Hüseyin Tapınç
SALGIN
Hepimizin kendi günlük hayatında şahit olduğu gibi pandemide yeni bir aşamaya geçmiş bulunuyoruz. Her geçen gün daha fazla sayıda bir aile üyesinin, akrabanın, arkadaşımızın ya da bir tanışımızın (yeniden) pozitif olduğunu öğreniyoruz ya da bizzat kendimiz bu virüsü alıyoruz.
Ç
evremizden yola çıkarak geliştirdiğimiz bu deneyim ve bilgi rakamlara da yansıyor. Her ne kadar resmi rakamlara yönelik tartışmalar olsa da Sağlık Bakanlığı verileri haziran ayından bu yana vaka ve vefat sayılarının hızla yükseldiğini ortaya koyuyor.
30 Mayıs – 05 Haziran 2022 tarihleri arasında kayıtlara geçen haftalık vaka sayısı 7 bin 322 ve vefat sayısı 19 iken, 25 Temmuz – 01 Ağustos 2022 tarihlerinde bu sayılar sırasıyla 406 bin 322 ve 337 olarak açıklandı. Son iki ay içinde vaka sayılarında elli kattan ve vefat sayılarında da on yedi kattan daha fazla artış oldu.
Bundan tam bir sene önce 2021 yılında 30 Mayıs – 05 Haziran tarihleri arasındaki haftalık vaka sayısı 46 bin 616 ve vefat sayısı 797 olarak açıklanmıştı; 25 Temmuz – 1 Ağustos arasında da 160 bin 557 vaka ve 549 vefat Sağlık Bakanlığı kayıtlarına geçti. Son bir yıl içinde vaka sayısı yüzde 153 artış gösterirken, vefat sayısı yüzde 39 azaldı.
Bilim insanları içinde bulunduğumuz günleri pandeminin beşinci ya da altıncı dalgası olarak tanımlayadursun, pandemiye bir toplumsal mesele olarak yaklaşımımızı dikkate aldığımızda üçüncü dalgayı yaşadığımızı rahatlıkla iddia edebiliriz.
Salgının hayatımıza girdiği Mart 2020 ile Haziran 2021 arasındaki uzun dönemde koronavirüs bir toplumsal mesele olarak kamuoyunun önemli bir kesiminin gözünde dönem dönem ya ilk ya da ikinci sırayı işgal ediyordu. Başlangıçta toplumun yüzde 58’i ve ilerleyen dönemlerde de bazen yüzde 41’i ve bazen de yüzde 34’ü pandemiyi Türkiye’nin en önemli sorunu olarak tanımlıyordu.
Temmuz 2021 ile birlikte pandemiye atfedilen toplumsal önem hızla ivme kaybetti ve geçtiğimiz yılın sonlarına kadar toplumun yaklaşık dörtte biri koronayı en önemli toplumsal mesele olarak gördü.
Üçüncü dalga 2022 yılı Ocak ayı ile birlikte başladı ve bugün toplumun son derece küçük bir kesimi bu salgını en önemli toplumsal mesele olarak görüyor. Toplumsal sorun düzleminde pandeminin en önemli ve değişmez rakibi tabii ki ekonomi ve ilintili sorunlar (enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik ve borçlar).
Korona günlük hayatımıza artan vaka ve vefat sayıları ile birlikte daha çok damga vururken, her ne kadar günlük konuşmalarımızda artan bir hızla yaygınlık kazansa da salgının toplumsal bir sorun olarak görülme düzeyinin dip yapması oldukça dikkat çeken bir olgu. Bugün pandemi yaygınlık kazandıkça, onu bir sorun olarak görmeme eğilimindeyiz.
Kuşkusuz ki, bu eğilimin birinci ve en önemli nedeni artan ekonomik sorunların başka toplumsal meselelere alan açmaması ve onlara nefes aldırmamasıdır.
Bir ikinci neden aşılanmanın getirdiği yanıltıcı güven. Günlük konuşmalarımızda bu yanlış güvene dayanan cümleleri sıklıkla işitiyoruz, sadece bir iki doz aşı yaptıranlar kendilerinin sonsuza dek korunma altında olduklarına inanıyorlar.
Bugün her ne kadar bakanlık dördüncü doz aşılamayı başlatmış olsa da bakanlık verilerine göre, 18 yaş ve üzeri nüfusta doz sayısı arttıkça aşılanma oranı gittikçe düşüyor. Toplumun korunma kapasitesi aslında ciddi oranda tehlike altında bulunuyor. Bugün itibarıyla en az bir doz aşı olanların oranı ilgili yaş grubunda yüzde 93, iki doz aşı olanlar yüzde 86 ve üç doz aşı olanlar da sadece yüzde 45. Yetişkin nüfustaki aşılanma oranı aslında oldukça düşük. Basit bir kıyaslama yapacak olursak, aynı yaş grubunda Almanya’da nüfusun yüzde 85’i aşılanma serisini tamamlamış bulunuyor.
Toplumsal sorunlarımız arasında pandeminin dip yapmasının bir diğer nedeni de bu salgının artık kamu otoriteleri arasında bir sorun olarak görülmemesi ve herhangi bir toplumsal önleme başvurulmamasıdır. Vaka ve vefat sayıları bile haftalık olarak açıklanmakta, bunlar sosyal medyadan değil, resmi internet sitelerinden yayınlanmakta ve hiçbir uyarıcı önlem gündeme getirilmemektedir. Bugün gündemde olan tek uygulama hastane ve diğer sağlık merkezlerinde maske takılmasının zorunlu olmasıdır.
Ancak, her şeyin ötesinde salgını bugün bir sorun olarak görmememizin en önemli nedeni belki de bu sorundan kaçma - kaçınma mekanizmamızın olanca gücüyle devrede olmasıdır. Bu sorunu elimizden geldiğince yok saymak istiyoruz; artık onunla yüzleşmek istemiyoruz. Kaçma – kaçınma mekanizmasını toplumsallaştırıyoruz. Günlük hayatımızda yeniden kavuştuğumuz, aşina olduğumuz konforu bir kez daha feda etmek istemiyoruz. Belirsizliğin rahatsız edici ritmini yeniden yaşamak istemiyoruz. Dengemizi bir kez daha yitirmekten dipten dibe çok korkuyoruz.