Aytuna Tosunoglu
YOKLAMA DEFTERİ
Aşağıda sıralı cümleleri ekran ya da kamu önünde birden fazla kullanmayanı yok yazıyorlar:
1.Bu ülke hepimizin.
2.Bakın ben sizin sözünüzü kesmedim.
3.Seversin, sevmezsin.
4.Tankın üzerine çıktığını görseydik.
5.Terörle ilişkisini kessin.
6.Oraya gelcem, bi’ izin verin.
7.Yirmi sekiz şubat.
8.Benim ona bir itirazım yok, AMA.
9.Ben söylemiyorum, kendisi söylüyor.
10.Terörle iltisaklı irtibatlı (dili dönmeyenler için iltihaplı da kabul).
11.Bir tane göstersinler bakanlığı bırakırım.
12.Reklama gidiyoruz.
13.Bu bir duyum.
14.Şeffaf olmalılar.
15.Şeyhini değil amirini dinlesin.
16.Liyakate bakmak lazım.
17.Seversin, sevmezsin (bir daha).
18.Tarikatlar, cemaatler bu ülkenin gerçeği.
Televizyon ekranı (da) sanaldır. Gördüklerimize oyun dersek masumlaştırırız hele tiyatro dersek içinde “düşünen” öznenin iletişim alanının sözcükler, jestler ve bakışlarla önce birbirine sonra seyirciye değdiklerini kastetmiş oluruz ki, bu da tiyatroya büyük haksızlıktır (Hiç olmazsa yaşı gereği saygı duyalım, ilk oyun 2554 yıl önce sahnelendi ve bitmedi, bitmeyecek).
Havuzlu televizyon kanallarının ekran yüzleri (yani nöbetçi araştırmacı, nöbetçi yazar, nöbetçi gazeteci, nöbetçi rektör, nöbetçi hukukçu, şimdilerde nöbetçi doktor, nöbetçi emekli milletvekili, nöbetçi güvenlik politikaları şeycisi, son olarak nöbetçi tek hücreli ve derin ağızsal boşlukları olan program sunucuları) muazzam bir olanaklılık içinde tüketiliyor. Çünkü belleğimizde toplanmayı ve burada sonsuza dek çoğalabilir olmayı hedefliyorlar. Sonra da sanal bir sonsuzlukta, tek boyutlu nesneler olarak atılmayı bekliyorlar; tuvalet ihtiyacı giderme gibi. Sonra bir daha, bir daha…
Kim yalan söylüyor, kim aslında hiçbir şey söylemiyor konulu televizyon programları gerek, bize. Politik yaklaşımlardan uzak televizyon programları. Saf gerçeğin peşinde ve serimi içinde programlar… Akdeniz’in ortasında, yarısı patlak bir kurtarma botuna sıkışmış bir insan cesedi iki haftadır salınıyor. Uzaydan görmüşüz. Pazar yerinde bir genç bir başkasına küfür edildi diye muhalefet etmiş, genci dayakla öldürmüşler. On altısında bir genç kadın karnını doyurmak için yemiş toplamaya engebeli araziye çıkmış, ayağı kaymış, yardan aşağı düşmüş, düşerken belini ve kalçasını kırmış. Kıpırdayamadığı için bir zaman sonra ölmüş. Öleli aşağı yukarı on iki bin yıl oluyor. Bilim, bu insanın başına gelmiş olabilecekler hakkında kemiklerine bakarak tutarlı bir yol çizebiliyor da bir küçük çocuğun araba çarpması sonucu öldüğünü söyleyemiyor, öyle mi… Yaşam hakkı elinden alınmış ne çok insan var. Ne çok…
Girişte sıraladığım cümleler rastgele değildir. Sayılabilen, ölçülebilen, kimi zaman artan, kimi azalan durumları bildiren sözcük gruplarıdır. Yani nicelikseldir. Her biri tek tek kararlardan oluşur ve özgürlüğümüze son veren belirsizlikler bütününü oluşturur. Temel hak ve özgürlükler içselleştirilmedikçe bu sanallık devam eder.
- Altına imzamı atarım.