deki sözlerine şöyle devam etti:
“Dünyayı Orta Çağ’a çevirmeye çalışıyorlar. Buna dur demeliyiz.”
Bu sözün olağan şüphelisi de besbelli Trump’tı. Fakat bir ayrıntı daha vardı.
Sözün hedefi, bunama belirtilerine rağmen adaylıkta ısrar eden Biden da olabilirdi.
***
Manson’ın bu sözleri söylemesinden günü gününe tam 248 yıl önce…
Yani 4 Temmuz 1776’da ABD, bağımsızlık gününü yaşıyordu.
Halkın İngiltere Kralı’na açtığı savaş başarıya ulaşmış, yeni bir cumhuriyet kurulmuştu.
Şimdiyse Garbage grubunun solisti sahneden Orta Çağ uyarısı yapıyordu.
Enteresan bir şekilde Orta Çağ, 1492’de Amerika kıtasının keşfiyle kapanmıştı.
Şimdiyse bu kıtadan çıkan şaibeli bir iş adamının ve demansın pençesinde bir eski tüfek siyasetçinin tüm dünyayı tekrar Orta Çağ’a döndürmesi endişesi ortaya çıkmıştı.
***
Aynı gün Almanya’nın önemli gazetelerinden Die Zeit ise kapağına Biden ve Macron’u taşımış altına şöyle yazmıştı:
“Gösteriş, aşırı özgüven ve kumar… Bu iki kişi geleceğimizi harcıyor.”
Macron, mecbur olmamasına rağmen Fransa’da erken seçimlere gitmesiyle aşırı sağın önünü açtı.
Biden ise adaylıkta ısrar ederek korkunç bir kumar oynuyor, Trump’ın önünü açıyordu.
Trump ile Biden’ın CNN International’daki tartışması içler acısıydı.
Aşağı tükürsen bunak, yukarı tükürsen dolandırıcıydı.
Seçmene gidecek bir yer, güvenli bir liman bırakılmamıştı.
***
Biden’ın programdaki performansını, sıradan bir huzurevinde görmek bir problem olmazdı.
Fakat bu kişi dünyanın tartışmasız en önemli siyasi makamına aday olunca herkesin içine kurt düşmüştü.
Biden’ın bu performansından sonra ciddi bir “Biden çekilsin” kampanyası başladı.
Washington Post, yayınladığı bir yazıda “Biden kalmalı fakat Harris’le yer değiştirmeli” yorumu yaptı.
Böylece Biden, yarışa başkan yardımcısı olarak girecekti. Kös kös evine dönmeyecek, onun da gönlü olacaktı.
Politico ise lafı dolandırmadan söyledi:
“Biden’ı değiştirmek ve Trump’ı yenmek için geç değil.”
Peki Biden’ın çekilmeye niyeti var mı?
Burada bir 2023 Kılıçdaroğlu sendromuyla karşı karşıyayız.
- Kemal Bey, aday olmayın, bakın sizden daha çok oy alacak adaylar var. Usturubunuzla çekilin gidin, torun sevin.
- Yok, çekilmem. Ben aday olacağım. Bu yaştan sonra bu heyecanlı protokol hayatı bırakıp eve kapanıp ölümü bekleyemem.
“KOCAMIN ARKASINDAYIM”
Amerikan başkanlarının yazlık evi Camp David’de yaşananlar Biden’ın da Kılıçdaroğlu sendromuna yakalandığını gösteriyor.
İşin kötüsü ailesi de bu sendroma körükle gidiyor. Belki de işlerine böyle geliyor.
Biden ailesi geçtiğimiz hafta bu yazlık evlerinde aile fotoğrafı çekimi için bir araya geldi.
Fotoğrafları çeken kişi, 1980’de John Lehnon’u cinayete kurban gittiği gün Japon sevgilisiyle çıplak olarak fotoğraflayan Annie Leibovitz’ti.
Mehmet Ali Erbil ve Nefise Karatay ihtimal bu fotoğraflardan ilhamla 2004’te Elele dergisi için anadan doğma pozlar vermişlerdi.
Fakat Annie Leibovitz’in Biden ailesinin fotoğraflarını çektiği o gün, dünyaya ilham vermek yerine korku verdi.
Çünkü o gün, başta Biden’ın karısı Jill ve oğlu Hunter tüm aile üyeleri korkunç tartışma programı performansı için personeli suçlamaya karar verdiler.
