SALGIN VE DEPREM TRAVMA YARATIR MI?

Yıkılan binalar, moloz yığınları arasından çıkarılan bedenler… Salgınla birlikte değişen yaşamlarımıza depremin eklenmesi toplum psikolojisinde nelere yol açar? Enkaz altından çıkarılan çocukların bedenlerinin ekranlardan yayınlanması, sosyal medyada bu görüntülerin defalarca paylaşılması o çocukları ve ekran karşısında onları izleyen diğer minikleri nasıl etkiliyor? Sorularımızı Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Gelişim ve Ebeveyn Psikoloğu Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk’a yanıtladı.

Günlerdir televizyon ekranlarından, sosyal medyadan enkaz altından çıkarılan çocukların görüntülerini izliyoruz. Bu görüntülerin yayınlanması toplumsal sağlımızı ve çocukların sağlığını nasıl etkiler?
Algılayış şekillerimiz ve etkilenme biçimlerimiz farklı. Bazı insanlar kendilerine iyi geldiğini, umut verdiğini söylüyor. Farklı bir uzman tarafından bunun bir şiddet olduğuna ilişkin bir argüman da okudum. Bu paylaşımları insanlar şiddet olsun diye yapmıyor. Bilerek isteyerek verilen zarara saldırganlık deriz, saldırganlığın üst düzeyine de şiddet deriz. Bu paylaşımları insanlar iyi niyetle yapıyorlar. Seviniyorlar, duygulanıyorlar, duygu yüklü bir şekilde bunu yapıyorlar ama duygular bizim sele kapılmamıza neden olabilir. Duygularımız o kadar kuvvetlidir ki bazen muhakeme yeteneğimizi ketler. Beynin en hızlı aktive olan bölgesi duygulardan sorumlu bölgedir.
Medya dikkat çekmek, izlenirliği artırmak, ajite etmek için bunu yapıyor olabilir. Ama toplumun bu görüntüleri iyi niyetle paylaştıklarını söyleyebilirim. Toplum üzerindeki etkisine gelince eğer insanların geçmiş yaşamlarında travmaları varsa, kendi çocukları veya çocukluk dönemleriyle ilgili bu görüntüleri seyrettiklerinde hüzünlenirler, duyguları depreşir. Görülen şeyin gözde canlandırılması ve bunun yarattığı etki büyük olur. Duyarsızlaşmaya sebep olur mu bunu tartışabiliriz. Bununla ilgili yapılan araştırmalardan da biliyoruz. Şiddet içerikli video oyunları oynayan çocuk ve gençlere bir kişinin acı çektiğini gösteren sahneler gösterildiğinde bu kişilerin beyinlerinde empatiden sorumlu olan bölge aktive olmuyor. Ancak ekranlarda gösterilen, her an karşımıza çıkan enkaz altından çıkarılan bedenlerin görüntüleri toplumsal bir duyarsızlaşmaya neden olmaz, dediğim gibi geçmişinde travması olan insanları etkileyebilir.
Bu durum enkaz altından çıkarılan çocukları ve ekran karşısında o görüntüleri izleyen çocukları nasıl etkiler?
O kadar büyük bir olay ki bu bilgiyi çocuktan saklamak mümkün değil. Fakat doğru ebeveynlik, duyarlı, destekleyici, şefkatli ellerde çocuğun psikolojik sağlamlığı desteklenmeli. Burada aslında bir dayanıklılık hikâyesi var. Elif, Ayda ve diğer çocuklar yaşama tutundu, hepimize umut verdi gibi haberlerle işlendiği için olumsuz bir etkisi olacağını düşünmüyorum ama mahremiyete aykırıdır. İnsanlar bunu sosyal medyada kullanıyorlar. Ajitasyonun etkisi olur. Bununla birlikte edilen sözler, ahlar vahlar, kendisinin ne kadar insancıl, duygulu olduğunu göstermek için bu görüntülerin yayınlanması, yayılması mahsurlu. Medyanın etik kuralları nelerdir? Ben Psikologlar Derneği ve Koç Üniversitesi’nde etik kurul üyesiydim. Medyada etik kurul var mı, sınırları nelerdir bilemiyorum. Ekranlarda çocuğu kurtaran itfaiyeciyle ağlayarak konuşulmasına izin vermemek gerekiyor.
