Mitoloji Öyküleri

Orion

Sonra çok garip bir şey olur; tanrılar Hyrieus'a sırtlarını dönerek inek derisinin üstüne işerler. "Al bakalım, Hyrieus" der Zeus, "Bu deriyi toprağa göm ve dokuz ay bekle."

Biliyorsunuz Yunan mitolojisinde, yaşamı -genellikle trajik bir şekilde- sona eren kadın-erkek kahramanların çoğu, adlarının hiç unutulmaması için, gökyüzünde bir yıldıza ya da takımyıldıza dönüştürülerek onurlandırılır; Andromeda, Perseus, Cassiopeia, Pegasus, Herakles, Cygnus, Lyra, Taurus, Pleiades ve Hyades bunlardan yalnızca bazıları. Bugün anlatacağımız kahramansa, Orion; adı ilk kez Homeros’un İlyada’sında geçen Orion’la ilgili söylenceler çeşit çeşit; kimin oğlu olduğundan tutun da yaşamının sona ermesine kadar farklı şekillerde anlatılıyor genç kahramanın öyküsü. Burada anlatacağım, sonu hüzünlü biteni (1).

Bir zamanlar Boeotia kırsalında yaşayan yaşlı bir adam vardır. Kimileri onun eski bir kral olduğunu söylese de yaşantısına bakınca bunun doğru olmadığı apaçık bellidir. Hyrieus’tur adı, yaşlıdır, karısı uzun yıllar önce ölmüştür. Evlenirken birbirlerine sonsuza dek sadık kalacaklarına yemin etmişlerdir. Fakat tanrılar bir çocuğu esirgemiştir onlardan. Yaşlandıklarında karısı ölmüş, yaşlı Hyrieus bir başına kalmıştır.

Önceleri komşuları yaşlı adamı rahat bırakmaz, eşi öldüğüne ve bir yıl da yas tuttuğuna göre artık kendine yeni bir kadın bulmasını öğüt verirler. Ama Hyrieus çok inatçıdır, bunu yapmayacağı konusunda karısına söz verdiğini söyleyerek geri çevirir tüm komşularını Birazcık toprağı ve sahip olduğu birkaç hayvanla yoksul bir yaşam sürdürmektedir yıllardır ama hiç şikayetçi de değildir durumundan.

Tanrıların Ziyareti

Günün birinde tanrılardan üçü, Zeus, Poseidon ve Hermes Boeotia’ya gelirler. Zeus "Gelin, gidip Hyrieus'u ziyaret edelim” der, “Halini hatırını soralım şu ihtiyarın".

Tanrılar kılık değiştirerek sıradan yolcular gibi Hyrieus’un kapısını çalar bir akşamüstü vakti. Hyrieus elbette onları tanımaz ama son derece konuksever davranır ve ekmek, şarap, zeytin ikram eder yolculara. Birlikte yiyip içer ve güneşin batışını seyrederler.

Bir süre sonra Hyrieus'un ağzından bir söz daha çıkar, "Sizlere başka bir şey daha ikram edebilir miyim?"

"Elbette" der Zeus, "Bize sunacak neyin var?"

"Pek bir şeyim yok” diye karşılık verir Hyrieus, “Mutlaka et yemek istiyorsanız bir koyunum var, sahip olduğum tek koyun."

"Evet, istiyoruz" der Zeus.

Hyrieus tek koyununu keser, etinden kebap yapar ve konuklarına sunar. Poseidon ağzını şapırdatarak etleri midesine indirirken, Zeus da en iyi parçaları kendisine ayırmaktadır. Hermes kebaplara dokunmaz, yoksul ve yaşlı bir adamın tek koyununu kestirdikleri için utanmaktadır.

Tanrılar gizlice bakışır ve Zeus Hyrieus'a dönerek, "Hyrieus, bizi bu kadar cömertçe ağırladığın için sana bir iyilik yapmak istiyoruz. Bize gönlündeki en gizli arzuyu söyle" der.