Tartışma programındaki rezaletin sorumlusu Biden’ın ekibiydi. Onu programa iyi hazırlayamamışlardı.
Tam da bu sırada Maryland’deki çiftlik evinde Jill Biden, Vogue dergisine bir telefon açtı:
“Kocamın arkasındayım. 4 senelik başkanlık performansı bir tartışma programıyla özetlenemez.”
Besbelli şeyh uçmaz mürit uçururdu. Tansu uçmaz Özer Uçuran Çiller uçururdu. Şimdiyse Biden uçmuyor, ailesi uçuruyordu.
Biden, Meksika ve Mısır’ın devlet başkanlarının isimlerini karıştırıyor.
Angela Merkel’in ismi yerine artık hayatta olmayan Helmut Kohl’un ismini söylüyor.
Normandiya çıkarması anmalarında yüzünü kel alaka taraflara dönüp gülünç duruma düşüyor.
CNN’deki tartışmada görülüyor ki cümlelerin başını sonunu toparlayamıyor. Sorulan soruya odaklanamıyor.
Biden’dan sadece 3 yaş küçük olan 78’lik Trump ise narsistik kişilik bozukluğu ve hayata karşı doymak bilmez iştahı sağ olsun, daha dinç bir görüntü veriyor.
Buna rağmen Trump’ın demokrasiye, NATO, AB gibi kurumlara olan inançsızlığı, paraya, kadınlara düşkünlüğü ve manipülatif karakteri tüm dünyayı anksiyete krizlerine sokuyor.
Amerikan siyasi sistemine bakarsak Biden’ın değiştirilmesi için tek bir yol var.
O da kendi rızasıyla çekilmesi…
BİZİM İÇİN BIDEN MI TRUMP MI DAHA İYİ?
Doğru cevap hiçbiri…
ABD’nin Türkiye politikaları başkana göre değişmiyor.
2016-2020 arası başkanlık yapan Trump, Türkiye ile Suriye politikasında anlaşamadı.
Biden 2020’de başkan oldu. ABD’nin Suriye politikası değişmedi.
Biden döneminde Erdoğan, 1 kez bile Beyaz Saray’a davet edilmedi.
Trump döneminde ise birkaç kez misafir edildi.
Buna rağmen, Trump Erdoğan’a yönelik, “Sertlik yapma, aptal olma...” ifadelerini kullandığı nahoş bir mektup yazdı. Türk yargısına burnunu soktu. Erdoğan’ı Türk ekonomisini mahvetmekle tehdit etti. Döviz kurunu azdırdı.
Dahası Türkiye, Trump döneminde ABD’nin düşmanları listesine alındı, Biden döneminde bu listede kalmayı sürdürdü.
Türkiye, dün Trump’ın Filistin politikasına karşıydı.
Bugün Biden’ın Filistin politikasına da karşı. Ege denizi, Azerbaycan-Ermenistan, Rusya-Ukrayna dosyaları...
Kısacası Türkiye ile ABD hemen hiçbir konuda aynı düşünmüyor.
Buna rağmen Adana’daki İncirlik Üssü’nde ABD’nin nükleer silahları bulunuyor.
Bu silahların varlığı bugüne kadar hiçbir zaman itiraf edilmedi.
Silahların kontrolü ise Türkiye’de değil, ABD’de... Yani düğme Vaşington’da…
Bu durum Rusya ile ABD arasında olası bir nükleer savaşta Türkiye’nin hedef olması anlamına geliyor.
Kadir Has Üniversitesi’nin anketinde Türk halkına soruluyor:
“Türkiye için en büyük tehdit olan ülke hangisi?”
Cevap: ABD
Fakat Türkiye, ayıyla yatağa girmeyi seviyor.
Şimdi kalkıyor, ABD’den F-16 uçak alımları yapıyor.
Cumhurbaşkanlığı Dış Politika ve Güvenlik Kurulu’nun bazı üyeleri bas bas bağırıyor:
“NATO’da Türkiye’den başka tüm uçaklarını ABD’den alan tek bir ülke yok. Artık şunlardan uçak alıp durmayın.”
Gel gör ki hatalarımızdan ders almıyoruz.
2003’ten beri değil 1947’den beri bizi hemen her alanda yüzüstü bırakan ABD’den alınması gereken son şeyi yani askeri teçhizat almaya devam ediyoruz.