Boray Acar
15 Temmuz Yazısı…
Kimilerinin “Darbe Girişimi”, kimilerinin “Tiyatro” olarak nitelendirdiği olayların sekizinci seneidevriyesindeyiz. Öncelikle, içlerinde masum sivillerin de bulunduğu 252 insanın şehit olduğu, çok sayıda insanın yaralandığı olaylara salt iktidara vurmak maksadıyla da olsa “tiyatro” demek, o insanların manevi şahsiyetlerine saygısızlıktır. Zira ne olup bittiği hâlen aydınlatıl(a)mamış olan darbe gününün şartlarında insanların sokaklara dökülmesi ve silahlı güçlere direnmesi cesur ve onurlu bir davranıştı. Bunun kimin etkisi ve itkisi ile olduğu önemsizdir. Elbette Tayyip Erdoğan’ın lider karizmasının etkisi büyüktü. Ancak böyle olması; Erdoğan’ın veya diğer siyasilerin, olayların bu seviyeye gelmesindeki mesuliyetlerini ortadan kaldırmaz, kabahatlerini de affettiremez.
Gülenci yapının devletteki örgütlenmesi ve siyasilerin teveccühüne mazhar olmaları AKP iktidarıyla başlamadı. Yakın siyasi tarihin tüm iktidarları tarafından desteklendikleri, “hizmet” olarak nitelendirilen fakat aslında “ihanet” olduğu anlaşılan faaliyetlerinin teşvik edildiği bilinen bir gerçek. T.C. devlet adamlarının, yurtdışı seyahatlerinde, Türk iş insanlarına “cemaatin okullarını devlet okulu gibi görmelerini ve desteklemelerini” telkin ettiklerini de biliyoruz. Dolayısıyla konuyu son yirmi yıla hapsedip toplam sorumluluğu AKP’ye yüklemek doğru olmaz. Ayrıca olaya böyle bakmak; bizleri meseleyi tarihi, siyasal ve sosyolojik boyutlarıyla ele alarak sağlıklı bir neticeye ulaşmaktan da alıkoyar.
Gülencilerin bu denli güçlenmesinde tek sorumluluk AKP’ye ait olmasa da, işlerin bu raddeye gelmesindeki kabahatleri çok büyük... Bir defa AKP’nin din temelli siyasi üslubu, Gülenciler dâhil tüm cemaatleri cesaretlendirerek gizliden yürütülen faaliyetlerin gün yüzüne çıkmasını sağladı. Toplum nezdinde sempatik imajlarına rağmen, cemaatlerin çekirdek kadroları sayıca azdır ve bir toplumsal hareketin fitilini ateşleyecek güce hiçbir zaman ulaşamamışlardır. Ancak; Gülenciler, esnaflık müessesesinin toplum sosyolojisini ve tercihlerini belirlediği bir zeminde esnaf içerisinde çok iyi örgütlendi. Aynı tabana yaslanması itibariyle Esnaf İktidarı olan AKP iktidarıyla bu noktada da kesişerek ortaklaştı. Çıkarlar çatışmadığı müddetçe de bu çıkar ortaklığı geliştirildi ve ülkeyi birlikte yönetecek düzeye ulaştı.
Esasen bu yazının konusu olmayan başka sorunların kaynağı konumundaki kemikleşmiş, İslamcıların “Kemalist devlet bürokrasisi” dediği eski devlet bürokrasisinin koyduğu engeller, AKP eliyle kaldırıldı. Bürokrasi, cemaatlere açılarak devletin kılcal damarlarına nüfuz etmelerine izin verildi. Eski bürokrasinin palavradan iddia ve davalarla tasfiye edildiği bu süreç, iktidarın ve cemaatin açık ittifakıyla yürütüldü. Bizzat cemaatin yargı mensuplarınca yürütülen Ergenekon davaları, Erdoğan tarafından “Ben bu davanın savcısıyım.” sözleriyle sahiplenildi. Fakat bu birliktelik iktidar imkânlarının paylaşılamamasına evrildiğinde çıkarlar çatışmaya başladı. Cemaat(!), Fetullahçı Terör Örgütü, cemaat savcılarının yürüttüğü davaların bir kısmı kadük oldu. Gezi davası gibi yine Gülenci yargı mensuplarının uyduruk iddianameleri ile açılan davalar ise olduğu gibi sahiplenilerek sürdürüldü. Velhasıl; 15 Temmuz ile yeni bir hukuk düzeninin, yeni bir rejimin inşasına girişildi.
Bu yeni rejim inşası sürecinde ülkenin kararnamelerle yönetildiği bir dönem yaşandı. Gülencilerle tam mutabakat hâlinde ülkeyi yönetirken büyük acılara ve haksızlıklara vesile olan iktidar, darbe girişimi sonrasında kapsamlı bir cadı avı başlattı. Keyfi ve mesnetsiz kararlarla insanlar işlerinden atıldı, açlığa ve ölüme mahkûm edildi. OHÂL gerekçesiyle alınan kararların kamuoyunda tartışılmasına dahi müsaade edilmedi. Yine Erdoğan’ın sözleriyle “at izinin it izine karıştığı” bir zeminde tarafsız yürütülmesi gereken adli süreçlere siyaset karıştı. FETÖ borsası gibi iğrenç bir iddia bile hakkıyla sorgulanamadı.
Nasıl olduysa zımnen destek olanından Türkçe Olimpiyatları’nda gözyaşı dökenine kadar hiçbir siyasi bu süreçte zarar görmedi. Mecliste kurulan Darbe Komisyonu tarafından hazırlanan ve dönemin meclis başkanına sunulan rapor; -şaka değil- kaybolduğu gerekçesiyle hiçbir zaman açıklanmadı. O nedenle de 15 Temmuz gecesi yaşananlar bir sır olarak kaldı.
Tehlike geçmiş gibi görünebilir. Ancak hâli hazırda siyasette devlet kadrolarında, mecliste, bakanlıklarda; holdingleşerek plazalarda; sosyal yardım maskesiyle halkın içinde faaliyet sürdüren farklı cemaatler mevcut. Olası bir çelişkide FETÖ örneğindeki gibi gizli servislerin ağına düşmeyeceklerini ve ülke aleyhine çalışmayacaklarını kimse garanti edemez. Hülasa tehlike geçmiş değil…