Travmatik anlara dair fotoğraflar hafızanın canlandırılması ve tekrar oluşturulmasına sebebiyet verir. Bir kahramanlık, dayanıklılık, dirençlik hikâyesi vardır ama çocuğun bu anını görmesi gerekmiyor. Keşke basının uygulaması gereken kurallar net olsa. Kurtarma ekiplerindeki insanlar bile işlerini güçlerini bırakıp cep telefonlarıyla çekim yapıyorlar. Bu işin eğitiminin verilmesi lazım, etik kurallar belirlenmeli.
“1999 DEPREMİ SONRASI ÇOCUKLARDA STRES BOZUKLUĞU GÖRÜLDÜ”
1999 depreminin toplumda yarattığı travmaya ilişkin bir bilgi var mı?
Travma sonrası stres bozukluğu çalışmaları var. İnsanlar bu durumu farklı yaşıyorlar. Depreme maruz kalanlar daha farklı yaşıyor. Travma; ekran görüntülerini tekrar tekrar izlemek, sevdiğimiz birinin ani ölümü, bir trafik kazası ya da başka bir felaketten kaynaklanabilir. Bu durum kişinin baş etmekte zorlandığı kaygılarını tetikler.
1999 yılındaki depreme ilişkin Yankı Yazgan ve ekibinin yaptığı araştırmalar var. Ben o sırada Avustralya’da yaşıyordum, doktora öğrencisiydim. Yankı Bey’in araştırmaları çocukların yüzde ellisinin etkilendiğini, travma sonrası stres bozukluğu yaşadıklarını gösteriyordu. Aynı çocuklarda altı ay sonra yapılan incelemede de yüzde ellisinde bu semptomların devam ettiği görülüyordu. Bu semptomların yavaş yavaş azalmasını bekleriz ama devam da edebilir. Şu anda yaşadığımız kaygı problemlerimiz çok doğal. Bu kaygı problemi aynı mı kalacak, azalacak mı, aratacak mı yoksa bir bozukluğa mı neden olacak bilemiyoruz. Bu durumun şu anda ve sonrasında ele alınışına bağlı.
Çocuğun iyi olma halinin öneminden ve bunun aileye bağlı olduğundan söz ediyorsunuz. Anne, babalar kendi kaygılarını durduramıyorsa çocuklarına nasıl yardımcı olacaklar? Bir uzmandan ne zaman destek almaları gerekir?
Çocukların sağlıklı olmasından yetişkinler sorumlu. Anne babaların kaygılı, depresyonda olması çocukları çok etkiler. ‘Ben ne olacağım? Annem ne olacak, ailemiz ne olacak? Ailem tehdit altında mı, annemin başına bir şey mi gelecek?’ gibi duygular çocuğun yaşamsal kaygılarını tetikler. Şöyle bir kural vardır: Psikologlar için de zorluğun derecesi vardır. Örneğin deprem zamanlarında sahada çalışmalar yapacak ekibin psikolojik olarak sağlam olması gerekir. Eğer psikolog olarak kendinize güvenmiyorsanız, karşılaşacağınız şeylerle baş etme konusunda yetersiz olacağınızı düşünüyorsanız arka plandaki ekipte görev alırsınız. Anne, baba da bunun gibi olmalıdır. Çocuğun ihtiyacı olan sakinliği ebeveyn sağlayamıyorsa, aşırı kaygılıysa, korkusunu, depresyonunu kontrol edemiyorsa bir yakınından veya bir uzmandan destek almalıdır. Ebeveynler çocuklarına duygularını söyleyebilirler, gizlerlerse çocuklar kendi duygularından şüphe eder. Bunun normal bir duygu olduğunu çocuk bilmeli. Ancak çocuğun yanında sürekli ağlamak gibi kişinin kendisini kontrol edemediği durumlar olursa yardım alınmalı. ‘Duymaz’ veya ‘anlamaz’ diyerek çocukların yanında endişe verici konuşmalar yapılmamalı. Çocuklar duyarlar, meraklıdırlar. Konuşulanı anlamazlarsa, belirsizlik ve boşlukları kendi akıllarından doldururlar. O durumda kaygıları daha da artabilir. Şu anda korkulu tepkiler vermeyen, çok etkilenmemiş görünen çocukların önümüzdeki haftalarda tepki vermesi mümkündür. Depremden kaynaklanan korku ve kaygılar zaman içinde kendiliğinden önemli ölçüde hafifleyebilir. Ama bu, şu dönemde anne babanın nasıl bir tutum içinde olması gerektiğinin önemli olmadığı anlamına gelmez.
