Kerem Kırçuval
28 ŞUBAT VE TÜİK
Ekonomim yazarı Alaattin Aktaş’ın yaptığı haber, içimizdeki kuşkunun boşa olmadığını, acımasız bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu bütün memlekete gösterdi.
Meğer ekmek arası döneri 77 liraya yiyor, 6 bin lira kira ödüyor, zeytinyağını 114 liradan alıyormuşuz… Keşke bu sepeti yapanlarla aynı ülkede yaşasa idik. Öteden beri sayın TÜİK’in rakamlarına mesafeli olan birisi olarak şaşırmadım aslında. Geçmişte sepette pinpon topunu gördüğümde ve buna yeterince itiraz edilmediğinde bugünlere geleceğimizi biliyordum.
Ne zaman, işçiye, memura, emekliye ve dahi asgari ücretliye zam dönemi gelse memlekette enflasyon birdenbire düşer, Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Benden de şu kadar diyerek” ahaliyi sevindirirdi. Yıllar böyle geçti ama bu yıl, hatta geçtiğimiz yıl yapılan Mayıs seçimlerinden sonra tablo pek değişti.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in uyguladığı gizli IMF programı yetmiyormuş gibi maaşlara enflasyon payı verilecek ay etiket değiştirme yarışına giren esnafımız da tablonun ne kadar acı olduğunu hepimize gösterdi.
31 Mart seçim sonuçları önemli ölçüde bunun yansıması idi. Öyle ki neredeyse 4 ay geçmesine rağmen iktidarın toparlanamadığı gibi düşüşünün de sürdüğünü ortaya koyuyor anketler. Muhalefetin toptan değil ama CHP’deki yükselişin de sürdüğünü söylüyor aynı anketler…
Erken seçime mesafeli muhalefet; dolayısıyla ağız değiştirmiş durumda. Mitingler, grup toplantıları ve ortaya konan eylemlerde seçim lafını daha çok işitmeye başladık. Öte taraftan “Tamam kazandınız hadi biraz yumuşayalım, hatta iş birliğiyle yeni sivil bir anayasa yapalım” diyen Erdoğan da bu söylemini unuttu.
Sivil anayasadan kimse söz etmiyor. Kim gündem dışına çıksa karşısına maaşlar, özellikle de emekli maaşları ve hayat pahalılığı konuyor.
Hatta bu konuda en sert eleştiri mi desem, özeleştiri gündeminde hiç olmadığı için dememeyim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi. Sayın Cumhurbaşkanımız buyurdular ki “Ülkedeki en büyük adaletsizlik hayat pahalılığı ve vergiler…”
Bir an 23 seneyi aşkın süredir ülkeyi başkalarının yönettiğini sandım da afakanlar bastı. Memlekete tek haneli enflasyonu da yaşatan iktidar şimdi enflasyon ve vergilerden, aynı zamanda gelir adaletsizliğinden şikayet ediyor.
Bu ahalimizin çaresizliği anlamına gelir. Yöneten de yönetilen de aynı dertten yakınıyor ise çözüm nerede aranacak, bilen söylesin.
Tasarruf tedbirleriyle milletin gözünü boyamaktan geri durmayanlar, ABD’deki NATO zirvesine 4 ayrı uçakla gidiyor. Uçaklardan birisi nakliye uçağı, Sayın Cumhurbaşkanımızın makam aracını taşıyor. Ne güzel değil mi? ABD’de de mi araç sorunu yaşanıyor?
Almanya’nın bizi kıskanması yeter mi? ABD de kıskançlıktan çatlamalı. Almanya konvoyunu görünce gariban Hollanda Başbakanı’nın siyasete veda ederken başbakanlıktan bisikletle ayrılmasına içerlemedim değil. Yoksulluk da insanın gözüne bu kadar sokulmaz. “Bir taksi tutacak paran da mı yok, eşin dostun, müteahhidin de mi yok arkadaş?” dedirtti bütün dünyaya, Hollanda bizi eledi ama çok puan kaybetti.
Rakamları ayarlama enstitüsü olarak tarih yazan TÜİK’in bu sene işçinin, memurun, emeklinin ve asgari ücretlinin cebinden ne kadar para aşırdığını gören, yetmezmiş gibi hazinemizin ahaliye yeni vergiler salacağını duyan sendikalar da kayıtsız kalamadı.
Uzun bir aradan sonra üç büyük sendika DİSK, TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ buluştu. İktidara yakın kalemler tutuştu. Yetmezmiş gibi CHP Genel Başkanı Özgür Özel de ışık açma kapama eylemi çağrısında buluşunca, hep bir ağızdan “28 Şubat geri mi geliyor?” laflarını söylemeye başladılar.
28 Şubat’ın geldiği filan yok. Ama kendisine gelmesi gereken, ahalinin sesini duyması gerekenler var.