Mutlu Hesapçı
‘Tiyatro seyircisi artık yenilikçi ve farklı sahnelemeleri istiyor’
Ben ikili olarak onların her oyununa heyecanla gideceğim. Nasıl bir anlatım var, yine ne yapmışlar diye beni meraklandırıyorlar. Tiyatroda yenilikçi bir arayışın peşindeler ve hikâyelerini çok etkileyici sahneliyorlar. Başak Kıvılcım ve Ümit Erlim’in önce ‘Treplev’ oyununu izledim ardından heyecanla ‘Yalnız’ oyununa da gittim. Çok acayipti her iki oyunda. İki değerli tiyatrocuya birlikte yola çıkma hikâyelerini, oyunlarını ve tiyatro yapma biçimlerini sordum. Röportajımızı okuduktan sonra eminim siz de meraklanacaksınız ve oyunlara gideceksiniz. Yeni yılda daha çok tiyatro, daha çok sanat, daha çok huzur diliyorum herkese, mutlu yıllar…
Bu ikili nasıl bir araya geldi ve birlikte tiyatro yapmaya karar verdiniz?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: İkimiz de Kadir Has’lıyız, okuldan tanışıyoruz. Ben yüksek lisans yaparken Ümit de lisansını yapıyordu. Sonra Romeo ve Juliet'te ilk kez birlikte bir oyunda oynadık. Tiyatroya dair dertlerimizin kesiştiğini konuşuyorduk hep. ‘Birlikte farklı bir şeyler üretelim mi?’ sorumuz vardı. Decollage'a eğitim vermek amacıyla görüşmeye gittiğimizde, ‘Mekana özgü bir oyun yaparak bu fikrimizi hayata geçirelim mi?’ dedik. Decollage'ın, Melisa Şahin'in, Viktoria Şahin'in de bize bu anlamda güvenmesi, fikrimizin yapımcılığını üstlenmesi, cesaretlendirmesi ile de Treplev hüzünlü hikâyesini anlatmaya başladı.
Ümit Erlim: Başak ile tanışmamız üniversite yıllarına dayanıyor. Ardından yollarımız DasDas’ın Romeo & Juliet oyunu ile tekrar kesişti. Aslında ikimiz birlikte önce drama eğitimi vermeye başladık. Başak ile birlikte, onun oynayacağı benim yöneteceğim bir oyun arayışına girdik. Zeynep Kaçar’ın Yalnız romanını önerdim Başak’a. Fakat hem biçimsel olarak farklı, hem de prodüksiyon açısından büyük bir iş yapmak istiyorduk. Dolayısıyla bir süre askıya aldık bu projeyi. Ardından Decollage Art Space ile yollarımız kesişti. Treplev çıktı ortaya. Uyarlamayı birlikte yaptık, Başak yönetti, birlikte oynuyoruz. Sonra da İKSV’nin festival sürecinde 50. yıl genç sanatçı fonu ile desteklemeleri sayesinde Yalnız’ın süreci başlamış oldu.
“Yaptığımız tiyatroyu tanımlamak istemiyorum”
Yaptığınız tiyatro klasik değil, çok çarpıcı ve farklı… Siz yaptığınız tiyatroyu nasıl tanımlarsınız?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Bir metnin olasılıklarıyla ne kadar oynanabileceğini araştırmak; onu genleştirmek için, daha oyuncaklı bir hale getirmek için kafa yormak olarak tanımlayabilirim. Seyircinin seyir yeri ile kurduğu bağı güçlendirmek, değiştirmek, dönüştürmek adına seçenekleri çoğaltmak da diyebilirim.
Ümit Erlim: Bu zor bir soru. Açıkçası bunu hiç düşünmedim. Yaptığımız tiyatroyu tanımlamak istemiyorum. Fakat önceliğimizin metin ve anlatı olduğunu söyleyebilirim. Metinden yola çıkarak, metnin derdini bugünün araçlarıyla, anlatım yöntemleriyle, anlatı biçimleriyle değerlendirmeye çalışıyorum. Sanatın farklı formlarını araştırmayı seviyorum. Tiyatroyu belirli bir kalıba, biçime sıkıştıramayız. Sürekli şekil değiştiren, akışkan ve aynı zamanda hep belli sınırlar içinde var olan bir sanat dalı diye düşünüyorum.
