Serap Durusoy
Yanlışa yanlışla çözüm bulmak
Ekonomik modeller ülkelerin ekonomi konularının başında gelmekte. Ekonomik güçlerin belirleyiciliğinde olan modellerin, ülke içi dinamiklere uygun ve aktörlerin beklenti ve ihtiyaçları doğrultusunda uygulanması oldukça önem taşımakta. Yakın bir dönemde ülkemizde de bir model değişikliğine gidildiği ifade edildi.
Cumhurbaşkanı’nın merkez yönetim kurulu toplantısında parti kurmaylarına ekonomideki yeni yol haritasını anlatmasının ardından hükümette yer alan birçok isim “Yeni bir model deniyoruz” ifadelerini kullandı. Hatta bunun Çin modeli olduğu belirtildi. Ancak kamuoyunda Çin modeli ile ekonominin açmazdan çıkamayacağı, yapısal ve ekonomik açıdan Çin’den çok farklı özelliklerimizin olduğuna ilişkin eleştirilerin çoğalması üzerine TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Cevdet Yılmaz, “Ekonomide yeni model ‘Güney Kore’ modeli. Çin bizim için asla bir model olamaz. Çünkü ölçeği farklı. Bir demokratik yönetim yok. Dolayısıyla benzeteceksek Güney Kore’nin, ihracat odaklı kalkınma modellerine benzetebiliriz” değerlendirmesini yaptı. Bu açıklamanın ardından Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, “Bizim modelimiz Çin modeli, Güney Kore modeli filan değil. Bu Türkiye modeli ve bize özgü bir model” açıklamasında bulundu. Görüldüğü üzere modelin adı ve hangi ülkenin emsal alındığı konusunda dahi bir görüş birliği sağlanmış değil.
Tüm bu açıklamalara rağmen şunu belirtmek gerekir ki bu bir ekonomik model değil.
Zira ekonomik olay ve olguların anlaşılmasını ve öngörülebilirliğini zorlaştıran, kur şoku ile cari fazla yaratma politikasıyla uzun vadede enflasyonun önleneceği yönündeki görüşün teorik temeli de bulunmamakta. Bu bağlamda ortaya konulan şey para politikasındaki paradigma değişikliği olarak ifade edilebilir.
Eylül ayından beri PPK kararları ile politika faizinde yapılan indirimler sonucunda kurlarda önlenemez fiyatlamaların gerçekleşmesi üzerine MB uyguladığı politikanın yol açtığı sorunu çözmek için sözlü yönlendirme yapmaya çalıştı. Başkan döviz piyasalarında sağlıksız fiyat oluşumunun gerçekleştiğini ancak buna rağmen kur hedeflerinin olmadığını ve döviz kurunun serbest piyasa dinamiklerince arz ve talep koşullarına bağlı olarak belirlenmesine devam edileceğini belirtti. Bu söylemler, MB’nin bir aksiyon yapma beklentisini ortadan kaldırmıştı. Ancak kasım ayında TL’nin dolar karşısında yüzde 40 kayıp yaşamasının ardından MB 7 yıl sonra kur yükselişini baskılamak için rezervleri kullanarak müdahalede bulundu. Böylece MB değerli olmasını istemediği TL’nin değer kaybına müdahale ederek kendisi ile çelişen bir politika uygulamış oldu. 1 Aralık’taki ilk müdahale ile ateşi söndürülemeyen kura 3 Aralık’ta ikinci kez müdahale yapıldı. Ardından 10 Aralık’ta bir müdahale daha gerçekleşti. Pazartesi günü cari fazlanın açıklandığı saatlerde para değerinde görülen aşırı kayıp ekonominin nasıl bir açmazda olduğunu gözler önüne serdi. Bunun üzerine dördüncü müdahale gerçekleştirildi.
Swap hariç net rezervlerimizin -36.2 milyar dolar olduğu ve yabancıların Türk bankaları ile yaptıkları swap miktarının son üç ayda 8.7 milyar dolar azaldığı göz önüne alındığında doğrudan satış şeklindeki bu müdahalelerin nereye kadar sürdürülebileceği önemli bir sorun. Buna rağmen ısrarcı politikanın doğurduğu ve doğuracağı olası sonuçlara karşı bir B planının olmaması ve herhangi bir programın çizilmemiş olması, belirsizliği daha da artırıyor. Her ne kadar reel sektör temsilcileri ve kamu bankaları genel müdürleri ile toplantılar yapılmış olsa da sonrasında bir açıklama yapılmaması soru işaretlerini çoğalttı.
Bu bağlamda faizin kalıcı olarak düşürülmesi ve TL’nin değerinin yumuşak seyri için yapısal sorun olan enflasyonun düşürülmesi önem taşıyor. Zira döviz talebini tetikleyen ana nedenlerden biri enflasyona bağlı olarak ortaya çıkan paranın satın alma gücünde yarattığı kayıp. Bu nedenle yapılan müdahalelerin miktarı ne olursa olsun etkinliğinin uzun sürmesi zor görünüyor. Ayrıca bu müdahaleler Hazine’nin daha fazla borçlanmasına ve bunun bütçeye olumsuz yansımasına yol açıyor. Çünkü Hazine’nin iç borcunun dörtte birinin döviz cinsinden olması kur artışından dolayı borç miktarını da artırıyor. Tüm bunlar da kredi notlarımızın düşmesine ve risk primimizin yükselmesine neden oluyor. Ayrıca ücretleri düşürerek dünya ticaretinden daha fazla pay almak için uygulanan bu politika, halkı daha fazla yoksullaştırıyor. Öyle ki artık hane halkı nominal ücretleri ile asgari harcamaları dahi yapamayacak bir hale geldi.
Sonuç olarak hangi açıdan bakarsak bakalım bu politikanın etkin olmadığı çok açık. Bugün saat 14.00’te, belki de siz bu yazıyı okurken, MB faiz kararını açıklamış olacak. Her ne kadar beklentiler faiz indirimi yönünde olsa da FED’in faiz kararının da MB’nin kararını nasıl etkileyeceğini hep birlikte göreceğiz.