Boray Acar
TTB Var Oldukça..
Bazı hâller için “siyaset üstü” denir. Esasen bireyi ve toplumu ilgilendiren hiçbir şey siyasetin üstünde ya da dışında değildir, aksine bizzat merkezindedir. Maksat; hadisenin günlük siyasi atışmalara malzeme yapılmaması gerektiğini anlatmaktır. Yaşananın, toplumsal olarak kollektif bir bilinçle ve duyguyla karşılanması gerekiyordur. Doktor Ekrem Karakaya’nın, geçtiğimiz hafta görevi başında iken öldürülmesi, tam da böyle bir vakıa. Gelgelelim; bilerek ve isteyerek yaratılan toplumsal kamplaşma, böylesi bir durumda bile acıyı paylaşmaya izin vermiyor.
“Bu olay demokratik bir ülkede yaşansaydı…” ile başlayan cümleler kurmanın bir âlemi yok. Zira demokratik bir iklimde yaşamadığımız gibi, her geçen gün de uzaklaşıyoruz. Dolayısıyla; herhangi bir yetkilinin yaşananlar karşısında kendisine sorumluluk isnat ederek istifa etmesini falan zaten beklemiyorduk. Büyük rezaletlerin soğukkanlılıkla karşılanmasına ve hiç olmamış gibi davranılmasına usul usul alıştırıldık ve şaşırma duygumuzu kaybettik. Hatta normal bir düzende istifa etmesi gereken irade, ana muhalefet partisi liderini böyle bir durum karşısında üzgün görünmemekle bile suçlayabildi, buna da şaşırmadık.
Tabii devletin tepesindekilerin böyle davranabildiği bir zeminde, kendisini topluma değil parti devletine karşı sorumlu gören zevat da ona göre davranıyor. Bir cami imamı; sevgiden, barıştan, iyi ahlaktan bahsetmesi gereken “Cuma Hutbesinde” alenen provokasyon yapıyor ve hekimlerin demokratik haklarını kullanmaları karşısında onları “…hastaneye gittin, dediler ki grevdeyiz, öldürmez misin, dövmez misin, sövmez misin?” sözleriyle hedef gösteriyor. Ve bunu yalan konuşarak yapıyor… TTB’nin açıklamasından ilgili bölümü aynen aktarıyorum. “7-8 Temmuz 2022 günleri yapılacak eylemde, yürütülen hizmetin sağlık hizmeti olduğu hatırda tutularak gerekli önlemler büyük bir özenle saptanmış ve duyurulmuştur. Hekimlerin belirtilen hususlara dikkat ederek yapacakları bu eylemde, sağlık çalışanlarının talepleri gündeme taşınarak, “düşünceyi yayma hakkı” kullanılacaktır.” Bu provakasyonu yapan hoca efendide olmayan meslek ahlakının meslek örgütünde olduğunu, meselenin iç yüzünün hiç de bu arkadaşın anlattığı gibi olmadığını biliyoruz, herkesin de bilmesini istiyoruz. “Allah’ın evi”nde yalan söylenmesi ve sağlık emekçilerinin hedef gösterilmesi de; halen daha din istismarcılarına prim veren ve doğru ile yanlışı ayırt edemeyen toplum kesimine dert olsun.
TTB öncülüğünde yapılan eylem, inkâr edilemeyecek bir anayasal haktır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması gerektiğini söyleyenlerin, anayasal hakkın kullanılmasına saygı göstermelerini beklemiyoruz. Yapılan eylem bağlamında da bizleri şaşırtmayarak TTB’nin kapatılması gerektiğini ifade ettiler. İmamından politikacısına, devlet geleneklerini ayaklar altına alarak parti aidiyeti ile davranan valisine kadar, toplumsal sinir uçları ile oynamaya yönelik girişimlerin karşısındaki tartışmasız güç ve irade sivil toplumdur ve onu temsil eden örgütlerdir. Böyle zamanlarda; TTB gibi kurumların kararlı tutumları sayesinde umudumuzu kaybetmiyoruz. Alternatif baroların kurulması, meslek odalarının yetkilerinin kısıtlanması ve siyasi baskıya maruz kalmaları gibi genellikle akim kalan girişimler, bu kararlı iradenin gücünü ve önemini gösteriyor. TTB’yi ve onun nezdinde siyasi baskılara rağmen ödün vermeyen, boyun eğmeyen tüm örgütleri demokratik ve ahlaklı tutumlarından ötürü kutluyorum.
Önemli kalemler tarafından dile getirilmiş olmasına rağmen yeterince irdelenmeyen bir husus daha var. Makûs cinayet, silah taşıma yetkisi verilmiş bir özel güvenlik görevlisi tarafından işlenmiştir. Şu anda Türkiye’de güvenlik sertifikasına sahip bir buçuk milyon kişi bulunmakta, bunların 283 bini aktif olarak çalışmaktadır. Bu kişilerden 52 bini silah taşıma yetkisine sahiptir. Merkezi Brüksel’de bulunan Avrupa Özel Güvenlik Şirketleri Birliği’nin yayımladığı rapora göre Türkiye, Avrupa’nın en büyük özel güvenlik sistemine sahip ülkesidir. Sektörü biraz bilen herkesin malumu olduğu üzere, özel güvenlik görevlisi olarak çalışmak, tercihten ziyade zorunluluktur. Bu durum; üretime bağlı istihdamın zayıflamasına sebep olan ve insanları uzmanı olmadıkları alanlarda çalışarak geçim sorununu çözmek zorunda bırakan neoliberal politikaların bir sonucudur.
Bu noktaya elbette yirmi senede gelinmedi, ancak son yıllarda kurumları ve kuralları hiçe sayarak bu süreci hızlandıran bir anlayış tarafından yönetiliyoruz. İktidarın değişmesi ile de bir anda suyun akış yönünün değişmesi beklenmemelidir. Çarpık kadrolaşmanın düzeltilmesi için bile zamana ihtiyaç var. Bu süreçte; en azından benzer hadiselerin yaşanmaması için, özel güvenlik sektörü gözden geçirilmeli, sertifikalandırma süreci yeniden ele alınmalıdır. Velhasıl; ilgili bakanlık, muhalefete laf yetiştireceğine asıl işini yapmalıdır.