Hyrieus'un gözleri yaşla dolar ve kısık bir sesle konuşmaya başlar, "Bu dünyada artık tek bir arzum kaldı, fakat asla gerçekleşemeyecek bir arzu bu. Bir oğlum olsun istiyorum!" "Neden gerçekleşemesin?" diye sorar Zeus, "Çünkü karım öldü" diye yanıtlar Hyrieus. "E ne olmuş yani" der Poseidon, "Kendine bir kadın daha bul." "Bunu yapamam" diye karşılık verir Hyrieus, "Bunu yapmayacağıma dair yaşarken söz vermiştim ona."

O zaman tanrılar Hyrieus'a gerçek kimliklerini açıklar. Ama yaşlı adamla biraz daha uğraşmak için Zeus, "Görüyorum ki az önce mideye indirmiş olduğumuz koyunun dışında bir de ineğin varmış Hyrieus." der. "Evet" diye yanıtlar Hyrieus, "Bir tanecik de ineğim var ama çok kart olduğu için eti yenecek gibi değil."

"Olsun" der Zeus, "Git ve o ineği de kes!"

Hyrieus tanrının emrini yerine getirerek ineği keser. Zeus ona ineğin derisini yüzmesini emreder sonra. Hyrieus denileni yerine getirince "Bu deriyi önümüzde yere ser!" der Zeus. Sonra çok garip bir şey olur; tanrılar Hyrieus'a sırtlarını dönerek inek derisinin üstüne işerler. "Al bakalım, Hyrieus" der Zeus, "Bu deriyi toprağa göm ve dokuz ay bekle."

“Sidik”

Tanrılar ayrılırken Hyrieus da denileni yapar; gerçekten de dokuz ay sonra topraktan boylu poslu ve yakışıklı bir genç çıkar. Baharda yeşeren bir filiz gibi, önce başı ve omuzları çıkar topraktan, sonra da sırtı, göğsü ve kolları, en son da ayakları. Fakat büyümesi durmamıştır, boyu uzamaya devam eder. Öğleye doğru babasından daha uzun boylu olmuştur, akşama doğru eve yukarıdan bakmaktadır. Büyümesi gece boyunca da sürer; boyu ağaçları geçmiş, gökyüzüne tırmanmaya başlamıştır.

Bu arada Olimpos'a dönmüş olan Zeus, Hermes ve Poseidon aşağı bakınca şaşırırlar, "Şu hale bak! Bir şeyleri yanlış yaptık herhalde, bu ölümlünün büyümesini durdurmalıyız." Sonra da genç devin üstüne bir kez daha işerler, devin büyümesi ancak ondan sonra durur.

Hyrieus tanrıların idrarından yaratılan oğluna “sidik” anlamına gelen Urion adını verir.

[Urion adı zamanla Orion’a dönüşür; belki de onu “sidik” olarak çağırmaktan utandığı için babası değiştirmiştir bu adı.]

Orion’un boyu o kadar uzundur ki denizin sığ bir yerinden geçerken yüzmesine bile gerek yoktur; Adriyatik'i geçerken su ancak boynuna kadar gelir. Ayrıca benzeri görülmemiş bir yakışıklılığa sahiptir genç dev; çok da usta bir avcıdır.

Av seferlerinin birinde yolu Sakız Adası'na düştüğünde Kral Oinopion'u sarayında ziyaret eder Orion. Oinopion, Tanrı Dionysos'un oğullarından biridir ve adı "şarap renkli" anlamına gelir.

Kral Oinopion'un Merope adında, çok güzel ve zarif bir kızı vardır. Orion ilk görüşte Merope’ye vurulur, cüssesi gibi aşkı da çok büyüktür. Kızının bir devle evlenmesini istemese de açıktan karşı çıkamayan Kral, işi yokuşa sürmek için adanın insan eli değmemiş iç kısımlarındaki bütün vahşi hayvanları öldürmesi şartını koşar, bunun için de ona yalnızca bir gün ve bir gece süre verir.