“Düşünsel anlamda ortaklaşarak ortaya koyduğumuz ilk iş”
‘Treplev’ Çehov’un Martı oyunundan uyarladığınız, benim de izlediğim birlikte yaptığınız ilk projeniz mi? Bu oyunun bu kadar ses getireceğini, ödüller alacağını ve bu kadar çok başarılı olacağını tahmin etmiş miydiniz? Sizce oyun neden bu kadar çok ilgi gördü?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Sahnede ilk kez Romeo ve Juliet'te birlikte oynamıştık ama düşünsel anlamda ortaklaşarak ortaya koyduğumuz ilk iş evet. Düşünmemiştik tabii ki… :))) Mekana özgü, farklı bir sanatsal bakışı aradığımız bir Martı uyarlaması olarak yola çıktık. Cover yapmak hem çok kolay hem çok zor bir iş sanki müzikte. Bir şarkıyı farklı enstrümanlar kullansa dahi, bir önceki yorumcunun yorumladığı biçimde yorumlamak bana risk almaktan sıyrılmak gibi geliyor biraz. Bizim cover’ımız risk alan bir cover, 1800’lerden gözünü sakınmadan eleştiren Çehov'a gelen Britney Spears’lı bir upgrade, yeni sürüm bir Martı ara yüzü gibi. Bu anlamda oyuncaklı ve farklı görüyor sanırım izleyenler.
Ümit Erlim: Evet, birlikte uyarladığımız ilk projemiz Treplev. Gerçekten çok tuhaf. Biz provalara başladığımızda böylesine ilgi çekeceği pek aklımızdan geçmiyordu. Kontrolümüzde olan şeylerle ilgilenmeyi seçtik. Metin üzerine çok çalıştık, provalarda çok çalıştık, defalarca her bölüm daha iyi olsun diye birbirimizi ikna etmeye çalıştık ve sonuçta böyle bir şey ortaya çıktı. Decollage Art Space, Melisa Şahin ve Viktoria Hanım projenin yapımcılığını üstlenmeseler ve desteklerini hissetmesek belki de bu kadar ses getirmezdi. Hem Treplev’de hem de Yalnız’da yanımızda oldular. Ben Treplev’in ilgi görmesinin sebeplerinden birini artık tiyatro seyircisinin yenilikçi ve farklı sahnelemeleri, yaklaşımları talep etmesi olarak görüyorum. Belli bir formda çok fazla tiyatro var. Bence bu bir süre sonra oldukça sıkıcı oluyor. Formun dışına çıkmamız, tam da Treplev’in istediği, seyircinin ilgisini çekmiş olabilir.
“Hüzünle bitmesin kendi hikâyelerimiz”
Treplev ‘Martı’ oyununu bilenler biliyor ama sizin anlatmak istediğiniz bu oyunda ne?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Bulunduğu ortamdaki kişiler tarafından, ailesi tarafından öteki olan biri Treplev. Sürekli yargılanan, aşağılanan, aşkını bile doğru dürüst yaşayamamış biri. Sadece farklı şeyler yazmak, farklı oyunlar, replikler, biçimler peşinde koşmak istemiş. Sisteme/düzene uymak yerine, kendi sözünü söylemeye çalışmış biri. Biz de günümüzde yazılanlar, çizilenler, oynanan oyunlar üzerine çok kafa yoran ve farklı olasılıkları aramaya hevesli insanlarız. Yeni şeyler duymaktan, söylemekten ve yeni deneyimler peşinde koşmaktan yılmamaktı anlatmak istediğimiz. Aynı Treplev gibi belki de. Ya da Treplev'in hüzünle biten hikâyesi gibi olmasın diye kendi hikâyelerimiz.
Ümit Erlim: Genelde Anton Çehov’un Martı oyununda Arkadina ve Trigorin üzerinden giden bir estetik ve anlatısal yolun tercih edildiğini görüyoruz. Çoğunlukla Nina ve Treplev silik kalıyor fakat hikâyenin merkezinde aynı zamanda bu iki karakter de var. Bu noktada yeni-eski tartışması da yapacak olursak, eskiye öncelik verip ilerlendiğini düşünüyorum. Biz de bugün, tam da burada bir sanatçı olmak ne anlama geliyor sorusunu Treplev üzerinden sormaya çalıştık. Treplev oyunun finalinde kendisini vurarak canını alıyor. Biz oyuna tam da o noktadan başlıyoruz. Bir nevi Martı oyununun uzay-zamanda bükülmesi gibi.
