Ayşe Naz Hazal Sezen
Kendine Geliştirme Tanrılarına Kurban: Toplum
Eskiden hastalıkları, olumsuzlukları, başına gelen kötü olayları tanrılara atfedebilen insan, bugün yanlış seçimler yapmış, olumlu olanı görememiş, yaşam projesinde mutluluk hedefine yanaşamamış olan. İnandığı tanrılar tarafından mağdur edilme hakkı elinden alınmasıyla, “kendini geliştirme tanrılarına” mecbur edilmiş; kişisel ol(a)mayan mukaddes “kişisel gelişim” kitaplarıyla yeni inancının gerekliliklerini öğrenmeye çalışan yine o.
Doğru şampuanı ya da doğru ampulü bulmaya çalışır gibi doğru yaşamı bulmaya çalışıyoruz. Yaptığımız seçimlerle kaderin efendisi, sonuçlarıyla sorumlulukların kölesi olarak yaşıyoruz.Seçim ve kaygı. Birbirine benzemeyen, lakin insan özgürleştikçe(!) aralarındaki bağlantı gitgide güçlenen iki kelime. Soren Kierkegaard’a göre kaygı özgürlükten -olasılığın olasılığıyla yüzleşmekten- ortaya çıkıyor. Yani birey ne kadar özgürse, kaygısı o kadar yoğun olacaktır.[1] Jean Paul Satre ise kaygıyı sorumlulukla ilişkilendirir. İnsanın kendi kararlarını almakta ve eylemlerini gerçekleştirebilmekte özgür olduğunu söyler; yapılan seçimlerin getireceği sorumluluklardan dolayı kaygının seçimlerdeki etkisini vurgular. Başka bir yolla söylersek, köprünün kenarında biri köprüden düşebileceğinden değil, kendisini köprüden aşağı bırakma özgürlüğünden dolayı kaygılanır.
Kaygı ve seçim neden şu an bizi ilgilendiriyor?
İçinde bulunduğumuz günler bize tarih boyunca hiç sahip olmadığımız kadar seçim hakkı -özgürlük- sunuyor; azami hazzı yaşamamız ve mutluluğu bulmamız için. Yaşamlar artık bir sanat projesi, doğru yapılandırılması gereken bir yatırım ya da çevremizdeki tüm hayatlar tamamlanması gereken vazifeler bütünü; kendimizinki dahil. İdeal olana doğru zamanda, doğru yerde yetişme sorumluluğunu taşıyoruz. Aslında yaşamımızdaki birçok şeyden kendimizi sorumlu hissediyoruz; çocuklarımızın geleceğinden, mesleğimizden, küresel ısınmadan, dönüştürülmeyen plastiklerden, evliliğimizden, bekarlığımızdan… Doğru olanı seçme kaygısıyla hareketsiz kalan da, pusulasını şaşan da, içerde boğulmasına rağmen dışarda nefes almaya mecbur kalan da biziz. Seçim yapmak bir yandan tahripkâr mesuliyete dönüşürken bir yandan da başarısızlık, korku, suçluluk ve yanlış seçim yapma pişmanlığıyla harmanlanıyor. Seçim yaparken kendi kaderimizden, kendi esenliğimizden, çevremizdekilerin esenliğinden, hepimizin geleceğinden biz sorumlu hissediyoruz: çocuğum için doğru okulları buldum mu, eşime doğru gıdayı aldım mı, eve doğru sehpayı seçtim mi, iş için doğru ek eğitimleri aldım mı?
