Aytuna Tosunoglu
NASIL OLUYOR DA OLUYOR?
İlk önce paranın pek az olduğu, güvencesiz bir geçmişten gelmek şart. Sonra küçük pozisyonda bir devlet memuriyeti elde edip, büyüklerin çantasını taşımak gerekiyor.
Çanta taşıyarak büyüklerin dolaştığı her tür mekâna girip çıkmak marifetiyle bir açgözlülük geliştirmek, kıskanmak ve akabinde ayak kaydırma ve ekmeğinden etme metodunun kitabını yazacak kadar ilerlemek lazım. Demek önce kötü bir insan olmak lazım, bunu anladık. Bir de içinde yanan bir para, mal, mülk açlığı… Yanında kuvvetli bir inanç sistemi geliyor: “Bunların hepsini bana ver, ben de senin adına yardım dağıtacağım, söz veriyorum tanrım”, cümlesinin gücünü hissediyor musunuz…
Sonra yıllar içinde kurduğun ilişkilerde sana olan bağlılıklarını, senin onlara bağlılığını, güvenini(!) pekiştirdiğin insanlarla yola devam etmek bu işlerin olmazsa olmazı. Günü geldiğinde birbirinize el vereceksiniz, beraber yükseleceksiniz, halkın olması gereken paraları, mülkleri cebe indireceksiniz. Yol boyunca kurduğunuz ilişkiler ve zenginleşmeniz sizi başkanlığa kadar taşıyacak. Başkan olduktan sonra işler güçler daha rahat ilerliyor.
Mesela, yıllar içinde yerini seçimlerle pekiştiren başkan, eski yol arkadaşlarından birine ya da birkaçına bu yarımadayı bana al, içine bana saray yap, ben de sana ülkenin enerji yatırımını, büyük inşaat işlerini vs. vereyim, havasında şeyler söyleyebiliyor. Yarımadaya devasa inşaat kompleksleri yapılıyor. Bunları finanse eden iş adamları kurdukları yan şirketler aracılığı ile sürekli para koyuyorlar. Koydukları para kadar sanıyorum, ödemeleri gereken vergi başkanın talimatıyla siliniyor. Yani anladığım, vergiler başkanın cebine konuyor. Saray inşaatını finanse eden irili ufaklı şirketlerin başına zaman içinde başkanın teyzesinin oğlu, halasının oğlu, yeğeni gibi aile içinde sivrilerek başkana bağlılığını ispat etmiş akrabaları geçiyor. İş adamlarının haksız kazançla topladıkları paralar bu şirketlere yatırılıyor, bir kısmı da okyanus ortasında salınan mini ada devletçiklerinin kontrolsüz bankalarına… Başkan sabah kalkınca, mesela çayını içerken, elindeki tabletten bakalım durumum ne, diyerek ada devletçiklerindeki banka hesaplarına online bakıyor mudur? Arada, “Ya şifrem neydi?” diye yanındakilere soruyor mudur? Üç defa yanlış girince bankayı aramak zorunda kalıyor mudur… Gün içinde sarayın iç dekorasyonunda kullanılacak kırk küsur kanepe için şurası böyle olsun, burası şöyle olsun diye talimatlar veriyor mudur? Aklımda deli sorular. Deri oturma grubu için yaklaşık iki yüz bin lira, kanepe başına ortalama altmış bin lira ödediğini öğrendik. Deniz kıyısında söz konusu devasa inşaatı emeklilik günlerinde kullanmak gibi bir planı varmış.
Sistemin nasıl işlediğine dair en ufak bir bilgim yoktu. Size çok iyi anlatabildiğimi de sanmıyorum. Benim için film en başında kopuyor ama Rusya Devlet Başkanı Putin’in yukarıda anlattığım bu akıl almaz hinliği ve açgözlülüğü karşısında çok şaşırdım. Burada yazdığım bilgileri araştıran ve Rus halkına sunan aktivist ve muhalif kişilik Navalny’nin tutuklanmasına hele, daha çok şaşırdım. Nasıl oluyor da oluyor… Rusya’da yoksulların sefil durumu ve başkanın da yaşamını bir gaspçı olarak sürdürmesi üzerine düşünelim bu pazar günü, olur mu?