Sevgin Akış Roney

Sevgin Akış Roney

Bir Kış Kaçamağı: SHARM EL-SHEIKH

Sina Yarımadası’nın güney ucunda, Sina Dağı ile Kızıldeniz arasında yer alan Sharm El-Sheikh’in son zamanların gözde tatil merkezlerinden biri olduğunu doğrusu yakın zamana kadar bilmiyordum. Bir arkadaşım vizesiz gidilebildiği, ucuz olduğu ve kışın bile denize girildiği için tercih ettiği Sharm El-Sheikh’ten söz edince merak ettim ve geçtiğimiz Şubat ayında birlikte gitmeye karar verdik.

Yola çıkmadan önce, kısaca Sharm diye anılan şehrin tarihine baktım biraz. 1960’lı yıllarda Mısır’a ait küçük bir balıkçı kasabası olan Sharm, Kızıldeniz’e bakan bir burnun ucunda yer aldığından, zamanla Mısır donanması için önemli bir bölge haline gelmiş. 1967’de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaş İsrail’in galibiyetiyle sonuçlanınca, Sina Yarımadası İsrail devletinin kontrolüne geçmiş. İsrailliler bölgeye hükmettikleri dönemde Sharm’ı büyütüp, ilk turistik tesisleri ve bugün halen kullanılan havaalanını inşa etmişler. Şehre de Ofira adını vermişler. Eylül 1978’de ABD’nin yardımıyla imzalanan Camp David Sözleşmesi’nden 6 ay sonra, 1979’da yapılan barış antlaşmasıyla Sina Yarımadası ve dolayısıyla Sharm Mısır’a geri verilmiş.

gezi.jpg

Sharm’ın kimi zaman “barış şehri” olarak adlandırıldığını da duyabilirsiniz. Buna sebep, bölge ülkeleri arasındaki politik anlaşmazlıkların çözümüne yönelik çeşitli barış müzakerelerini yürütmek için sıklıkla tercih edilmesiymiş. Dolayısıyla çok sayıda uluslararası toplantılara da ev sahipliği yapıyormuş.

Ancak, “Şeyhin Körfezi” anlamına gelen Sharm El-Sheikh’in günümüzde Mısır’ın önemli turizm merkezlerinden biri olmasının en büyük nedeni, zengin sualtı habitatıyla Kızıldeniz’in, özellikle dalmayı sevenler için sunduğu cennet. Aslında mercan resiflerini ve rengarenk balıkları görmek için “scuba diving” denen tüple dalış yapmaya bile gerek yok. Basit bir deniz gözlüğüyle kaldığınız otelin plajında yüzerken de büyülenebilirsiniz.

“El Hadaba” bölgesinde ilk iki gün kaldığımız tatil köyünün plajı uzun bir falezin aşağısındaydı. Kıyıdan hemen sonra başlayan resiflerin etrafındaki binbir renkteki balıkları seyrederek serin sularda yüzmek ruhumu yıkadı diyebilirim. Tatilimizin geri kalan günlerini geçirdiğimiz Naam Koyu’ndaki küçük otelimizin önündeki plajdan denize girdiğim bir sabah, bir iskeleden atılan ekmek parçalarını yemek için toplanan balıkları suyun altından seyrederken sanki kocaman bir akvaryumun içinde yüzüyormuşum gibi hissettim kendimi. Keşke tüple dalış yapmaya cesaret edebilseydim!

al-sahaba-camii1.jpg

DÜNYANIN EN TEHLİKELİ DALIŞ ALANI : MAVİ ÇUKUR

Ras Muhammed Milli Parkı uluslararası üne sahip bir dalış noktası. Sina Yarımadası’nın en güneyinde Süveyş Kanalı ile Akabe Körfezi’nin birleştiği noktada yer alan, çok sayıda mercan türüne ve endemik balıklara ev sahipliği yapan bir park imiş. Parkta yapılan tekne turları sırasında belirli noktalarda durup, dalgıç olmayan turistlere bile tüple dalış yaptırıyorlarmış. “Mış” diyorum çünkü gidip deneyimlemeye korktum. Onun yerine günübirlik bir turla, Sharm’ın yaklaşık 85 kilometre kuzeydoğusundaki Dahab’a yakın “Mavi Delik” veya “Mavi Çukur” denilen dünyanın en tehlikeli dalış alanına gittim!

Aslında giderken bu çukurun “dalgıç mezarlığı” diye kötü bir şöhreti olduğunu bilmiyordum. Beni, yukarıdan çekilen fotoğraflarında, su yüzeyinin içinde koyu mavi bir nokta gibi duruşu cezbetmişti. Dersimi çalıştıktan sonra öğrendim ki, mavi delikler sualtı sistemlerinin bir parçası olan dikey mağaralarmış. Dahab’taki mavi deliğin kıyıda 6 metre derinliğinde bir giriş kısmından sonra, tavanı yaklaşık 60 metre çapında ve alt kısmı denizin içine doğru aşağı yukarı 120 metreye ulaşan bir tüneli varmış. Tüple kaç metreye kadar dalınır bilmiyorum ama, sanırım kaybolan dalgıçların çoğu tünelin bitiminden sonra Kızıldeniz’in derinliklerinde yol almak isteyenler. Ben elbette deliğin 6 metrelik sığ kısmında ve de rehber eşliğinde bir saate yakın bir süre “snorkeling”, yani tüpsüz dalış yaptım. Rehberimiz suyun altında iki kısa videomu çekti. (*) Mutlu mesut kıyıdaki salaş restorana öğle yemeğine gittim!