Orion yayını omzuna astığı gibi yola koyulur. Ertesi gün aynı saatte adada yaşayan tüm yabani hayvanların işini bitirmiştir. "Sözümü tuttum" der Kral’a, "Merope'nin yanına gitmeme izin ver." Oinopion yan çizer, "Gerçekten kızımı sana vereceğimi mi sandın? Ona göre ne kadar büyük olduğunun farkında değil misin? Kızımı sana vermem. Asla!"

Orion Merope'nin bulunduğu odanın kapısını kırar ve Merope'ye zorla sahip olur. Ne Kral ne de adamları ona engel olabilmiştir.

İntikam hırsıyla dolan Oinopion babası Tanrı Dionysos'a başvurarak Orion’u cezalandırmasını ister. Dionysos akıl verir buna karşılık, "İşin kolayı var, dev adama içmesi için şarap ver. Şarap en güçlü erkeği bile yere serer. Neden en büyüğünü de sermesin ki?"

Kör Dev

Oinopion, beslediği düşmanlığı saklamayı güç bela başararak, Orion'a su katılmamış şarap sunar (daha önceki bir yazıda söz etmiştik, Eski Yunanlıların şarapları bugünkünden daha koyu, pekmez kıvamındadır ve ancak sulandırılarak içilir; sulandırmadan içildiğinde çabuk ve kötü çarpar). Dev, birkaç maşrapa sonra şarabın etkisiyle sırt üstü yere devrilir. Savunmasız devin kendinden geçtiğini gören Oinopion, Orion’un gözlerini oyar ve adamları onu götürüp uzak bir sahile atar.

Gün doğunca Orion olduğu yerde doğrulur güçlükle, acı içindedir. Etrafına seslenir, yanıtlayan kimse olmaz. Yalnızca sahile vuran dalgaların sesi işitilmektedir. Doğruca denizin açıklarına doğru yürümeye başlar; nereye, kendi de bilmeden...

Saatler geçer, deniz tükenmiş, Orion karşıda kıyıda karaya varmıştır. Ansızın güçlü çekiç sesleri yankılanır kulaklarında. Orion bir demircinin işliğine vardığını anlar, kulaklarını dört açarak dinlemeye devam eder. Ne kadar kuvvetli çekiç darbeleri! Çekici böylesi bir güçle ancak Demirciler Tanrısı Hephaistos'un vurabileceğini düşünür, haksız değildir.

Orion el yordamıyla işliğin penceresini bulur, elini içeri sokar ve o sırada demir levhaları dövmeyi öğrenen yamağı kaptığı gibi dışarı çeker Hephaistos farkına varmadan.

Orion yamağı omzuna oturtur ve "Benim rehberim olacaksın! Senin gözlerin benim gözlerim olacak" der. Genç yamak korku içindedir ama bir yandan da bir devin omzunda dolaşmak çok heyecan verici gelir; kabul eder teklifi, “Seni nereye götürmemi istersin?" diye sorar. "Beni doğuda, güneşin yükseldiği yere götüreceksin" der Orion. Yeni doğan güneşin ışığının gözlerini iyileştireceğine inanmaktadır.

Böylece yamak onu doğuya, güneşin yükseldiği yöne götürür. Şafağın ilk ışıkları belirince Orion diz çökerek çaresizlik içinde kollarını iki yana açar ve "Helios!(2)" diye seslenir, "Helios, kurtar beni!"

Eos ve Artemis

Fakat onu bu halde ilk gören Helios değil, gül parmaklı, tunç giysili şafak tanrıçası Eos olur. Nefes kesici güzelliğiyle dünya küresinin üstünde yükselmeye başladığı anda fark eder yaralı devi Eos ve görür görmez de vurulur. Tam onu alıp sarayına götürmek üzereyken Av Tanrıçası Artemis çıkagelir.

