RESESYON GÖLGESİNDE

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başladığı ilk günlerde yaşananların ve yaşanacak olanların dünyada enflasyon üzerinde yukarı yönlü, büyümede ise aşağı yönlü baskı yaratacağını öngörmüş, Gazete Pencere’deki bu köşemde de kaleme almıştım.

Enerji, emtia ve gıda gruplarında yaşanan sert fiyat artışları dünyada son 40-50 yılın en yüksek enflasyon oranlarının görülmesine neden oldu.

Başta Fed olmak üzere gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinin merkez bankaları para politikalarını sıkılaştırmaya başladılar.

Biz hariç…

Bugünlerde fiyatlamalar üzerinde sert hareketler yaşanıyor. Bunun temelinde yatan neden ise resesyon endişeleri.

Neredeyse herkes bir resesyon yaşanacağını kabul etmiş durumda.

Tartışmalar aslında iki soruda yoğunlaşıyor.

Birinci soru: Bu resesyon ne zaman yaşanacak?

İkinci soru ise bu resesyon sığ bir resesyon mu olur, derin bir resesyon mu?

Yani resesyondan çıkış hızlı mı olur, uzun bir zamana yayılır mı?

Hatta daha da korkulan ama şimdilik pek dillendirilmek istenmeyen bir soru da yaşanacak olan şey “resesyon” mu “stagflasyon” mu olur?

Bu iki seçenek içinde elbette tercih edilecek olan kötünün iyisi olan resesyon olacaktır.

Küresel ekonomide bunlar yaşanır iken Türkiye’nin bundan etkilenmemesini beklemek hayalcilik olacaktır.

Denenen model ya da modellerin hepsinin ortak özelliği Türkiye’nin ihracata dayalı bir büyüme modeline geçmesi arzusu idi.

Sadece bu parametre üzerinden bakılacak olursa kısmen başarılı da oldu denebilir. Ancak resesyon durumu ister istemez Türkiye’nin ihracatını negatif etkileyecektir. Küçülen ekonomilerden sadece sizin para biriminiz aşırı değersiz diye herhalde talebin kesintiye uğramadan geleceğini bekleyen yoktur.

Birkaç satır yukarıda ihracat konusunda kısmen başarılı oldu ifadesini kullanmıştım. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; TL’de yaşanan yüksek oranlı değer kaybına karşılık ihracatta yaşanan artış beklenen düzeyde olmadı. “Aylık ihracat verileri Cumhuriyet tarihinin rekorlarının kırıldığını gösteriyor” diyenler olabilir ki; haklılar da.

Ama ithalattaki artışı görmezden mi geleceğiz?

Ne demek istediğimi TÜİK verileri ile açıklayayım… TÜİK son olarak mayıs ayı dış ticaret istatistiklerini açıkladı. Mayıs’22 döneminde ihracat Mayıs’21 dönemine göre %15,3 artarken, ithalat %29,5 arttı. Ocak-mayıs dönemi olarak incelendiğinde ise 2022 yılının Ocak–Mayıs döneminde ihracatın %20,4 oranında arttığı ancak buna karşılık ithalattaki artış oranının %40,8 olduğu görülüyor. Ocak-mayıs döneminde oluşan dış ticaret açığı 2021 yılının Ocak-Mayıs dönemine göre %136 oranında artmış ve 43,2 milyar USD’ye yükselmiş.

İhracatın ithalatı karşılama oranı 2021 yılının Ocak-Mayıs döneminde %82,3 iken bu oran 2022 yılının aynı döneminde %70,3’e gerilemiş.

Biz bu modeli, yolun bir durağında “cari denge” sağlansın, hatta fazla versin diye hayata geçirmedik mi?

O cari dengenin en önemli kalemlerinden bir tanesi de dış ticaret açığı değil mi?

Dış ticaret açığı artarken nasıl cari denge sağlanacak?

Sağlanamayacağı belli oldu zaten de.

Doğrudur özellikle enerji ve emtia fiyatlarında yaşanan yükselişler dış ticaret açığının daha da artmasına neden oldu. Ancak bu ürün gruplarında yaşanan artışlar dış ticaret açığında ortaya çıkan açığı tek başına anlatmaya yetmiyor.

Neden yetmediğini yine TÜİK verileri ile anlatayım…

Enerji ürünleri ve altın ihracatı Mayıs’22 döneminde %17,5 artarken, enerji ürünleri ve altın ithalatındaki artış oranı %21,2 olmuş.

Uzun bir aranın ardından petrol fiyatları $100 seviyesine geriledi. Emtia fiyatlarında da gerilemeler yaşanıyor. Bu geri çekilmelerin temelinde yukarıda anlatmaya çalıştığım resesyon kaygıları var. Özellikle petrol fiyatlarında yaşanan gerileme eğer kalıcı olacaksa bu durumun başta enflasyon olmak üzere Türkiye’nin lehine olacağı da açık. Ancak uygulanan politikalar enflasyonu öylesine bir noktaya taşıdı ki; petrol fiyatlarında yaşanan düşüş kalıcı olsa bile enflasyon üzerinde yaratacağı birkaç puanlık aşağı yönlü baskı çok da anlamlı olmayacaktır.

Sorun nerede biliyor musunuz sevgili dostlar?

Sorun Türkiye’nin ithal ettiği ara mallarının toplam ithalat içindeki payının %81,3 gibi yüksek bir oranda olmasında.

Bu oran düşürülmeden yani Türkiye, üretmek için ithalata olan bağımlılığını azaltmadan bu sorunları kalıcı olarak aşamayız. İhracat yapmak için bile ithalat yapıyorsun ve ihracatının katma değeri de çok düşük.

İnanan tüm okurların Kurban Bayramını kutluyor, sevdikleriniz ile nice mutlu, huzurlu bayramlar geçirmenizi diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mert Yılmaz Arşivi