Para Politikası Yönetimi Zorda

2001 yılında 4651 sayılı kanunla MB’nin temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu belirtilmiş ve bağımsızlığı kabul edilmişti. Ancak o zamandan günümüze kadar geçen zaman diliminde fiyat istikrarının tek başına MB politikaları ile gerçekleştirilemeyeceğine tanık olduk.
MB uzun süredir operasyonel bağımsızlığına yönelik yaşadığı baskılara rağmen bir yandan enflasyonu düşürmek, diğer yandan da cari açığı azaltmak için yüksek faiz politikası uygulamak zorunda kaldı. Merkez Bankası’nın ortodoks politikalara dönüşü ile birlikte sıkı para politikası uygulayarak kredibilite kazanması ve yüksek faiz ile yabancı sermayenin ülkede kalmasına da olanak sağlayan bu politikası elbette ki tek başına yeterli olmadı. Nitekim en son açıklanan yıllık yüzde 1.8’lik büyüme rakamı ve yıllık yüzde 15.61’lik enflasyon oranı ile Türkiye’de sıcak para ve tüketime dayalı büyüme modelinin değiştirilmesi gerektiği görüldü. Önemli olanın hızlı büyüme değil cari açığı ve enflasyonu azaltıcı büyüme için yapısal dönüşümlerin gerçekleştirilmesi ve orta ve uzun vadeli bütünleşik politikaların uygulanması gerektiğini daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Ayrıca bu görüş birçok bilim insanı ve ekonomist tarafından da dile getirildi. Hükümetin geçen haftalarda İnsan Hakları Eylem Planı adı altındaki hukuk reformu ve hemen ardından açıklanan Ekonomi Reform Paketi maalesef ki dile getirilen ekonomik ve yapısal sorunları çözmekten uzak, sorunları kabul etme ve önceliklendirme niteliği taşıdı. Tüm bunların üzerine İstanbul Sözleşmesi’nin iptal kararının açıklanması, HDP’nin kapatılması talebi ve MB Başkanı’nın görevden alınması ekonomide adeta deprem etkisi yarattı.
Nisan ve Mayıs aylarında enflasyonun yüksek çıkacağı beklentisi ve ABD’deki 10 yıllık tahvil faizlerindeki artışa bağlı olarak finansman ihtiyacı olan Türkiye’nin, getiri sağlayabilmesi için MB’nın önden yüklemeli olarak faiz oranını 200 baz puan artırması yönündeki aksiyonu, siyasi otoritenin yine reaksiyonuna neden oldu.
Operasyonel bağımsızlığı kabul edilmiş olan MB Başkanları’nın sık sık değiştirilmesi bankanın yaşadığı bir erozyon olarak değerlendirilebilir. Nitekim son dönem MB Başkanları’nın görev süreleri izlendiğinde Durmuş Yılmaz’ın 60 ay, Erdem Başçı’nın 60 ay, Murat Çetinkaya’nın 39 ay, Murat Uysal’ın 16 ay, Naci Ağbal’ın ise 4 ay görev yaptıkları görülüyor. Çetinkaya faizleri artırdığı, Uysal düşürdüğü ve Ağbal da artırdığı için bu değişikler yaşandı. Şeffaflığa ve iletişime önem veren Ağbal’ın görevden alınma şekli ve zamanlaması her ne kadar diğerlerinden daha farklı olsa da görevden almaların ülke ekonomisini “piyasa ekonomisinden” “otoriter ekonomiye” doğru şekillendirdiği argümanını güçlendiriyor.
Ekonomi politikasının çok önemli bir ayağını oluşturan para politikası uygulayıcısı MB Başkanları’nın bu kadar sık değişimi hiç şüphe yok ki para politikasını yönetilebilir olmaktan uzaklaştırdığı gibi önünüzdeki dönemlerdeki faiz düşüşüne de gölge düşürüyor. Bu olumsuz havayı ortadan kaldırabilmek için yeni başkan Kavcıoğlu takvimde bir revizyon ve politika değişikliği olmayacağını, enflasyonla mücadelenin birinci öncelik olduğunu açıklasa da para politikasındaki belirsizlik, güvensizliği de beraberinde getirdi.
Enflasyonla mücadelede faizden başka bir enstrümanı olmayan ve manevra alanı sınırlı olan MB Başkanı’nın önümüzdeki dönemde nasıl bir politika uygulayacağı en çok merak edilen konu. Faizde majör ya da minör bir artış olur mu? Eğer artış olursa başkan neden değişti? sorularıyla karşı karşıya kalındı.
İşte öngörülebilir ve istikrarlı olmayan bir ekonomik sürece girilmesi, bir yandan kur volatilitesini artırırken bir yandan da yabancı yatırımcının Türk varlıklarından kaçışına neden oldu. Borsa son üç iş gününde çok önemli kayıplar yaşadı. Yabancı kuruluşlardan S&P Global’in Türkiye’de sermaye kontrolü riskinin arttığı, Moodys’in başkanlık değişiminin not baskısını artıracağı ve Fitch’in ise bu değişikliğin enflasyon ve dış finansman riskini artırdığı yönündeki değerlendirmeleri MB’nin yabancı yatırımcılar açısından kredibilitesinin ne denli kötüleştiğini gösteriyor.
Tüm bu gelişmeler göz önüne alındığında Ağbal’ın oluşturmaya çalıştığı güven ortamının yaratılabilmesi ve ekonomik büyüme için yatırım kararlarında etkin olan uzun vadeli faizlerin artırılması değil, kısa vadeli faizlerin artırılması gerektiğinin anlaşılabilmesi umuduyla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi