Pelin Batu
Zübeyde Hanım
Üniversitede tarih okumaya başladığımda aslında tarihi gayet iyi bilen ve araştıran rahmetli annem ve babam, ‘Tarih bizim lisede en sevmediğimiz konuydu’ demişlerdi. Çünkü tarih onlar için belli tarihleri ezberlemek, belli savaşları ve kahramanlık ya da kayıp hikâyelerini işlemekti.
Okulda ne doğru dürüst analiz edip kıyaslama, ne de olayları felsefi, sosyolojik, edebi vb. interdisipliner şekilde zenginleştirip büyük resmi görme şansına erişmişlerdi.
Dolayısıyla tarihi pek çok tarihçiden bile daha iyi bilen babam ve hayatı Arnavut bir devrimci olarak okuyan annem için inkılap tarihi de dogmatik ve sıkıcı bir ders kategorisine girdiği için evimizde çok konuşulmamıştı.
TARİHİ ANLAMAK, ANLATMAK
Ben ne zaman ki Türkiye’ye taşınıp Boğaziçi Üniversitesi’nde zorunlu ders olarak verilen İnkılap Tarihi aldıktan sonra tarihin nasıl anlatılması veya anlatılmaması gerektiğini kavradım.
Bugün kendim Atatürk’ü anlatırken yaptıklarını ukala bir tarih öğrencisi gibi değil, anakronistik bir tavırla değil, kendi çağının içinde değerlendiriyorum.
Bazen, az bile yapmış diyorum, bazen keşke bu kadar erken vefat etmemiş olsaydı da devrimleri daha derinlemesine içselleştirilseydi diyorum.
GÜNLERDEN 10 KASIM
Ama günlerden 10 Kasım’da konumuz Atatürk değil, onu yetiştiren annesi Zübeyde Hanım. Belki çoğunuzun gayet iyi bildiği bir anne Zübeyde Hanım.
Olsun.
Bugün, o kadının yaşamını, kahrını, çocukları için yaptığı fedakârlıkları anlatmak istiyorum.
Zübeyde Hanım günümüzde Selanik’in bir ilçesi olan Langaza’da 1857 yılında dünyaya geldi.
AİLENİN TEK KIZI
Babası Sofuzadeler olarak bilinen Feyzullah Ağa, annesi de okuma yazması olan bilge bir kadın olan Ayşe Hanım’dı. Ayşe Hanım, Feyzullah Ağa’nın üçüncü evliliğiydi, Zübeyde de tek kızlarıydı. Bugün pek çok Balkan ailesinin olduğu gibi Zübeyde Hanım da kökenini Konya Karaman’daki yörük Türklerine dayandırıyor, 1466’da Fatih döneminde Rumeli’ye göç ettirilen bir ailenin soyundan geldiğini söylüyordu.
YÖRÜK TÜRKLERİNDEN
Dolayısıyla daha sonraki yıllarda hem oğlu Mustafa Kemal hem kızı Makbule, atalarının yörük Türkleri olduğunu söyleyeceklerdi. Hayatının ilk çeyreğini Langaza’daki Rapla Çiftliği’nde geçiren Zübeyde, sanki bir masalı andıran hikâyeye göre Rapla’da yorgan dikerken eline batan iğneden dolayı Selanik’te doktora gitmiş, oranın havasına suyuna meftun olunca çiftliğe dönmeme kararı almıştır.
Çok geçmeden Ali Rıza Bey’le tanışıp tam tarihleri bilinmemekle birlikte 1870 ya da 1871 yılında 14 yaşındayken evlenmiştir. Onu tarif eden Şevket Süreyya, altuni saçlar ve mavimsi, canlı gözleri olduğunu yazar… Kızı Makbule Hanım’a göre uzun, ince, altın saçlı, yeşil gözlü bir kadındı.
MOLLA ZÜBEYDE
Tıpkı annesi gibi o da okuma yazma bildiği için onun da ismine “molla” iliştirildi. Zübeyde Hanım’ın çok iyi bir eğitim aldığı söylenemez, ama o dönemde bir kadının okuma yazması olması bile müstesnaydı.
GÜMRÜK MEMURU ALİ RIZA
Ali Rıza Efendi Osmanlı Rüsumat İdaresi’nde gümrük memuru olarak çalışıyordu. Ali Rıza Efendi’nin Selanik’teki Yenikapı Mahallesi’ndeki pembe boyalı, üç katlı aile evine taşınan çiftin altı çocuğu oldu.
