Serap Durusoy
Ağır - Aksak Denge Arayışı
Müzik eğitimi alanlar bilir. Ağır aksak usulü Klasik Türk Müziği usullerinden biridir. Usul dokuz zamanlıdır. Bir sofyan ve bir Türk aksağından oluşur ve 9/4’lük değerlerde vurulur. Ağır aksak ile ölçülmüş eserler, bazı istisnalar dışında 2 veya 4 dörtlük, çoğunlukla da 2,5 dörtlük, “sus”larla başlar. Çoğunlukla fasıl şarkılarında kullanılmakla birlikte ilâhi, türkü ve ağır oyun havalarında kullanılmıştır. Benzemez kimse sana tavrına hayran olayım (Bayati), Kalamış (Nihavent) Dinmiyor hiç bu akşam ne gözyaşım ne acım (Hüzzam) isimli eserler ağır aksak usulündeki önemli örneklerdir.
Her hafta ekonomi yazısı yazan biri olarak bu müzik bilgisini niçin paylaştığımı elbette ki merak ettiniz. Uzun yıllar Klasik Türk Müziği ile ilgilenmemden dolayı yaşamakta olduğumuz ekonomik süreci ağır aksak usulüne benzettim. Ülkemizin kronik bir sorunu olan enflasyon uzun bir süre görmezden gelindi sessiz kalındı. Yani susla başlandı. Sonra sorun kabul edildi bu defa sorunu çözmeye ilişkin adımlar ağır ve geç atıldı. Üstelik bu adımlar iki temel ayak üzerinde yürümesi gerekirken sadece para politikası düzleminde politika uygulandı maliye politikası geri planda kaldığı için model aksak yürüdü. İşte bu ağır aksak usulünde uygulanmaya çalışılan politika ile denge arayışı sürerken yoksulluğu da çok daha görünür hale getirdi. Kronik sorunumuza ilişkin bu adımların ücretliler üzerinden atılması bir diğer aksayan yönü oluşturdu.
Enflasyona ezdirilmediği iddia edilen ücretliler maalesef hayat pahalılığı altında adeta preslendi. Nitekim TÜRK-İŞ’in, haziran ayına ilişkin "Açlık ve Yoksulluk Sınırı" raporuna göre haziran ayında Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı diğer adıyla açlık sınırı haziranda 18 bin 978 TL ’ye yükseldi. Böylelikle haziran ayında da açlık sınırı 17 bin 2 TL'lik asgari ücreti aşmış oldu. Rapora göre yoksulluk sınırı ise sınırı 61 bin 820 TL'ye çıktı. Hal böyle olunca resmi enflasyon rakamının yaşanılan enflasyonun çok altında açıklanması ve ekonomist Alaattin Aktaş’ın yapmış olduğu hesaplamanın kamuoyuyla paylaşılmasının ardından TÜİK’e yönelik güvensizlik algısını artırarak enflasyon rakamına ilişkin kamuoyunda tepkilerin çoğalmasına yol açtı. Bu durum karşısında TÜİK Başkanı haziran ayında enflasyon rakamının neden düşük geldiğini savunmak amacıyla bir açıklama yapsa da bu açıklama ikna edici olmaktan öte yüzde 45 ile yüzde 75 enflasyon arasında bir farkın olmadığı yönündeki değerlendirmesi telaşla yapılmış talihsiz bir açıklama olarak dahi değerlendirilemez. Öte yandan bu açıklama enflasyon konusunda TCMB’nin verdiği mücadeleyi değersizleştirdiğinden dolayı açıklamaya ilişkin TCMB’den de bir yanıt gelmesi gerekiyor.
Kamuoyunun bir diğer tepkisi de ücretlerin yetersizliğine yönelik gelişti. Nitekim DİSK, TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ de temmuz ayında asgari ücrete zam yapılmaması konusunda ortak basın toplantısı düzenledi.10 maddelik talep listesinin en can alıcı cümleleri, yaşanan enflasyonla açıklanan enflasyon arasında büyük bir fark olduğu, enflasyonu düşürmek için işçilerden fedakârlık beklenemeyeceği, işçilerin enflasyonun sebebi değil mağduru olduğu, tasarruf adı altında işçinin emeğinin karşılığı olarak hak ettiği ücretten kesintiye gidilmesinin ve sosyal haklarının azaltılmasının kabul edilemeyeceği oluşturdu.
Hiç şüphesiz benzeri açıklamalar, emekli kesimini temsil eden sivil toplum kuruluşlarından da gelecektir. Zira müzakereden sonuç alınamayınca mücadele arayışı daha önemli bir hale geliyor. Bu mücadele ne kadar etkili olur bilinmez ama ağır aksak ilerleyen politikayla sağlanmaya çalışılan ekonomide geçici dengenin sürdürülemez olduğu bilinen bir gerçeklik.
Her ne kadar enflasyonu önlemeye yönelik Vergi Reformu Tasarısı ve Kamuda Tasarruf Genelgesi gibi adımlar atılsa da bunlara ek olarak uluslararası kaynak girişine de çok fazla anlam yüklediği görülüyor. Ancak yabancı para girişi ile kurun stabilizasyonu sağlanarak kur geçişkenliğinin enflasyon üzerindeki geçişkenliği engellenmeye çalışılsa da enflasyon bütüncül bir politika ile önlenebileceği ve Türkiye’de sadece talep enflasyonunun olmadığı gerçeğinin kabul edilmesi gerekiyor. Yani ekonomide bir usul ve yöntem değişikliği gerekiyor.