Boray Acar
Makûs Muhalefetsizliğimiz – 1
Ortalama tarih bilinci olan veya yakın tarihin önemli bir kısmına şahitlik etmiş, belli bir eğitim ve kültür düzeyinde olan herkesin üzerinde mutabık olduğu bir gerçek var; Türkiye’nin daha kötü yönetildiği bir dönem yaşanmadı. Siyasi iktidar, her türlü olumsuzluğu ülkenin şahlanışını çekemeyen dış güçlere ve onun yerli uzantılarına bağlıyor olsa da düşünmemekte ve görmemekte ısrar eden veya çıkar ilişkileri sebebiyle sessiz kalan kitle dışında toplumun genelini buna ikna edemediği ortada. Elbette bunun birçok nedeni var. Ancak muhalefet partilerinin, verili koşullara rağmen temel politik açmazlar ile ilgili söylemlerinin yetersizliği, tutarsızlıkları ve kendi içlerindeki ideolojik çelişkiler, siyasi iktidarın oy desteğini korumasının başlıca sebebi olarak görünüyor.
MetroPOLL Araştırma Şirketi, “Türkiye’nin Nabzı Nisan 2021” araştırma sonuçlarını yayınladı. Araştırmaya göre, ankete katılanların yüzde 27’si gıda, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor veya karşılamakta güçlük çekiyor. Sadece gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçları karşılayabilenlerin oranı yüzde 53,60. Anketörlerin yüzde 46,10’u Millet İttifakı'na, yüzde 42,80’i Cumhur İttifakı'na yakın olduklarını ifade ediyorlar. İktidara yakın veya toplum gerçeklerinden uzak birileri bu ifade ile alay ediyor olsalar da "toplumun önemli bir bölümünün açlık gibi bir derdinin olduğu" görülüyor. Toplumun yarısından çok az fazlasının da sadece temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar dünya nimetlerinden faydalanabildiğini görüyoruz.
Ankette son döneme damgasını vuran başka konulara da değinilmiş. Mesela; toplumun kahir ekseriyeti 128 milyar doların akıbetini merak ediyor ve bundan duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Bizzat Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki açıklamalarının da pek ikna edici olamadığını görüyoruz. Dolayısıyla toplum nezdinde yolunda giden bir şey yok. Buna rağmen siyasi iktidarın, önemli bir halk desteğini hâli hazırda korumayı başardığını görüyoruz.
Malum; şu anda gündemimiz Covid-19 pandemisi. Doğrusu; dünyanın gündeminden çıkmaya yaklaşsa da süreci bizim gibi kötü yöneten Brezilya, Hindistan gibi 3. dünya ülkeleriyle birlikte en sarsıcı dönemi yaşıyoruz. Örneğin; pandeminin başından itibaren verilen sözler göz önünde bulundurulduğunda aşılamada önemli bir yol kat edilmesi gerekirken, toplumun sadece yüzde onluk diliminin ikinci faz aşılaması tamamlanmış durumda. Üstelik aşılamanın geleceği ile ilgili bir kesinlik de yok. Tayyip Erdoğan, geçen hafta bir konuşmasında konuyu aşının üretildiği ülkelerin devlet başkanları ile yapacağı görüşmelere bağladı ve kurduğu cümlelerin tamamına yakınını da “inşallah” ile tamamladı. Burada muhalefetin sorması gereken başlıca sorular var. Hatta hesap sorabileceği ve kamuoyu oluşturabileceği bir zemin de oluşmuş durumda.
“Aşının yurt dışından temin edilmesi sözleşmeye tabi bir süreç ise Cumhurbaşkanı'nın konuyu diplomatik bir sorun gibi lanse etmesinin, bunun çözümü için Putin ve Jinping ile görüşeceğini söylemesinin sebebi nedir?”, “Gelişmiş dünya ülkeleri, neredeyse bir yıl önce Pfizer – Biontech ile anlaşmanın telaşı içerisindeyken, üstelik Şahin – Türeci çifti Türkiye’ye özellikle aşı vermek istiyorken, Sinovac’ta ısrar edilmesinin sebebi neydi?”, “Çin’in aşıları vermemesinin arka planında Uygur Türkleri ile ilgili anlaşmazlıklar mı var?”, “Aşıların söz verilen takvime uygun olarak gönderilmemesi hâli bir yaptırıma bağlanmamış mıdır?” gibi sorular ile konunun üstüne gidilmesi ve sosyal bilinç yaratılması gerekiyor iken, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu "aşı işinin becerilemediğini, CHP’li belediyelere yetki verilmiş olsaydı meselenin çözüleceğini" ifade etti. Bu açıklamanın talihsizliği üstüne uzun boylu konuşmaya gerek yok. Ana Muhalefet lideri, muhtelif sorunlar karşısında bu ve benzeri açıklamalar yaparak konuyu sulandırmakta ve dağıtmakta mahir. Bunun üstüne doğru şeyler söylese de kitlesel dinleyici iştahını bir defa kırmış oluyor.
Kısacası iç ve dış politika, ekonomi, eğitim, sağlık gibi temel politikaların tamamında başarısızlık ve toplum gerçeklerinden kopuş söz konusu. Siyasi açmazların ideolojik temelde ele alınması ve alternatif politikalar üretilmesi gerekiyor. Ana Muhalefet Partisi başta olmak üzere muhalefet partilerinin birbirlerine olan ideolojik mesafeleri, çıkarları ve taban hassasiyetlerinden uzaklaşma gibi kaygıları onların blok olarak hareket etmelerine mani olurken, samimi olmayan bir imaj çizmelerine ve netice olarak toplumda karşılık bulamamalarına sebep oluyor. Yoğun eleştirilere rağmen başarısızlığı ikrar ederek radikal kararlar almaktan kaçındıkları gibi, bir tavır değiştirme gereği de duymuyorlar.
Tabii bu durumda bir ihtimal daha var. Ercan Kesal’ın senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı; Türkiye’de reel politikada adaylık süreçlerinin arka planının başarıyla işlendiği “Nasipse Adayız” isimli film gündemde. Filmin sonunda aday adayı olan Kemal Bey (Ercan Kesal), bir tekstil atölyesinde karşılaştığı eski bir bakana “Eğer kazanmak istiyorlarsa beni aday göstermek zorundalar.” diyor. Eski bakan ise “Ya kazanmak istemiyorlarsa?” diye karşılık veriyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? Türkiye’nin makûs muhalefetsizliğini, güncel politika ekseninde konuşmaya ilerleyen haftalarda devam edeceğiz.