sualti2.jpg

Günübirlik turumuzun öğle yemeğinden sonraki kısmında çölde ATV ile safari ve deveye binme aktiviteleri vardı. Denizin hemen kıyısındaki taş ve kumdan oluşan zemin üzerinde eski püskü ATV’lerle yapılan 15 dakikalık bir tur, daha önce dünyanın başka bir ucundaki çölde yaptığım safariye kıyasla bir kandırmacadan ibaretti. İskeleti çıkmış develerin sırtına binmek ise hiç benlik değildi. Gruptakiler develerin sırtında fotoğraf çektirmek için poz verirken, ben gözyaşları içinde rehbere çıkışıyordum.

RENKLİ KANYON VE SİNA DAĞI

Dahab’ın yaklaşık 90 km kuzeyinde yer alan “Renkli Kanyon” turumuzun son durağı idi. Yer yer 40 metreye ulaşan kayaların arasında uzanan yaklaşık 800 metrelik kanyon bir zamanlar suyun altında imiş. Hazreti Musa’nın 40 yıl süreyle kaybolduğu rivayet edilen kanyonda biz öğleden sonra 3-4 arasında yürüdük. Kayalar daha önce fotoğraflarda gördüğüm kadar cazip renklere sahip değildi. Bence ışık açısından sabah erken gezmek daha uygun olurdu.

Hazreti Musa’ya 10 emrin verildiği Sina Dağı’nın eteklerindeki Aziz Katerina Manastırı’na da tırmanmak istiyordum. Bu günübirlik turun özelliği, dağın zirvesinde şafak vakti olabilmek için bir gece önce saat 10 gibi yola çıkılması. Yaklaşık üç saatlik yolculuktan sonra dağa tırmanış başlıyor ve gün doğumunu izledikten sonra, dünyanın en eski manastırlarından biri olarak kabul edilen, 6. yüzyıla ait Aziz Katerina ziyaret ediliyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan bu manastırı maalesef göremedim. Belki de gece tırmanışı gözümü korkuttu.

kanyon1.jpg

Yazımın sonunda biraz da Sharm El-Sheikh’in en hareketli koyu olan Naama ve çevresinden söz edeyim. Bu uzun ve güzel koy turistlerin en yoğun olduğu bir resort bölgesi. Koy boyunca yan yana dizilmiş oteller kitle turizmine hizmet eden ve örneğin Antalya’da çok sayıda örneğini gördüğümüz, hiçbir özgünlüğü olmayan yerler. Otellerin yanı sıra elbette restoranlar, kafeler, turistik ıvır-zıvırın satıldığı dükkanlar ve tatilciler için eğlence mekanları var. Naama Koyu’ndan 20 dakika uzaklıktaki bir başka turistik cazibe merkezi ise “Soho Meydanı”! Adı bile özenti olan bu meydanda da lüks lokantalar, kafeler, barlar, mağazalar var. Işıl ışıl meydanda, birbiriyle hiç ilişkisi olmayan, tabiri caizse her telden çalan heykellerin önünden geçerek dolaşırken ruhum daraldı.

Naama Koyu’ndan 5-6 dakikalık mesafedeki “Old market” (herkes İngilizcesini söylüyor), son yıllarda yenilenmiş olsa da Sharm’ın en eski pazarlarından biriymiş. Yüzlerce dükkandan oluşan çarşının merkezinde bulunan Al Sahaba Camisi eski değil (inşaatı 2017 yılında bitmiş) ama gerçekten çok görkemli bir yapıt. Üç bin metrekareye yayılmış, 76 metre yüksekliğindeki iki minare ve çok sayıda kubbesiyle çarşının göz bebeği. Biz çarşıya, arkadaşımın daha önceden bildiği harika bir yerel balıkçıda akşam yemeği yemek için üç dört kez gittik. Her seferinde gelen hesap gözlerimize inanamayacağımız kadar ucuzdu.

İstanbul’a dönerken uçakta düşündüm. Kış ortasında yazı yaşadığım ve yepyeni bir deniz tanıdığım Sharm tatilim güzeldi, ama tekrar gitmek ister miydim?

(*) Yazıda kullandığım sualtı fotoğraflarını Muhammed Tamer’in gönderdiği videolardan aldım. İzin verdiği için kendisine teşekkür ederim.

petra.jpg

Meraklısına bir not: Sharm’da farklı kapsamları olan günübirlik paket turlar satılıyor. Sizi kaldığınız otelin kapısından alıp, tur bitiminde tekrar kapıya bırakıyorlar. Ben yazımda sözünü ettiğim turun dışında, bir gün de Petra Antik Kenti’ni görmek için Ürdün’e gittim. Sharm’dan otobüsle Akabe Körfezi boyunca kuzeye doğru ilerleyip, Taba’dan feribotla Akabe-Ürdün’e geçtik. Oradan da Petra’ya gittik. Petra’da yaklaşık 4 saat dolaştık. Neredeyse 24 saati bulan yorucu bir yolculuktu. Fakat kesinlikle bu yorgunluğa değer bence.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sevgin Akış Roney Arşivi