ÜÇ ÇOCUKLARI DİFTERİDEN ÖLDÜ
Bunlardan Fatma (d. 1872) henüz üç yaşında, Ömer (d. 1874) sekiz yaşında, Ahmet (d. 1874) de dokuz yaşında difteriden öldüler.
Ahmet defnedildikten sonra naaşının çakallar tarafından parçalanması Zübeyde Hanım için büyük bir travma oldu. Hatta kimi yazarlar onun dine sığınması ve dinde huzur bulmasını çocuk kaybına bağlar.
O yüzden oğlu Mustafa genellikle sanılanın aksine 1881’de değil de 4 Ocak 1879 yılında doğup büyüdükten sonra eşi Ali Rıza Bey Zübeyde Hanım’ın gönlünü almak için dini eğitim veren bir okula vermiş, bir hafta sonra da imparatorluktaki zamanın en ilerici ikinci Türk okulu olan Şemsi Efendi’nin paralı okuluna yazdırmıştır.
OKUYUP ADAM OLSUN!
Mustafa ismi, Ali Rıza Bey’in kundaktayken düşüp ölen kardeşine ithaf edilerek verilmiştir. Babası çocuklarının hayatını kurtarması ve “adam” olması için iyi okumaları gerektiğinin bilincindedir. O yüzden de tüm zorluklara rağmen oğlunu özel okulda okutmak ister. Ali Rıza Bey memurluktan istifa ettikten sonra kereste işine girmiş fakat eşkıya saldırıları yüzünden işi bırakmak zorunda kalmıştır.
Bir süre tuz ticaretiyle uğraşan Ali Rıza Bey depodaki tuzlar eriyip serveti tuz buz olunca çökmüş, memuriyete geri dönememiş, çok geçmeden de kimi kaynağa göre 1888’de kimine göre 1893 yılında bağırsak vereminden hayata gözlerini kapatmıştır.
BABASININ FOTOĞRAFI YOK
Şunu da belirteyim, etrafta gördüğümüz Atatürk’ü andıran Ali Rıza Bey’e ait olduğu iddia edilen o çizim babasına ait olmadığını Çankaya kitabından öğrendiğimiz üzere Atatürk bizzat kendi söylemiştir. Yani Ali Rıza Bey’in bilinen bir portresi yoktur.
DUL ZÜBEYDE’NİN ZOR ZAMANLARI
Oğlu Mustafa, 1885’te doğan “Makbule” ve 1889 yılında doğan “Naciye” ile dul kalmış olan Zübeyde Hanım, onca yıl mutlu mesut yaşadıkları pembe evi kiraya vererek hayatı idame ettirmeye çalışır.
Oradan gelen gelirle yandaki küçük bir daireye yerleşirler. Arada da üvey kardeşi Hüseyin’in kâhyalık yaptığı Langaza’daki çiftliğinde ikamet ederler. Fakat okul çağına girmiş Mustafa’nın Selanik’teki okuluna dönmesi gerektiği için çiftlikte çok uzun kalamazlar. Ayrıca Zübeyde Hanım kardeşine yük olmak da istemiyordur.
MUSTAFA İÇİN SELANİK’E DÖNER
Selanik’e döndüklerinde daha evvel Ali Rıza Bey’in çalıştığı gümrük müdürlüğündeki müdür olan Ragıp Bey, Zübeyde Hanım’a evlilik teklifinde bulunur ama oğlu çok tepki duyduğu için tekliflerini kabul etmez.
Babasını erken yaşta kaybetmiş olan Mustafa, evin tek erkeğidir ve bu kayıpla karakterinin çok derinden etkilediği söylenir.
RAGIP BEY İLE EVLENİR
Sonunda Zübeyde Hanım daha önceki evliliğinden iki kızı ve iki oğlu olan Ragıp Bey ile evlenir. Mustafa’nın ilk başlarda bu evliliğe çok tepki koyduğu, halasının evine yerleştiği ama Ali Fuat Cebesoy’a belirttiği üzere zamanla üvey babasının kendisine karşı ne kadar kibar ve nazik davrandığını gözlemleyerek annesinin yeni evliliğiyle barışmıştır.
DÖRDÜNCÜ KAYIP
Dördüncü çocuğu olan Naciye’yi (d. 1889) 12 yaşında veremden kaybeden Zübeyde Hanım yine çok sarsılmıştır. Ardından Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte imparatorluk gibi hayatları da paramparça olmuştur.
Bu arada kimi kaynaklara göre eşi Ragıp Bey’in cephede öldüğü kimi kaynağa göre de ayrıldığı söylenir.