‘Yalnız’ oyunu da bir uyarlama. Zeynep Kaçar’ın kitabından uyarlanan bir oyun. Bu proje nasıl oluştu ve neden bu kitaptan bir uyarlama yaparak sahneye taşımak istediniz?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Bir kadın hikâyesi anlatmak istiyorduk, oyunlar okuyorduk, romanları araştırıyorduk. Ümit 'Yalnız'ı okuyalım mı’ dedi. Zaten Zeynep Kaçar'ın yazdıklarına bayıldığımızdan 'Yalnız'ı okuduğumuz andan itibaren kafamızda şekillenmeye başladı her şey. Sinematografik yapısı, dramatik çatının kuruluş biçimi, yer yer polisiyeye göz kırpan yapısı ve İstanbul'un, Türkiye'nin dönüşümünü anlatış biçimi kafamızdakilerle örtüşmüştü. Araya giren Treplev sonrası da sadece 'Yalnız'a odaklanarak sahnelemeyi başardık. :)))
“Yalnız, iki farklı zamanda ilerliyor”
Bu oyunda klasik bir uyarlama değil. Işık oyunları, modern bir hikâye anlatıcılığı, farklı bir dramaturji var. Böyle bir anlatım tarzını seçme sebebiniz ne?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Geleneksel bir hikâyeyi çağımızın olasılıklarını kullanarak aktarmak, bu iki birleşeni kafamızdaki yolda kesiştirmek için böyle bir anlatı biçimini seçtik. Beş bölümde anlattığımız Feray'ın hikâyesini geçmiş ve gelecek arasında gidip gelişlerle, belki de bir bilim kurgu anlatısı gibi sahnelemek istedik. Bölümler ve biçimler arasındaki gidiş gelişler Feray'ın kafasındaki ve hayatındaki gidiş gelişlerle, uçlarla çok örtüştü kafamızda. Bir 'Ubik' dokusu gibi düşüyordum ben hep ya da 'Running Man' gibi, 'Blade Runner' hissi gibi. Bu harmanlanmış yapının seyirciyle buluşma fikri bizi çok heyecanlandırdı.
Ümit Erlim: Yalnız romanı iki farklı zamanda ilerleyerek Feray’ın kendini gerçekleştirme hikâyesini anlatıyor. Hayallerini, yaşadığı talihsiz bir olayla bırakıyor, hayat belki hiç de olmasını istemediği bir yönde ilerlerken gerçekten dur demesi yıllarını alıyor. Oldukça geleneksel diyebileceğimiz bir hikâye vardı elimizde. Fakat bunu aynı şekilde, tahmin edilebilecek bir formda anlatırsak yapısal olarak etkileyiciliğini kaybeder diye düşündük. Hikâyenin kendisini takip etmekle birlikte, gerçekten Feray’ın kafasının içine girsin seyirci, bir zihnin içinden izlesin hikâyeyi istedik. Video mapping, modern hikâye anlatıcılığı, fiziksel tiyatro, modern bir koro yorumu gibi unsurlar Feray’ın hikâyesini desteklemek için oradalar. Hepsi birlikte bir bütün oluşturuyor gibi hissettiriyor bana.
“Feray'ın hikâyesinde bambaşka kadınlardan parçalar var”
‘Yalnız’ bir kadının kendini bulma yolculuğu ve güçlü bir başkaldırısı. Final bölümü çok çarpıcı, müthiş. Siz oyuna dair neler söylersiniz?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Feray'ın hikâyesinde benden, sizden, bambaşka kadınlardan parçalar var. Hayatlarımızın bir döneminde benzeşen yollarımız var. Çünkü bu coğrafyada kadın olmanın ne kadar zor olduğunu hepimiz birebir deneyimliyoruz. Hiç bir kadının kendi yolunu seçme konusunda geç kalmış olmadığını anlatması cesaretlendiriyor beni. Bir antikahraman olan Feray'ın yolculuğu bu anlamda bir başkaldırı, bir kendini yeniden keşfetme başkaldırısı gibi hissettiriyor. Tüm kadınlar için yürüyor bu yolu Feray, tanıdığı tanımadığı tüm kadınlar için...
Ümit Erlim: Benim için de oyunun en çarpıcı ve etkileyici yerlerinden biri final sekansı. Zaten her ne yaşanıyorsa olay örgüsünde, anne ve kızın karşılaşma sahnesine doğru ilerletiyor bizi. Dolayısıyla, video mapping’i oluşturan Yury’nin harika tasarımı, İdil’in enfes müziği, Ceyda’nın incelikli hareket tasarımı, Melisa’nın dekor tasarımı, Ersin’in ışık tasarımı, oyuncular, reji, hepsi birleşince oldukça etkileyici bir bölümün içine fırlatıyor bizi.
