Boray Acar
Yeni Bir İhanet Vesikası: Veba Geceleri!
Tarihle yüzleşme olgusunu vatan hainliği ile özdeşleştiren ve farklı seslere tahammülü olmayan toplum genelinin hazzetmediği yazar Orhan Pamuk’un merakla beklediğimiz romanı “Veba Geceleri” yayınlandı. Yayınlanması ile birlikte de kendini bu toplum genelinin sözcüsü addeden birileri -kitabın edebi değerinden veya konusundan azade- zaman kaybetmeden içlerindeki sevgisizliği faş etmeye başladılar.
İsmini daha önce duymadığım, öykü yazarı olduğunu öğrendiğim Sevda Kaynar, Oda TV’de Orhan Pamuk’u son romanı üstünden hedef alan bir yazı kaleme aldı. Böylelikle Orhan Pamuk’un kendisine yönelik eleştirilerin “heteroseksüel erkek kıskançlığı” olduğu yönündeki tezinin de bu hanımefendi sayesinde çürüdüğünü söylemeden geçmeyelim. Kaynar, gerek ilk yazısında gerekse ilk yazıya gelen tepkilere cevaben yazdığı ikinci yazısında altını çizerek kitabın üç yüz kırk beş sayfa olduğunu ifade ediyor. Muhtemelen kitabın tamamını okumadığını düşünmeyelim diye de; “Roman 345 sayfa. Son sayfayı bitirdiğinizde büyük romanların sonunda beliren saygı, beğeni dorukları hatta tutku belirmiyor asla.” gibi bir cümle kurma gereği duymuş. Tekraren yazdığı sayfa sayısı, Kaynar’ın zihninde kitabın faydalı kesitine yönelik bir şifre taşımıyor ise düzelteyim; kitap tam olarak beş yüz otuz yedi sayfa! Yazıda; edebi eleştiri kabuğu altında yapılan ve kapak resminden başlayan yorumlar, sadece Pamuk için değil, benim gibi kitabı beğenerek okuyan okur için de incitici.
Kaynar’ın yazısında esas amaçlanan iki temel vurgu var. Birincisi romandaki Kolağası Kamil karakteri üstünden Atatürk’e hakaret edildiği iddiası… Kamuoyunda tartışılmaya başlandıktan sonra, ikinci defa dikkatle önyargılı olarak okumama rağmen, ben bir hakaret kastı göremedim. Atatürk’ün hayatından çağrışımla bir karakter yaratılmış olsa dahi bunu bir “alegori” olarak değerlendirmek ve yazarın düşünsel özgürlük sınırları dâhilinde kaldığını düşünmek gerekiyor. Ayrıca Atatürk’ü dogmatik sınırlar içine hapsetme gayretinin bir fayda sağlamadığını da yaşayarak öğrendik. Kaynar’ın, tarihsel akışa uyduramadığı kısımlar için ise Pamuk’un bu tarihsel kaydırmaları kasıtlı olarak yaptığını söyleyerek iddialarını doğrulama kaygısı güttüğünü görüyoruz. Yazıdaki ikinci temel vurgu, Covid pandemisi günlerine denk gelen kitabın sipariş üstüne yazıldığı iddiası. Virüsü laboratuvarda üreterek dünya nüfusunu azaltmayı hedefleyen çevrelerin, Orhan Pamuk’a salgın ve karantina konulu bir kitap yazması için sipariş vermiş, telkinde bulunmuş, hatta talimat vermiş oldukları mı kastediliyor bilemiyorum ve aydınlanmak istiyorum. Çünkü Covid pandemisinden çok önce Pamuk’un 1900’lerin başında hayali bir Ege adasında geçen ve veba salgınını konu alan tarihi bir roman yazdığını zaten biliyorduk. Velhasıl; yazının kendi içindeki tutarsızlıklar da alelade bir gündem olma gayreti ve heyecanı ile yazıldığını ve duydukları ile saldırıya geçme potansiyeli taşıyan kitlenin sinir uçları ile oynanma amacı güdüldüğünü gösteriyor.
Kitabı okuma zahmetine girmeden, Sevda Kaynar’ın komplo teorisinden ibaret olan görüşlerini doğru kabul ederek bunun üstüne oturanlardan birisi de Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan. İlk önce Orhan Pamuk’un amacı ne olabilir diyerek neredeyse bir sayfa boyunca hesap soruyor ve hedef gösteriyor. Kitap toplatılsın şayiaları yayılmaya başlayınca da, “Entelektüel bir tartışmayı anında kriminal bir olgu hâline getirmeye kalkan kafalar var ülkemizde… Bu memlekette kitap kritiği yapmak, faşizm fırınına odun atmak gibidir” diyerek savunmaya geçiyor. Genel Yayın Yönetmeni olması ile birlikte yazı kalitesi sosyal medya kalemşorluğu düzeyinde seyreden Hakan’ın, kitabı okumadan, bir başkasının paranoyaları üstünden yorum yapmanın entelektüel tartışma olamayacağını da medya kurumlarında tükettiği ömrünün hatırına bilmesi gerekiyor.
Orhan Pamuk ve yayınevi açıklama yaparak, bir hanımefendinin kişisel paranoyasının mahsulü olan ve verili koşullarda kitleselleşen iddialarını reddetmek zorunda kaldılar. Eserleri ile evrensel olmayı başarmış yazarımızın romanı ve yarattığı karakter üstüne, böyle bir sebeple açıklama yapmak zorunda kalması acıdır. Zülfü Livaneli, “Gözüyle Kartal Avlayan Adam Yaşar Kemal” isimli kitabında Yaşar Kemal’in Nobel Edebiyat Ödülü almasının bizzat Türkiyeli bileşenlerden müteşekkil bir lobi tarafından nasıl engellendiğini anlatır. Bugün Orhan Pamuk’u yerli olma ve dünyaya Türkiye’den bakma ısrarına rağmen ötekileştiren, mesnetsiz iddialar ile düşmanlaştıran, hedef gösteren kişileri de bu gayri ahlaki lobinin varlığının kanıtı olarak görmek ve ifşa etmek gerekiyor.