Kaya Türkmen
Nobel Barış Ödülü
Yandaş basının bazı köşe yazarları Rusya ve Ukrayna liderlerinin Türkiye’de bir araya gelip bir anlaşmaya varmaları halinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nobel Barış Ödülü’nü hak edeceğini söylüyorlar.
Bunlardan biri diyor ki, “Eğer Rusya ile Ukrayna arasındaki barışın ilk umut verici ışıklarının görüldüğü Antalya görüşmeleri sonucunda Üçüncü Dünya Savaşı önlenmiş olursa Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yıl Nobel Barış Ödülü'nün en güçlü adayı olur.”
Bir diğeri de “Türkiye’nin samimi çabaları ve Erdoğan’ın liderliği şu anda karanlığın ortasında yanan bir ışık gibi… Savaşın durması, daha fazla insanın ölmemesi, yaşanan trajedinin son bulması için samimi olarak gayret gösteren Erdoğan var… O nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çabalarını çok kıymetli buluyorum… Erdoğan, eğer Putin ve Zelenski’ye savaşı bitirtecek, barışı getirebilecek imzayı da attırabilirse o zaman Nobel Barış Ödülü’nü hak eder” diyor.
Ben bu görüşe katılamıyorum.
Türk diplomasisinin savaşın son bulmasına katkı bağlamında çaba harcaması takdir edilecek, alkışlanacak bir husustur. Zelenski ve Putin’in Türkiye’de bir araya gelip bir anlaşma imzalamaları da herkesi sevindirir kuşkusuz. Biz Türkleri de ayrıca mutlu eder ve gururlandırır. Hele Nobel Barış Ödülü… Tadından yenmez.
Ama Erdoğan’ın iki liderle de aynı rahatlıkla konuşabiliyor olması ve Türkiye’nin her iki başkente coğrafi bakımdan göreceli yakınlığı sayesinde görüşmelere ev sahipliği yapmasının Nobel Barış Ödülü’ne hak kazanmaya yeterli olabileceğinden kuşkuluyum.
Öncelikle savaşan iki tarafı barıştırmak için tarafsız olmak gerekir. Saldırgan Rusya ile saldırıya uğrayan, şehirleri yakılıp yıkılan, on milyon insanın evlerini, nüfusun onda birinin ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı Ukrayna arasında tarafsız kalmak mümkün de değildir, ahlaki de…
Bu tartışmalı konuyu bir kenara bırakacak olsak dahi ödülün kime verileceğini kararlaştıran Norveç Nobel Komitesi’nin, Erdoğan’ın adaylığı önüne geldiğinde yapacağı ilk iş, kendisini aday gösterenlerin öne sürdüğü gerekçenin yerinde olup olmadığını değerlendirmek olacaktır. Yani Erdoğan barış görüşmelerine bilfiil katılmış mıdır? Katıldıysa hayati, düğümü çözen müdahalelerde mi bulunmuştur? Bunlara bakacaktır.
Komite ikinci olarak adayın genel olarak barış konusunda bugüne kadar sergilediği duruşu mercek altına alacaktır. Akape iktidarının Büyük Atatürk’ten miras “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi ışığında yıllar içinde dantel gibi işlenmiş Türk dış politikasını maceracı bir kabadayılıkla bugün hangi noktaya getirdiğini de inceleyecektir.
Mezhepçi saiklerle komşu ülkenin rejimini değiştirme çabalarını da, ülke dışındaki askeri faaliyetlerini de gözden geçirir. Üç bölge ülkesinde Büyükelçisinin olmadığını aklında tutar. Saray akıldanelerinin “Değerli yalnızlıkla” iftihar ettiğini not eder.
Adayın bir de ülke içindeki konum, tutum ve rolünü incelemeye alır.
Erdoğan’ın her şeyin tam yetkilisi olarak yönettiği ülkede, demokratik hak talebiyle sokaklara çıkanlara ne şekilde muamele edildiğini, gençlerin, kadınların, doktorların, işçilerin barışçıl gösteri ve yürüyüş haklarının nasıl kısıtlandığını, gösteriye kalkışanların cop ve biber gazıyla nasıl dağıtıldıklarını, yüzlerce insanın nasıl gözaltına alındığını, insanların attıkları tweet nedeniyle sabahın köründe evlerinden toplandıklarını herhalde görmezden gelmez.
Bağımsız kalabilen bir avuç basın organının nasıl bir baskı altında faaliyet gösterdiğini, dünyada Çin’den sonra en fazla tutuklu gazetecinin bulunduğu ülkenin Türkiye olduğunu duymuş olmalıdır Komite.
Başında olduğu devletin vatandaşlarını ne şekilde böldüğünü, ayrıştırdığını, kutuplaştırdığını, eleştirenlerin, itiraz edenlerin nasıl terörist ilan edildiklerini, muhalefet liderlerinin nasıl sindirilmeye çalışıldığını, gözdağı verildiğini, muhalefetin kazandığı yerel yönetimlerin nasıl çalışamaz hale getirildiğini göz önüne alır bence.
Erdoğan’ın 40 bin kadar vatandaşına Cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla dava açtığını da kale alır.
Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen kişinin, kadına karşı şiddetin önlenmesi amacıyla Avrupa Konseyi bünyesinde ve üstelik Türkiye’nin ön ayak olmasıyla akdedilen İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı ve Anayasa’ya aykırı bir şekilde tek bir imzayla ülkesini çıkartan bir Cumhurbaşkanı olduğunu da hesaba katar.
Dört gençten üçünün yurt dışına kapak atmayı hayal ettiği, bunlardan iyi yetişmiş, yurt dışında dikiş tutturabilecek olanların arkalarına bakmadan kaçıp kendilerini kurtardıkları, şimdi de doktorların akın akın Avrupa ülkelerine göç ettikleri de gözünden kaçmaz Nobel Komitesi’nin.
Vatandaşların hak, hukuk, adalet özlemiyle kaybolan huzurlarının ve yaşama sevinçlerinin hasretiyle yanıp tutuştukları da…
En iyisi vazgeçmek bu Barış Ödülü sevdasından.
Belki Nobel Ekonomi ödülü olur.
Ne de olsa ekonomist! Çok da ilginç teorileri var…