Serap Durusoy
Maceraya sürüklenen ekonomimiz
Türkiye ekonomisi uzun bir süredir temeli olmayan bir düşünceye teslim. Farklı bir ekonomik paradigma çerçevesinde para politikası izleniyor. 2001 yılında güçlü ekonomiye geçiş programı ile benimsenen enflasyon hedeflemesinin yerini faiz hedeflemesi aldı. Bir de bunlara MB’nin operasyonel bağımsızlığındaki aşınma da eklenince ekonominin dinamikleri başka bir yöne doğru evrildi. Aslında MB’nin itibar kaybı 2018 yılında başkanlık sistemine geçilmesi ile oldu. Başkanın görev süresinin dört yıl ile sınırlandırılması ve başkanın görevden alınması yetkisinin partili cumhurbaşkanına geçmesi ile MB politize oldu.
MB Başkanı Kavcıoğlu göreve geldiğinden beri sıkı duruşun devam edeceği, enflasyonun üzerinde bir faiz politikası uygulanacağı ve enflasyonun odaklarında olduğunu dillendirse de siyasi otoritenin baskısı karşısında pasif direnişini sürdüremedi. Nitekim faiz kararında referans olarak manşet enflasyonun yerini çekirdek enflasyonun alması yüksek faiz politikasından vazgeçilmesine zemin hazırladı. İlk olarak eylül ayında politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 19’dan yüzde 18’e indirilmesine karar verildi. Ardından ekim ayında majör bir değişiklikle politika faizi 200 baz puan düşürüldü. Atılan bu adımla yüksek döviz kuru sayesinde faiz artırılmadan iç talep baskılanarak ithalatın kısıtlanması ve ihracatın artırılması yani cari fazlanın devamlılığının hedeflendiği belirtildi. Aslında TL’ye değer kaybettiren bu karar ekonomi politikasında büyümenin önceliklendirildiği gerçeğini ortaya koydu. Ancak faiz indiriminin kurları artırması enflasyonu da tetikleyerek uzun vadeli faizlerin de artmasına neden oldu.
Buna rağmen iki aydır cari işlemlerin fazla vermesi “düşük faiz politikası arzulanan sonucu doğuruyor” düşüncesine ek olarak Cumhurbaşkanı’nın AK Parti grup toplantısında “Milleti faize ezdirmeyeceğiz ve faiz belasını milletin sırtından kaldıracağız” açıklaması ile geçen haftaki PPK toplantısından politika faizinde 100 baz puanlık faiz indirim kararı çıktı. Bu kararın ardından daha önceki kararda olduğu gibi zorunlu karşılıklardaki faiz indirimi ve kamu bankalarının özellikle inşaat sektörüne yönelik kredi faizlerini indirmeleri kapsayıcı olmayan bir para politikası olarak yorumlanabilir. Fakat burada daha önemli olan sorun, politika faizindeki indirime rağmen uzun dönemli piyasa faizlerinde bir indirimin gerçekleşememesinin yatırımcı, iş insanı ve sanayicilerin faiz düşüşünden yararlanamamasına yol açması.
Tüm bunlar yaşanırken bu pazartesi günü Cumhurbaşkanı’nın yaptığı konuşmanın ardından kurlarda önlenemez bir fiyatlamanın gerçekleşmesi ekonomik dengeleri alt üst etti. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı, Başkan Kavcıoğlu ile salı günü gerçekleştirdiği toplantının ardından MB’den açıklama geldi. Açıklama ile aslında MB’nin uyguladığı politikanın neden olduğu sorunu çözmek için sözlü yönlendirme yapılmaya çalışıldı. Başkan döviz piyasalarında sağlıksız fiyat oluşumunun gerçekleştiğini ancak buna rağmen kur hedefinin olmadığını ve döviz kurunun serbest piyasa dinamiklerince arz ve talep koşullarına bağlı olarak belirlenmesine devam edileceğini de belirtti. Bu açıklamanın şirket ve firmaların olası zararlara karşı uyarılması için yapıldığı vurgulandı. Kurlardaki yükselişin dün itibariyle ivmesini aşağıya döndürmesi piyasanın bu konuşmadan etkilendiğini gösterdi.
“Bundan sonraki süreçte MB’den bir aksiyon gelir mi?” sorusuna yanıt arayacak olursak faiz artışını beklemek hayalcilik olur. Çünkü verilen siyasi mesajlar bu yönde değil. Ancak kurlardaki sağlıksız fiyat artışlarının önüne geçmek için döviz rezervlerinin yetersizliğinden dolayı geçmişteki gibi parasal varlıklar kullanılarak da bir müdahalede bulunma imkanı söz konusu değil. Geriye daha önceki yıllarda uygulanan “geç likidite penceresi” ve “faiz koridoru” politikasına geri dönmek kalıyor. Bunun da para politikasındaki sadeleşmeyi ortadan kaldırarak kamuoyunda kafa karışıklığına yol açma ihtimali yüksek. Bu durumda yapılması gereken faizleri düşürmek yerine risklerin düşürülmesi. Çünkü reel sektör faiz düşüşünden yararlanamadığı gibi döviz borçları da söz konusu. Ayrıca MB’nin siyasi otoritenin söylediğinden öte piyasaların içsel dinamiklerinin gerektirdiği politikaları uygulaması önem taşıyor.
Global tarafta ise Biden’in FED başkanlığı için Powell’i aday göstermesi ve bu ismin enflasyonla mücadelede şahin bir kişi olması önümüzdeki dönemde varlık alımlarını hızlandırarak kurların yönünün yukarıya dönmesinde etkili olabilir. Ki bu da ülkemizdeki ekonomik aktörlerin yüksek enflasyon karşısında geliştirdikleri koruma refleksi olan dolarizasyonu daha da güçlendirecektir. Öte yandan Avrupa’da korona vaka sayısındaki artış ve kapanmaların tekrar gündeme gelmesinin ülkemizin cari fazlasına gölge düşürmesi de söz konusu. Çünkü Türkiye’nin ihracatı Avrupa’nın performansına bağlı. Hal böyle iken Avrupa’nın büyüyememesi karşısında TL’nin değer kaybı da cari fazla yaratmada faydalı olamayacak. Bu bağlamda yapılması gereken enflasyonun önceliklendirilmesi ve kur geçişkenliğinin enflasyon üzerinde yarattığı baskının kabul edilerek piyasa faizinin düşürülebilmesi önem taşıyor.