[Zeus’un kızı Artemis sonsuza dek iffetli kalmaya yemin etmiş bir tanrıçadır. Günler ve geceler boyu zamanını ormanlarda, kırlıklarda dolaşarak, yabani hayvanlar ve peri kızlarıyla bir arada geçirir. Günün birinde birine âşık olmaktan başka hiçbir şeyden korkusu yoktur; ama korktuğu başına gelecek, uzaktan Orion’a aşık olacaktır.

Orion'un Sakız Adası’ndaki yabani hayvanları kıyıma uğrattığı süre boyunca Artemis onu izlemiştir uzaktan. Son derece öfkelidir, delirmiş gibidir. Nasıl olur diye düşünür, nasıl olur da bu dev, hayvanlarımı öldürmeye cesaret edebilir! Fakat bir yandan da Orion'a hayranlık duymaktan kendini alamaz. Kendine itiraf edemese de Orion'a âşık olmuştur. Kendisine yasakladığı bu duyguyu ona tattırdığı için Orion’dan bir kat fazla nefret eder.]

Artemis Eos'un yanına gelerek ona seslenir, "Dur! O bana ait! Onunla görülecek bir hesabım var."

Eos, Artemis'e yalvarır, "Onu benden alma! Kalbim ona karşı aşkla dolu. Buna Aphrodite sebep oldu. Onun isteğiydi bu, belli ki. Dikkat et, sana da benzer bir arzu musallat etmesin."

Bu sözler Artemis'i biraz düşündürür, "Peki" der bir süre sonra. "Onu sana bırakacağım. Fakat yalnızca bir geceliğine. Sonra onu tekrar serbest bırakacaksın. O bana ait yaban hayvanlarını öldürdü ve bu suç asla cezasız kalamaz."

Eos, Artemis'in söylediklerini kabul eder istemeye istemeye.

Orion’la geçirdiği gece o kadar güzel olmalıdır ki ertesi sabah Eos Artemis'e yalvarmaya başlar yeniden: "Ona son bir şans ver! İzin ver, önce okyanusun sonundaki ufka kadar yüzsün. Oraya ulaştığı zaman gönder okunu, belki hayatta kalır. Ona bu şansı ver!"

Artemis rahat bir tavırla kabul eder, çok iyi bilir ki okları her yere ulaşabilir ve istediği her hedefi vurabilir.

Orion okyanusa açılarak ufka doğru yüzmeye başlar. Neredeyse ufuk çizgisine varmak üzeredir ki, Artemis yayını gerer ve şaşmaz okunu gönderir.

Orion ölmüştür.

İki tanrıça ağlaşırlar ardından. Artemis için bu umutsuz bir aşktır, çünkü tanrıça sonsuza dek bakire kalacağına yemin etmiştir. Eos için de öyledir aslında, çünkü bir tanrıçanın bir ölümlüyle asla bir arada olamayacağını bilmektedir o da.

Tanrıçalar bir süre daha ağlaştıktan sonra Orion adının unutulmaması için onu gökyüzüne bir takımada olarak yerleştirirler.

Kış aylarında Kuzey yarımkürede bir gece vakti gökyüzüne baktığınızda, bir elinde kılıcı diğer elinde kalkanı bir avcı görürseniz, bilin ki Orion’dur o.

  1. Ben Michael Köhlmeier’in “Gül Parmaklı Şafak” adlı eserinde geçen sürümünü temel aldım; çev. Atilla Dirim, 1997.

  2. Helios, Güneş Tanrı.

GTÜ Havacılık-Uzay Kulübü - Orion Takımyıldızı

Orion Takımyıldızı

undefined

Nicolas Poussin, Kör Orion Doğan Güneşi Ararken, 1658



Clicca per aprire











Daniel Seiter, Artemis ve Orion, 1685

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi

Ether

18 Ağustos 2024 Pazar 07:00