
Mert Yılmaz
Oyna Devam...
Geçtiğimiz günlerde bir etkinliğe konuşmacı olarak davet edildiğim için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gitmem gerekiyordu. Uçuşum sabah erken saatlerde Sabiha Gökçen Havalimanı’ndandı. Sabiha Gökçen’e gitmenin en kolay yolu metro olduğu için de Avrupa Yakası’ndan Marmaray ve metro ile gitmeye karar verdim.
Her zamankinden biraz daha erken çıktım evden. Marmaray’a bindim ve ne göreyim vagondaki insanların tamamına yakını uyuyordu. Bir şekerleme halinden söz etmiyorum hala yorgun, uykusunu alamamış görünümde insanlardan söz ediyorum.
Bu insanlar sabahın kör karanlığında sıcak yataklarından kalkıp, yollara dökülüp, işlerine gidip, para kazanıp hayat mücadelesi veriyorlar.
Herkesin derdi, siyasi görüşünden, yaşam biçiminden bağımsız evini geçindirmek, çocuklarına iyi bir eğitim aldırmak gibi pek çok ülkede dert olmaması gereken temel başlıklar. Ama bizde öyle değil.
Herkesin bir gelecek kaygısı var. Herkes yarından korkuyor. Daha çok çalışan daha çok kazanamıyor. Ayın sonuna gelindi mi elde yok avuçta yok. Pek çokları için bir sonraki ayın gelirinden tırtıklanmış bile çoktan.
Yakın zamanda görüştüğüm bir arkadaşım, çocuklarının eli yüzü düzgün olarak bilinen bir koleje gittiklerini, alınan eş-dost, kardeş indirimi gibi indirimlerden sonra iki çocuğu için okul+yemek parası olarak yıllık 1,5 milyon TL ödediğini söyledi. Parayı 12 taksite bölsen (ki bölünmüyor) aylık ödeme 125,000 TL. Tek çocuk olduğunu düşün (indirimler geçerli) 62,500 TL.
Üç asgari ücret demek bu.
Bu insanlar çocukları iyi bir eğitim alsın, yabancı dil öğrensinler diye bu paraları ödüyorlar. Ama çocuk mezun olduğunda anlaşılıyor ki eğitimin kalitesi yerlerde, çocukların pek çoğu yabancı dil de konuşamıyor.
Gerçi anadilini 300 kelime ile konuşan toplumun yabancı dil konuşmasını beklemek de başka bir garabet.
Bana sorarsanız teknolojinin ilerlemesi, daha bilinçli ebeveynler, daha hamilelikten itibaren özenle ilgilenilen çocuklar, vitaminleri eksik edilmeyenler…
Elbette ki benim jenerasyonuma göre daha zeki çocuklar da var. Ama benim gözlem ve düşüncem benim jenerasyonumun aldığı eğitimin kalitesinin bugünden çok daha yüksek olduğu yönünde.
O dönemim öğretmenleri ise bambaşka idi. İdealist öğretmenlerdi. Kendilerini yetiştirebiliyorlardı. Buna hem vakitleri vardı, hem bütçeleri.
Bir kitap almak kaç lira oldu farkında mısınız?
Çocukları alıp tiyatroya, sinemaya götürmek bir öğretmenin maaşının kaçta kaçı hiç hesaplamaya kalktınız mı? Yapmayın, canınız sıkılır.
Aklı geçim derdinde, mutfakta kaynayacak tencerede olan bir öğretmenin, kendini yetiştirmeye gücü yetmeyen bir öğretmenin sizin çocuklarınızı yetiştirmesini beklemek de hayalcilikten öteye gitmiyor işte. İdealizm çorba kaynamayınca dikiş tutmuyor işte. O yüzden de o öğretmenlerimizin yeri dolmuyor.
Özelleştirme toplumun önemli bir kesimi tarafından şiddetle desteklenen bir uygulama idi. Ama bugün yaşayarak görüyoruz ki; eğitim gibi sağlık gibi alanlarda yapılan özelleştirmeler orta-uzun vadede başka sorunlar yaratabiliyormuş.
Eğitimin kalitesi öylesine düştü ki, okulu kurslarla, özel derslerle, bir başka okulla desteklemek zorunda kalıyor çoğu aile.
Ekonomik gücü olanlar, olmasa da borçlanarak yaratanların çocukları görece şanslı oluyor şu halde.
Peki; imkanı olmayan ailelerin zehir gibi çocukları ne yapsın? Nerede kaldı “Eğitimde fırsat eşitliği?”
Anlatmaya çalıştığım şey insanlardaki gelecek korkusu. Kendi ailesinde emekli olan insanların kaç para maaş aldıklarını görenlerin bu endişeyi taşıması da gayet doğal. Tasarruf yap, yatırım yap gibi öneriler de toplumun çok az bir kesiminde karşılık buluyor.
Etrafınıza bakın yüzü gülen, enerjisi yüksek insan sayısı her geçen gün azalıyor. Hava aydınlanmadan evinden çıkıp, hava karardıktan sonra evine dönen, gün ışığı görmeden gününü tamamlayan insanlar var.
Ne uğruna? Bir inat uğruna!
Pardon tasarruf oluyordu değil mi bu uygulama ile değil mi?
Tasarruf önemli tabi! Her alanda yapılması gereken tasarruf yapıldı sıra bu alana geldi. Vatandaşın psikolojisi falan geç onları, detay o işler.
Bu arada ülkede gündem o kadar hızlı değişiyor ki; itiraf edeyim takip etmekte çok zorlanıyorum. Ama tüm bu yaşadıklarım benden şaşırma duygumu aldı.
Ne olursa olsun artık şaşırmıyorum. Hatta şaşıranları garipsiyorum.
Uzağa gitmeye gerek yok.
Narin cinayeti, Yenidoğan Çetesi, Kartalkaya yangın faciası… Ve daha niceleri… Ne yakın ne uzak geçmişte kalanlar hatırımızda. Çok kısa sürede unutulmaya yüz tutuyor yaşanan trajediler bile.
Deprem konuşulmuyor deprem. Ülkenin 11 şehri yerle bir oldu. Bak bugün kimse konuşmuyor.
Gündem o kadar hızlı değişiyor ki; tartışacak vakit bile kalmıyor.
Tartışılması gereken konular da tartışılamıyor.
Ama üzerine üç cümle etmeye değmeyecek konular, üç gün aralıksız konuşuluyor. Birileri masaya sürüyor sen de hapur hupur yiyorsun. Hatta masadakileri yemekle kalmıyor birbirini yiyorsun.
Ülkenin şu anki en önemli gündem maddesi ne? Sosyal medya yıkılıyor, ne konuşuluyor dersiniz? Derbi maça yabancı hakem gelecekmiş. Bak sen! Ülkenin de tek sorunu bu çünkü. Ya da her şeyi tıkır tıkır sistemli bir biçimde işliyor da futbol tek sıkıntılı alan.
Neyse tartışmaya devam.
Neden yabancı hakem? Neden o hakem?
Oyna devam…