Hüseyin Tapınç
Üniversite
Türkiye’de eğitim düzeyi son derece hızlı bir şekilde yükseliyor.
2022 yılı sonunda ülke nüfusunun yüzde 63’ünü oluşturan 25 yaş ve üzeri nüfus içinde ortalama eğitim süresi 9.2 yıl olarak ölçülmüştür. Bu ortalama, 2000’li yılların başında 5.5, 2015’te ise 7.9 yıldı.
Türkiye’de ortalama eğitim süresinin istikrarlı bir şekilde yükselmesinin en önemli nedeni, zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılmasıdır. Ancak, bu duruma rağmen, ülkenin ortalama eğitim süresi hâlâ OECD ve AB ülkeleri ortalamasının gerisinde kalmaktadır. Örneğin, Almanya, İsviçre ve İzlanda gibi ülkelerde bu süre 14 yılı geçmektedir.
Ülkenin eğitim seviyesini yükselten bir diğer faktör de toplam nüfus içindeki üniversite mezunlarının sayısının her geçen gün artmasıdır.
2022 verilerine göre, 25 yaş ve üzeri nüfus içinde üniversite ve üzeri derecelerden mezun olanların oranı yüzde 23.9’dur. Bu oran, 2010’da yüzde 11.5 ve 2015’te yüzde 17.2 idi. Ortalama eğitim süresine benzer şekilde, erkekler arasında üniversite mezuniyet oranı kadınlardan daha yüksektir (sırasıyla, yüzde 25.8 ve 21.9).
Ülkemizde yükseköğretim seviyesinden mezun olanların oranındaki artışın arkasında sayıları sürekli artan üniversiteler büyük rol oynamaktadır.
2000’li yılların başında ülkede 76 üniversite bulunuyorken, bu sayı 2010 yılında 156’ya ve 2022 yılında da 204’e yükselmiştir (208 yükseköğretim kurumu). Ülkemizdeki hemen her şehre yayılan üniversitelerin sayısı özellikle son on yılda hızlı bir büyüme göstermiştir.
Devlet ve vakıf üniversitelerinin sayısındaki denge de ilginç bir seyir izlemektedir. 2000 yılında üniversitelerin yüzde 74’ü devlet üniversitesi statüsünde iken, 2022’de bu oran yüzde 62’ye düşmüştür. Ancak, 2022-2023 eğitim öğretim yılında kayıtlı 6.950.142 üniversite öğrencisinin yüzde 90’ı devlet üniversitelerinde eğitim görmektedir.
Üniversite mezunlarının toplam nüfus içindeki payının artmasında açık öğretim üniversiteleri büyük bir rol oynamaktadır. 2000’li yıllarda üniversite öğrencileri arasında yüzde 32 ile temsil edilen açık öğretimli öğrencilerin oranı, 2015’te yüzde 47’ye yükselmiş, ancak içinde bulunduğumuz yıl itibarıyla yüzde 42’ye gerilemiştir. Özellikle lisans öğrencileri bazında bakıldığında ise, 2023’te açık öğretim öğrenci sayısı (2.835.686) yüz yüze eğitim alan lisans öğrenci sayısını (2.447.707) aşmaktadır.
Ülkedeki üniversite mezunlarının yükselmesinin üçüncü nedeni, iki yıllık meslek yüksekokullarına yönelimin artmasıdır. Şu anda üniversite öğrencilerinin yüzde 15’i önlisans programlarında eğitim almaktadır.
Türkiye’de üniversite sayısının bu kadar hızla artmasının, üniversitelerin coğrafi anlamda yaygınlaşmasının ve üniversiteye kayıt yaptıran öğrenci sayısının yükselmesinin arka planında ne yatmaktadır? Bu sorunun yanıtı, iktidarın “her şehre bir üniversite” stratejisiyle özetlenebilir.
Şehirlere ekonomik canlılık getirmek, şehirlerin yaşam kalitesini arttırmak, gençlere kolay erişim sağlayabilecekleri üniversiteler sunmak gibi aşikâr ve son derece önemli hedeflerin dışında, bu strateji, aynı zamanda iktidarın kendi ideolojisine yakın muhafazakâr ve milliyetçi bir aydınlar topluluğu inşa etme ve bu niteliklere sahip genç kuşaklar yetiştirme hedefine de hizmet ediyor. Bu stratejinin kuşkusuz ki daha farklı örtülü (latent) hedefleri de var.
Tuğba Tekerek’in, Taşra Üniversiteleri adlı eseri bu “her şehre bir üniversite” politikasının amacını ve sonuçlarını net bir şekilde sergilemektedir.
Türkiye’deki tüm üniversiteler muhafazakâr ve milliyetçi gençlik yetiştirme misyonunu üstleniyor mu? Elbette ki, hayır.
Bu yönde bir misyonu reddeden üniversitelerin, daha doğrusu akademisyenlerin başında Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri geliyor.
Bu akademisyenler 1.000 günü aşkın bir süre boyunca üniversitelerinde kurulmaya çalışılan tahakküme karşı direniyorlar. Bu yazı, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğretim üyelerine bir teşekkür ve saygı duruşu yazısı olarak yazılmıştır. Boğaziçili hocalarım sadece kampüs içinde değil, dışında da topluma değerli dersler vermeye devam ediyorlar; onlarla gurur duyuyorum.