Siz mizaç üzerinde de çalışmalar yapıyorsunuz ve ailelerin çocuklarıyla kurdukları ilişkide mizaca göre davranılmasının önemine dikkat çekiyorsunuz. Mizaç neden önemli?
Çocuğun mizacını aile tanımalı. Çocukların mizaçları duygu durumlarını etkileyebilir. Aileler çocuklarının mizaçlarını bilmezlerse ve kendi akıllarındaki çocuğa göre davranırlarsa bu durum çocukların gelişimini olumsuz etkileyebilir. Çocukla yakınlık çocuğun iç dünyasını paylaşmakla olur, fiziksel olarak yakın durmakla değil. Çocuklarla yakın olmamızın önemli olduğu bir dönem. Çocuğunuzla konuşun, ona sorular sorun, sohbet edin, nasıl hissediyor öğrenin. Çocuğunuzun iç dünyasını paylaşın.
KADINLAR SADECE ‘ANNE’ KİMLİĞİNE BÜRÜNÜYOR
Salgınla birlikte anne-çocuk ilişkisinde bir değişiklik oldu mu? Bağımlılık boyutunda bir değişim gözlemlediniz mi?
Türkiye’de genel problem şudur: Anne çalışsa da çalışmasa da çocuklara sorumluluk verilmez. Annelik yüceltiliyor, fedakâr anneler var. Annelik rolü kadınlar tarafından da kuvvetle benimseniyor ve tek kimlik yapılıyor. Anneler çocuklarından bir şey beklememeyi, fedakâr olmayı anne kimliklerinin bir parçası yapıyorlar.
Çocuklardan zaten bir şey beklenmiyordu. Bağımlı mı oldular sorunuza gelince çocuklar zaten bağımlıydı. Okul yapılandırılmış bir ortam, bir otorite figürü var. Ödül ve ceza var. Not var, sınıfını geçmesi gerekiyor, arkadaşları arasında popüler olacak, davranış problemi göstermeyen çocuk olacak, bunların hepsi ödüldür. Evde böyle bir şey yok, annenin yaptırım gücü de yok. Çocuk yerine annenin her şeyi düşünüp yapması, baba bile demiyorum bakın o kadar alışıldık bir şey ki… Dersle ilgili bir şeyde de anneler çocuğa bir şey yaptıramaz haldeler. Çocuklar kendi başına düşünmeyi, kendisi için düşünmeyi, yapması gereken şeyleri yerine getirmeyi öğrenmemiş. Böyle bir pratiği, alışkanlığı yok. Türkiye’de çocuklar zorluk çekiyorlar, kendine yönelmek yani kendine ait düşünme ve sorumluluğunu alıp yerine getirme yok. Bizde çocuk neyi sevip sevmediğini bile bilmez. Yetişkinler yönlendirir. Bu durumun bağımlıktan ziyade sorumluluk almama gibi görüyorum. Annelerin biraz çekilmeleri gerekiyor, çocuklara alan tanınmalı. Bunun kötü annelik değil, iyi annelik olduğunu bilmeleri gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi