Tarihin ilk romancısı: Murasaki Shikibu

Sizler bu yazıyı okurken ben Japonya’da olacağım… Japonya ki neden olduğunu bilmediğim bir şekilde çocukluğumdan beri beni çeken, büyüleyen, korkutan, heyecanlandıran, merakımı kaşıyan, dünyada en çok görmek istediğim yerlerin başında gelen, beni en çok cezbeden ve bazen de irkilten o kadim, tekinsiz, saygı ve huşu uyandıran kültürdür…Ve Japonya deyince, pek tabii ki ilk aklıma gelen kadın, dünyanın ilk romanına imza atmış olan Murasaki Shikibu…

Çoğu insan, romanın Batılı bir (s/z)ana(a)t olduğunu ve erken modern çağda çiçek verdiğini düşünür. Oysa Genji’nin Hikâyesi olarak bilinen bu meyve, 11. yüzyılın ilk çeyreğinde Japonya’nın Heiane İmparatorluğu çağında bir kadın tarafından yazılmış bir romandır. Yazarının adı Murasaki Shikibu olarak geçer, günümüzde de bu kitabı aldığımızda bu yazar ismiyle tanırız. Oysa adı, sanı, hayatı gizemli bir buluttur. Yine de onun kim olabileceğine dair bazı ipuçları vardır.

Romancımızın adı belli olmamakla beraber yazdığı şiirleri ve romanda bahsettiği kişilerden dolayı edebiyat tarihçiler, bugün Shikibu olarak nam salmış hanımefendinin saray günlüklerinden yola çıkarak adeta dedektiflik yaparak onun 973-1014 yılları arasında yaşamış Fujiwara no Karoruko adlı bir nedime olduğunu düşünüyorlar. “Murasaki” ismi romanda geçen bir karakterden dolayı kullanılıyor. Bu arada Murasaki kelimesi de mor salkımdan gelen eflatun rengine verilen ad.

murasaki-shikibu-composing-genji-monogatari.png

FUJIWARA KLANI’NDAN

Ailesinin kraliyet ailesiyle içli dışlı, güçlü Fujiwara klanı olduğu, babasının da yerel bir vali olmuş ama ön plana çıkmasının nedeni antolojilere girmiş şiirleri ve özellikle Çin edebiyatı konusunda bir alim olarak tanınıyor. Büyükbabaları da zamanın namlı şairleri. Bu aile 9. yüzyıldan itibaren saray ile yakın ilişkiler kurmuş, imparatorlara gelin vermiş bir aile olarak iki küsur yüzyıl boyunca nüfuslu ve önemli bir aile olarak kabul görmüş.

Shikibu, bu dönemde babasıyla yaşayan nadir kızlardan biri- bu belki de annesini erken kaybetmiş olmasından kaynaklanıyor zira bu çağda evli çiftler ayrı evlerde yaşıyor ve çocuklar annede kalıyor.

Belki Shikibu babasıyla büyüdüğü için kendi çağdaşı olan kızların aksine o dönemde kadınlara yasak olan pek çok şeyi babasından öğreniyor. Mesela babasının kızı olarak normalde Heiane döneminde yasak olan Çin dilini ve edebiyatını hatmetmiş, bu sayede de edebiyattan dine, dillerinden panteonlarına kadar pek çok şeyi anakara Çin’den alıp onu sofistike bir hale getirmiş entelektüeller sınıfına mensuptu.

NADİR BİR YAŞTA EVLİLİK

Yirmili yaşlarının sonunda bir evlilik yaptığı (ki bu da müstesna bir durum, normalde bu çağda kızlar ergenken evlendiriliyor- 20’lerinin sonu, 30’larının başında evlenen kadın ne kadar aristokrat olursa olsun nadir görülen bir şey). Eşi babasının arkadaşı ve uzak bir akrabası olan kendinden yaşça çok büyük bir adam ve anlaşıldığı üzere evli olmalarına rağmen pek çok sevgilisi olan, bu sevgilileriyle de görüşmeye devam eden sosyal bir kelebek. Evliliklerinden de bir kız çocuğu dünyaya getirdiği biliniyor.

SARAYDA NEDİME

Evlilikleri boyunca Kyoto’da yaşıyorlar. Fakat eşi iki yıl sonra vefat edince Shikibu büyük ihtimalle eşinin vefatından sonra kendini yazıya veriyor ve Genji’nin Hikâyesi romanını tamamlıyor. Bir efsaneye göre göl kenarına inzivaya çekilip mehtabı izleyerek yazıyor ilk roman kabul edilen eserini.

30’lu yaşlarının ortasında Shikibu, İmparatoriçe Shoshi tarafından saraya nedime olarak alınıyor. Romanını saraya girmeden bitirdiği ve kuvvetle muhtemel ki romanı yüzünden saraya davet edilip İmparatoriçe’nin ekürisine katıldığı teorize ediliyor.

JAPON RÖNESANSI

Heian dönemi (794-1185) Japon tarihinde bir tür rönesans dönemi olarak sarayın etrafında gelişen sofistike aristokratik bir kültürel dönemdir. Bu dönemde saraya mensup pek çok kadın edebi ve sanatsal faaliyetler göstermiş, şiir yazıp günlük tutmuşlardır ki bu gözlemler saray hayatına dair bize paha biçilmez sosyolojik ve psikolojik bilgiler verir.

Genji’nin Hikâyesi de bunlardan biridir.

Saray hayatına dair pek çok ipucunun yanı sıra, bir kadının o dönemdeki konumu, diğer çağdaşı Pillow Book (Makura no Soshi) kitabının yazarı Sei Shonagon kadın yazarlarla kıyasladığımızda, Shikibu’nun daha içsel ve kişisel dokunuşlarıyla, bizlere yazara dair fikir verir. Mesela kocasının vefatını tarif ederken kişisel tecrübelerinden yararlandığı söylenebilir.

Aslında bu dönemin Japon edebiyatının en yüksek noktalarından biri sayılması tesadüf değil. Bu dönemde Kyoto yüz binlik nüfusuyla kozmopolit, kültürle örülmüş bir şehir fakat saray ahalisi gayet izole bir hayat sürüyor. Kendi aralarında atışan kadın yazarlar, kaligrafi, musiki, şiir ve moda gibi konularla ilgilenip günlük tutuyorlar. Bu günlüklerinden gördüğümüz üzere pek çoğunun artistik meraklarını derinleştirmekten başka bir derdi yok. Pek çok saraylı, Avrupa ve Doğu Roma’da olduğu üzere sokaktaki insandan çok daha rahat bir hayat yaşıyor, sevgilileri oluyor, özgür ve eğitimliler. Ama yine de bir kafesin içindeler. Ve bu altın kafesin içinde Japon edebiyatının en nadide eserlerini yaratıyorlar.

BİN YILDIR PARILDIYOR

Bu kadar çok eserin arasında Shikibu Murasaki’nin eseri, bin yıl sonra hala eflatun ışığıyla parıldamaya devam etmesi, sadece dönemin aynası olmasından değil. O, Japon dilinin matbu olmasında parmak oynayan, dilin gelişiminden öte psikolojik ve sosyolojik olarak roman denilen janrı yaratan bir kadın olarak edebiyat tarihi açısından Shakespeare’lerin, Dante’lerin, Moliere’lerin liginde. Tüm bu yazarlar gibi, kullandığı diller sadece edebiyatı değil, dilin kendisini zenginleştiren bir kalem. Ama dünya avrosentrik dünya düzenimizde, esamesi pek de okunduğu yok. Tabii bu alakasızlık Batı için geçerli. Japonya’da o bir ilahe kıvamında.

Bugün Kyoto’da heykelinin altında, adının verildiği mor yemişlerle çevrili vaziyette, Japonya’da binlerce resme ve şiire ilham vermiş vaziyette. Ne mutlu ki onu yerinde, müzesinde görme şansına erişiyorum. Darısı bir sakura vakti, sizlerin başına…

Kyoto’dan sevgilerimle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi