Aytuna Tosunoglu
KURGUDA DÜZELTİRİZ
Filmin ilk sahnesi şöyle başlar. Pipıls ripablik of çayna isimli bir yerdeyiz. Günün ilk ışıkları sokakta süzülmektedir. Resmi olduğu anlaşılan bir binaya, sırtında sırt çantasıyla genç bir eleman boynundaki manyetik kartı okutarak giriş yapar. Uykusuzdur. Nereden anlarız? Çalıştığı mekâna doğru giderken bir iki sarsakça hareket yapar, oradan anlarız. Mekâna geldiğinde ondan başka kimsenin olmadığını görür, esner. İş kıyafetlerini giyer. İşte o zaman burasının bir tür laboratuvar olduğunu görürüz. Konuya derinlik vermek için cam mekanların ardından tıs fıs bibip şeklinde sesler çıkartan, hallice pilav tenceresini andıran, otomatik, metalik, kırmızı ve yeşil ışıklı göstergeli kaplar, kapaklar vesaire bir dizi gereç görürüz. Bizim eleman, akşamdan bıraktığı anlaşılan bir bilgi notunu giydiği tulumun verdiği hareket kısıtlılığıyla ve eldivenli elleriyle tutar, bakar. Sonra cam mekânın önüne gelip az önce gördüğümüz pilav tenceresinin üstünde yanıp sönen kırmızı renkli tuşa elinde tuttuğu uzaktan kumandayı doğrultarak basar. Işık sönmez. Bir kez daha kumandanın tuşuna dokunur. Yine tepki yok.
Bunun üzerine camlı mekâna girme zorunluluğu duyar. İşte olay buradan sonra başlıyor. Zaten uykusuz. Sen git, tencerenin kapağını aç, içerde uslu çocuklar gibi dizili minik renkli laboratuvar tüplerinden birinin tıpasından sızdırdığını görme. Yetmezmiş gibi yüzünü tencereye yaklaştır, iyi görmek için göz maskeni oynat, ne oldu? Hop, fıs tıs tencere buharıyla karışık tıpadan sızan şey (biz ona şimdilik şey diyelim, kurguda bakarız) gözüne, burun deliklerine dolar. Eleman tepkiyle, “Laaşi” der (Çince şit demek). Dikkati zaten dağınık, bir de sinirlendi şimdi. İşini yalapşap bitirip, camlı mekândan çıkar. Dezenfektan odasında yüzünü yıkar ama nafile. Suratına fıslayan o şey çoktan gözünden ve burun deliklerinden içeriye girmiştir.
Sonra olaylar birbirini izler, bizim eleman iki ay içinde ölür, laboratuvar kapatılır. “Şey” çoktan dünyaya yayılır. Birinci yayılma aracı uçaklar olur. Hatta “şey” uçakların havalandırma filtrelerinin üzerinde kendi cumhuriyetini kurar. Yayılmacı politikalarını fikir birliği içinde tartışır. Ardından havaalanı bekleme salonları, tuvaletleri, derken otobüs terminalleri, onların tuvaletleri, otobüslerin içi, derken toplu taşımalar, AVM’ler…
Hal böyle olunca, tuzu kurulardan oluşan bir grup insan durum değerlendirmesi yapar. Aralarında görüntülü iletişim cihazlarıyla konuşurlar. Herkes kendi dilinde, “şit” der. “Sistemin devamlılığı”, der. “Sürdürülebilirlik”, der. Kapital, durumu kendi lehine çevirmenin yolunu on ikinci yüzyıldan beri bulmaktadır. O zaman tüm tuzu kurular hep bir ağızdan haykırır, “Yeni normal!!!”
Ben yukarıdaki senaryoyu yazarken eğlendim. Umarım, okurken siz de.
Virüsün bir laboratuvardan kaza yoluyla yayıldığı düşüncesindeyim. Çin hükümeti, başı belaya girmesin diye ara konak, hayvan pazarı vs gibi senaryolar üretti ve uyguladı. Bizde olsaydı, aynısını yapardık. Virüs yaşlı nüfusta açık ara ölümlere yol açıyor. Yeni normal kavramını oturtmaya çalışan kafalar, önümüzdeki on yıllarda yaşlı nüfus fazlalığını(!) bu virüsün temizleyeceği(!) üzerine oyun kuruyorlar. Sigorta ödemelerinden, emekli maaşlarından nasıl bir kara geçecekleri hakkında fikri olan var mı… Dünyanın toplam nüfusunun ve yakın gelecekteki nüfus tahminlerinin büyüklüğü kaynakların yetmeyeceğini çoktan gösteriyor. Hatta ve hatta yaşı şimdi ellilerinde olanlar dahi su kaynaklarının yetersiz hale geleceğini tecrübe edecek.
Peki, o zaman neyi bekliyoruz? Anadolu’dan, Balkanlardan, Kafkaslardan, Mezopotamya’dan gelme bir toplumuz biz. Aristokratlarımız, seçkinlerimiz yok, bizim. Kökenimiz çiftçilik ve hayvancılık. Kent yaşamını hava filtrelerine takılı virüslere terk edip, köylerimize dönme vakti çoktan geldi. Alışkanlıklarımızı kırma zamanı… Köye dönelim, denetlenebilir yerel yönetimler geliştirelim. Kooperatifleşelim. Hayatı basitleştirelim. Yeni normal içinde yer alan oyunlara, oyuncaklara alet olmayalım.
Bu yazının ilk kısmını senaryo olarak alabilirsiniz ya da beğenmiyorsanız ikinci kısmını senaryo olarak alın. İlk kısmındaki senaryonun sonunda beyaz adam ya da beyaz kadın tüm kötülükleri yenerek nurlu ufuklara doğru ilerliyor. İkincisinde ise, “Bak bunu böyle hiç düşünmemiştim”, “Rahatsızlık verici ama elde olanla ne hale geldiğimizi gördük” deme imkânı var. İkincisinde film bitmiyor, yeni başlıyor.
Hayat karmaşık bir şey değil.