SELANİK DÜŞÜNCE İSTANBUL’A
Şunu biliyoruz ki 1914’te Selanik Osmanlı toprakları olmaktan çıkınca Zübeyde Hanım kızı Makbule ve üvey evladı Ruhiye’yi yanına alıp oğlu Mustafa’nın onlar için kiraladığı Akaretler’deki evine yerleşmek üzere İstanbul’a taşınmışlardır.
HALEP’TE MUSTAFA’NIN YANINDA
Zübeyde Hanım oğlu ile yakinen ilgilenir, mesela oğlunun Halep’teki cephede görme yetisini kaybettiğini duyunca bir hafta yalnız başına tren yolculuğu yapıp oğlunun yanına gitmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda oğlu annesinin ve kardeşlerinin ve Diyarbakır’dan getirip evlat edindiği Abdürrahim’in daha rahat yaşayabilmesi için günümüzde Atatürk müzesi olan Şişli Halaskargazi Caddesi’ndeki evi satın almak ister fakat parayı denk getiremeyince evi kiralar ve kalan parayla Milli Mücadele fikrini yaymak için bir gazete çıkartırlar.
KURTULUŞUN STARTI
Halaskargazi Caddesi’ndeki evde gizli toplantılar yapılıp Kurtuluş Savaşımızın startı verildiği esnada Zübeyde Hanım üçüncü katta tarihe tanıklık ediyordur. Oğlunu 1919’da milli mücadelemizi başlatmak için uğurladığında onu üç yıl boyunca göremeyeceğini, Kuvayi Milliye’nin her zaferinden sonra işgal kuvvetlerinin İstanbul’daki evi basıp Zübeyde ve Makbule hanımlardan bilgi almaya çalıştıklarını bilmiyordu.
İDAM KARARI VE KISMİ FELÇ
Zübeyde Hanım, Damat Ferit Hükümeti’nin oğlu ve silah arkadaşları için idam kararı çıkarmasıyla kısmi felç geçirir.
Oğlunu ancak tebdil-i kıyafet şekilde gizli gizli Adapazarı’na gidip 1922 yılında görebilir.
Mustafa Kemal ünlü Fransız gazeteci Claude Farrere ile röportaj yapmak için İzmit’e geldiği esnada Binbaşı Vehip Bey’in evinde buluşurlar. Mustafa, annesini yanına alıp Çankaya’da bulunan bir bağ evine yerleştirdikten sonra Büyük Taaruz’u başlatmak üzere 26 Ağustos 1922’de Kocatepe’ye geçer.
HARBİ KAZANMADAN DÖNME!
Oğluna veda bile edememiş olan Zübeyde Hanım, “Oğlum, seni bekledim. Dönmedin. Çay ziyafetine gideceğini söyledin. Ama ben biliyorum, sen cepheye gittin. Sana dua ettiğimi bilesin. Harbi kazanmadan dönme” diye yazmıştır.
Ankara kışı Zübeyde Hanım’a ağır gelmiştir, hastalıkları iyice depreşmiştir. Mustafa Kemal annesinin biraz daha ılıman bir iklimde tedavi olması ayrıca müstakbel gelini Latife Hanım’la tanışabilmesi için annesini 1922 Aralık’ında İzmir’e aldırır.
ACI HABER ESKİŞEHİR’E ULAŞIR
Zübeyde Hanım oğlunu görebilmeyi çok arzu etmiş, onun İzmir’e gelmesini büyük bir heyecanla beklemiştir. Fakat devrimlerini anlatmak için ülkemizi karış karış gezen oğlu annesinin ölüm haberini Eskişehir’de alır. Hayatının son günlerini Karşıyaka ve İzmir’de geçirdikten sonra 14 Ocak 1923’te ülkemizin kurtuluşunu ve Cumhuriyetimizin ilanını ve oğlunun Atatürk ilan edilişini göremeden 66 yaşında vefat etmiştir.
Ne oğlu ne kızı cenazesine yetişebilmiştir. Latife Hanım üç gün hatim duası ettirmiş, Karşıyaka’daki kabristanda yüzlerce gümüş mecidiyeyi sadaka olarak dağıtmış, mevlüt okutmuştur.
TAM BİR MAKEDON KADINI
Atatürk de hayatının sonuna kadar o çok düşkün olduğu annesinin her ölüm yıldönümlerinde hatim okutmayı ihmal etmemiştir.
Zübeyde Hanım’a anıt mezarın temeli 1933 yılında atılmış, ama resmen oğlunun ölümünden sonra 1940 yılında açılmıştır.
Halide Edip’in “Tam bir Makedon kadını” olarak tarif ettiği Zübeyde Hanım’ı oğlunun vefat ettiği günde minnet ile anıyoruz.