Doğru Yaşamı Bulmak
Doğru şampuanı ya da doğru ampulü bulmaya çalışır gibi doğru yaşamı bulmaya çalışıyoruz. Yaptığımız seçimlerle kaderin efendisi, sonuçlarıyla sorumlulukların kölesi olarak yaşıyoruz. Karar verdiğimiz herhangi bir seçimin yanlış olması, geleceğe dair yapacağımız tüm seçimleri hata yapma kaygısıyla şekillendiriyor. Pişmanlık omuzlarımızdan indiremediğimiz bir yüke dönüşürken, yetersizlik hissi değersizlikle bütünleşiyor. Yanlış seçimlerin tek suçlusu kendimiz oluyoruz. Zira kendimizi hata yapmamak için yeterince geliştirememiş ilan ediliyoruz: İşten çıkarılırsak, biz yetersiz olduğumuz için; saçlarımız kurursa, biz şampuanın içeriğini iyi okumadığımız için; nesillerce genlerimizde taşıdığımız bir hastalığa yakalansak dahi yaşam tarzı tercihlerimiz yanlış olduğu için; markette sepetimiz yeterince dolmuyorsa, biz iyi kazanamadığımız için; partnerimiz tarafından şiddete maruz kalıyorsak, biz doğru seçim yapamadığımız ya da yanlış davrandığımız için; mutluluğa ulaşamadıysak, kendimizi eksiksiz ve başarılı yaratamadığımız için sorumlu hissetmeliyiz! Sonuçta içinde -sadece- bulunduğumuz sistem, belirsizliği asgari seviye indirememiş, riskleri önleyemese bile öngörülebilir hale getirmemiş olanın yine kendimiz olduğunu söylüyor. Başarılı olmak ve mutluluğa ulaşmak içinse kendi üstümüzde daha çok çalışmalı, binlerce tüketim nesnesine rağmen bilinçli tüketici olmalı, kendimizin sorumluluğunu hissetmeliyiz, diyor.
Kendini geliştirme tanrıları
Eskiden hastalıkları, olumsuzlukları, başına gelen kötü olayları tanrılara atfedebilen insan, bugün yanlış seçimler yapmış, olumlu olanı görememiş, yaşam projesinde mutluluk hedefine yanaşamamış olan. İnandığı tanrılar tarafından mağdur edilme hakkı elinden alınmasıyla, “kendini geliştirme tanrılarına” mecbur edilmiş; kişisel ol(a)mayan mukaddes “kişisel gelişim” kitaplarıyla yeni inancının gerekliliklerini öğrenmeye çalışan yine o. Kişisel gelişim kitaplarına göre mağduriyet artık seçilebilir bir durum. Önemli olan bireyler çektikleri acı karşısında mağdur mu olacak, yoksa olumsuz koşulları görme biçimini mi değiştirecek? Tabii, önce kitaplarda adım adım verilmiş olan talimatları takip etmesi gerekecek. Eğer talimatlar doğru takip edilirse, bireyler gerçekliği reddedip, kendi etraflarında gerçekliği belirleme gücü olduğunu algısına sahip olabilecek ve insan topluma vaat edilen mutluluğa ulaşmış olacak. Böylece kaygılarını arttıran seçimlere gerek kalmayacak. Zira, kişisel gelişimcilerin vaadi, bireylerin kendi kaderlerinin efendisi olabilmesi için gerekli seçimleri yapmış olmak. Yine de hangi kişisel gelişim talimatlarının takip edileceği kendi seçimimize kalmış.
Bireysellikten toplumsalı unutmaya
Çevremize baktığımızda mukaddes “kişisel” gelişim kitaplarının kişisel olmadığı ve vaat edilen mutluluk hedefine ulaşmadığı bireyleri saran yoğun kaygı bulutlarından anlaşılabilir. Ulaştığı tek başarıysa; mutsuzluğun her yerde olduğu inancını perçinleyerek, kendi zaaflarımız ve kusurlarımızla daha çok meşgul olmamızı sağlamak. Her konuda kendimize yoğun özeleştiri getirdikçe, toplumsal eleştiri yetilerimizi kaybeder hale geliyoruz. Ekonomi, cinsiyet eşitsizliği ya da toplumsal adaletsizlik yüzünden çektiğimiz dertlere derman olarak olumlu düşünmemiz, algımızı değiştirmemiz, kaderimizin kontrolünü elimize almamız önerildikçe toplumsal değişimi başlatabilecek bakış açılarını kaybediyoruz. Sürekli yetersiz ve başarısız olduğumuz algısı, toplumda, iktidarda, dışarıda yanlış gideni eleştirme, değiştirme veya iyiye dönüştürme becerimizi köreltmekte ve kuvvetimizi tüketmekte. Bireysel seçimlerimiz hakkında takıntılı hale getirilirken, seçimlerimizin sadece kendimize ait değil, topluma da ait olduğunu da unutmamak ve seçme hakkının her türlü politik sürecin temelinde yer aldığını da kendimize hatırlatmak gerekebilir.[2]
[1] Sayar, K. (2000). Anksiyete: Özgürlüğün Baş Dönmesi.