Erkeksiz anlatılan bir kadın hikayesi
Başak bir kadın olarak oyunun sende bıraktığı etki ne, kadınların hikâyesini erkek olmadan (olan kişi de bir kadın) anlatmayı neden seçtiniz?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Başından beri sahnede sadece kadınlarla bu hikâyeyi anlatmak istiyorduk. Sahnedeki erkekleri de, aynı zamanda hareket tasarımcımız olan Ceyda'nın ve Ümit'in kurduğu yapı ile birlikte kadınların konuşması da bizim için çok önemliydi. Kadınlarla ilgili bir konunun tartışıldığı panellerde bazen konuşmacılar arasında kadın bile göremiyoruz. Erkeklerin her şeyi anlattığı, kendilerinden bağımsız olan şeylerle ilgili bile uçsuz bucaksız bir şekilde fikir yürüttükleri bir ortam var. Bu anlamda 'Yalnız'ın durduğu yer ve anlatım biçimi bireysel olarak benim için çok değerli. Feray'ın hikâyesini bir sandalye üzerinde oturup, herhangi bir erkek oyuncu da tek kişilik oyun olarak anlatabilirdi. Çok şükür ki bu olmadı:)
Ümit oyunun yönetmeni olarak böylesi bir kadın hikâyesini anlatmak nasıl bir duygu? Sen oyunun duygusuna ve gücüne dair neler söylersin?
Ümit Erlim: Gerçekten uzunca bir süre o kadar içselleştirdim ki kendimi oyunla, bazen kendimi Feray gibi konuşurken buluyorum. Onun ağzından, onun cümlelerini söylüyorum, sonra fark ediyorum durumu. Uyarlamaya başladığımız zamandan, oyunun prömiyerine kadar hatta üçüncü oyuna kadar her detaya çok fazla çalıştığımı söyleyebilirim. Oyunculuk yaparken de, yönetmenlik yaparken de en temelde yaptığımız şey aslında bir hikâye anlatmak. Bu bağlamda bir aracıyız sanki. Ben Yalnız’ı anlatırken olabildiğince Feray’ın hayatını ve seçimlerini dinlerken, onunla beraber ilerlerken buldum kendimi. Onun sesi ve gözü olmaya çalıştım. Reji yaparken, merkezde bir dünya kuruyoruz. Bu dünyanın Feray’ın dünyası, anlattığı da onun hikâyesi olsun istedim.
“Kafanızdaki mükemmel ilişki gibi sanki”
Oyunculuk hikâyeniz nasıl başlıyor ve popüler kültürün içinde olmadan tiyatroyu neden özel bir yerde konumlandırıyorsunuz?
Başak Kıvılcım Ertanoğlu: Oyunculuk hikâyesi bunu kişinin kafasına koyduğu andan itibaren ilerlemeye başlıyor. İlk sahneye çıktığınız ya da ilk kamera önünde olduğunuz andan çok çok önce dolayısıyla. Tiyatro yapısı itibariyle 'o an' gerçekleşen şahsına münhasır bir üretim alanı. Popüler kültürün hem içinde hem de dışında bir yerde çünkü. Heyecan verici bir seyir alanı olduğu gerçeği popüler kültürden uzaklaşmasını zorlaştırıyor. O gece izlediklerinizin sadece size ve o geceye özel olduğu fikri çok cezbedici. Tekrarlanabilir bir şey ama benzer değil, her gece aynı mekanda oynanabilen bir şey ama her seyretmeye ve o 'an'a dahil olan kişinin o gün yaşadıklarıyla/iç dinamiğiyle bile zaman zaman şekillenen bir yapısı var. Çok oyuncaklı, çok kolay dahil eden ve istemediğinizde de sizi hiçbir şey düşünmek için zorlamayan bir yapısı var. Kafanızdaki mükemmel partner / ilişki gibi sanki. Çok kapsayıcı ve o oyun alanında bir şekilde olmak isteyen her seyirciyi/oyun kişisini yargılamadan oyuna dahil eden müthiş bir organizma tiyatro. Bu anlamda hayatın içinde özel ve benzersiz bir yerde duruyor diyebilirim.
Ümit Erlim: Bu oldukça uzun bir hikâye. Ben 19 yaşımda tiyatro ile tanıştım. Ondan sonra hayatımın hep merkezinde yer aldı. Yurt dışına eğitime gitsem de bir diziye girsem de hayatımın farklı dönemlerinde farklı işler yapsam da benim için tiyatro hep daha ilgi çekici oldu. Çok fazla fedakârlık da yaptım bunun için. Ailem de benim yanımda oldu. Öte yandan, başka birinin yerine geçmek, bunu da bir grup seyirciyle birlikte deneyimlemek çok keyifli, bir o kadar da dönüştürücü.