Hüseyin Tapınç
YILIN KELİMESİ
Her sene sonunda adettendir; yılın kişisi, yılın olayı, yılın filmi, yılın sporcusu, yılın dizisi gibi alanlarda seçimler yapılır ve seneye damga vuran kişi ya da olaylar gündeme getirilir.
Tüm bu seçimler arasında dikkat çekenlerden birisi de yılın kelimesi ile ilgili olan seçimdir. Geçtiğimiz günlerde siz de okumuşsunuzdur, Merriam-Webster sözlüğü 2022’nin kelimesini Gaslighting olarak belirlemiş. Bu kavram ile ilgili yapılan aramalar son bir sene içinde yüzde 1740 artmış. Türkçe tek bir sözcükle karşılanmayan bu ifade bir psikolojik manipülasyon ve taciz yöntemi. Özü bir kişinin kendi çıkarları için bir başkasını kasten yanıltması ve psikolojik manipülasyon yoluyla birinin kendinden şüphe etmesini sağlama çabası olarak tanımlanıyor.
Öte yandan, Oxford Sözlüğü de 2022’nin İngilizce kelimesini şu üç kavram arasından online halk oylaması ile seçtiriyormuş: Metaverse, I Stand With hashtag’i ve goblin mode (toplumun dayatmaya çalıştığı kalıpları reddetme) kavramı.
2022 yılının sonunda Türkiye’deki toplumsal dinamikleri ve toplumun ruh halini yansıtan bu tür seçimleri Google Trends raporundan edineceğiz; toplumca hangi kelimeleri aramışız, neyi merak etmişiz, kimleri ya da hangi olayları araştırmışız, göreceğiz.
Eğer bugün Türkçe’de yılın kelimesi ile ilgili bir arayış içinde olsaydık, benim adayım tartışmasız bir şekilde “yoksullaşma” olurdu.
2022 yılı tüm toplumca yoksullaştığımız, yoksullaşmanın çeşitlerini derinlemesine yaşadığımız ve yoksullaşmanın farklı toplumsal kesimleri nasıl etkilediğini net bir şekilde gözlemlediğimiz bir yıl oldu. Tüm bir yıl boyunca yoksullaşma hikâyeleri okuduk, gördük; kadın, çocuk, genç, yaşlı, LGBTİ+ ya da mülteci yoksullaşmasına tanıklık ettik. Üstelik, küçük bir toplumsal azınlık dışında hepimiz bu sürecin bir parçası olduk.
2021 yılının sonundan itibaren tüm toplumu bir virüs gibi saran yoksullaşma süreci ülke ekonomisinde ardı ardına büyüme rakamlarının açıklandığı bir döneme eşlik ediyor.
Ekonomi büyürken yoksullaşıyoruz.
30 Kasım günü TÜİK tarafından açıklanan büyüme oranlarına göre ülke ekonomisi yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 3.9 oranında büyüdü. Geçtiğimiz sene ve yılın ilk iki çeyreğindeki büyüme oranları bundan çok daha büyük oranlara işaret ediyordu; 2022 I. Çeyrek yüzde 7.5 ve 2022 II. Çeyrek yüzde 7.7.
Üçüncü çeyrek büyüme oranı son yedi çeyreğin en düşük büyüme oranı olarak açıklandı. Evet, büyürken yoksullaşıyoruz, ama büyüme oranı da artık tehlike sinyali veriyorsa önümüzdeki aylar tüketiciler için nasıl geçecek?
Bu zorlu soruya verilebilecek yanıtları ekonomistlere bırakıp, büyüme oranındaki parlak rakamlar ile yoksullaşma arasındaki ilişkiye kısaca bakalım. Bu ilişkinin özünde kimin milli gelirden ne kadar pay aldığı yatıyor. Yine TÜİK tarafından dün açıklanan rakamlara göre, çalışanların milli gelirden aldığı pay yüzde 26.3 iken, işletme gelirlerinin aldığı pay yüzde 54.8. Bu rakamlara geniş bir zaman diliminde baktığımızda dengenin çalışanlar aleyhine ciddi bir şekilde bozulduğunu net bir şekilde görebiliyoruz. Son üç senenin rakamlarına bakacak olursak da çalışanların milli gelirden aldığı payın yüzde 30.1’den bugün yüzde 26.3’e düştüğü gerçeği ile karşılaşıyoruz.
TÜİK verileri bize yoksullaşmanın bir cephesini anlatırken, yine dün TÜRK-İŞ tarafından açıklanan açlık ve yoksulluk sınırı rakamları bu toplumsal sorunun ulaştığı boyutun bir kez daha altını çizdi. Kasım 2022 verilerine göre açlık sınırı 7.785 ve yoksulluk sınırı da 25.364 lira oldu. Bu suretle açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki makas daha da açıldı ve 2.285 liraya kadar ulaştı. Dört kişilik bir ailede herkes asgari ücret ile çalışacak dahi olsa gelirleri yoksulluk sınırının yine altında kaldı.
Son bir yıl içinde bu sınırlardaki değişim de aslında enflasyonun gerçek yüzünü açığa çıkartıyor. TÜRK-İŞ verilerine göre geçtiğimiz yıl ile bu sene arasında yoksulluk sınırında tam yüzde 137 oranında artış oldu.
Yaşadığımız bu yoksullaşma süreci göründüğünden daha karmaşık bir yapı içinde oluşuyor. Çünkü, meselenin bu ülke sınırları içinde hüküm süren dinamikleri dışında bir de uluslararası boyutu var. Yoksullaşma, pandemi ile tetiklenen enerji ve gıda krizi ile birlikte Rusya - Ukrayna Savaşı’nın da etkisi ile aynı zamanda global bir sorun. Her ülke bugünlerde kendi yoksulluk hikâyesini yazıyor.
Hükümet ekonomi alanında bir başarı öyküsü yazdığına ve her şeyin yolunda gittiğine gönülden inanıyor ve tüm sözcüleri ile toplumu ikna etmeye çalışıyor. Üstelik önümüzdeki yıl seçim olacağı için açıklanacak yeni paketlerle geçici bir refah dönemi yaşayacağımız da aşikâr. Ancak, bugüne ya da bu refah dönemi sonrasına dair, bu yoksullaşma sürecinden nasıl kurtulacağımıza dair alternatif reçeteleri henüz muhalefet cephesinden duymuyoruz, topluma ayakları yere basan ve ikna gücü yüksek bir reçete öneren yok. İşte, seçimin muhtemel sonucu da bu yoklukta düğümleniyor.