Serap Durusoy
Kur şoku ile cari fazla yaratma ısrarı
Ülkemizde eylül ayından beri iddiaya teslim olan para politikası uygulanıyor. Çünkü faiz tartışmaları MB’yi aşarak siyasal bir boyut kazandı. Eylül ayında politika faiz oranının yüzde 19’dan yüzde 18’e indirilmesinin ardından ekim ayında da majör bir değişiklikle politika faizi 200 baz puan düşürüldü. Atılan bu adımla yüksek döviz kuru sayesinde faiz artırılmadan iç talep baskılanarak ithalatın kısıtlanması ve ihracatın artırılması yani cari fazlanın devamlılığının hedeflendiği belirtildi.
Aslında TL’ye değer kaybettiren bu karar ekonomi politikasında büyümenin önceliklendirildiği gerçeğini de ortaya koydu. Kasım ayından önceki iki ay cari işlemlerin fazla vermesi “Düşük faiz politikası arzulanan sonucu doğuruyor” düşüncesine ek olarak Cumhurbaşkanı’nın AK Parti grup toplantısında “Milleti faize ezdirmeyeceğiz ve faiz belasını milletin sırtından kaldıracağız” açıklaması ile kasım ayındaki PPK toplantısından da politika faizinde 100 baz puanlık indirim kararı çıktı. Ancak 22 Kasım’da Cumhurbaşkanı’nın yaptığı konuşmanın ardından kurlarda önlenemez bir fiyatlamanın gerçekleşmesi ekonomik dengeleri alt üst etti.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı’nın Başkan Kavcıoğlu ile 23 Kasım Salı günü gerçekleştirdiği toplantının ardından MB’den açıklama geldi. Aslında açıklama ile MB’nin uyguladığı politikanın yol açtığı sorunu çözmek için sözlü yönlendirme yapılmaya çalışıldı. Başkan döviz piyasalarında sağlıksız fiyat oluşumunun gerçekleştiğini ancak buna rağmen kur hedeflerinin olmadığını ve döviz kurunun serbest piyasa dinamiklerince arz ve talep koşullarına bağlı olarak belirlenmesine devam edileceğini belirtti. Bu söylemler MB’nin bir aksiyon yapma beklentisini ortadan kaldırmıştı. Ancak kasım ayında TL’nin dolar karşısında yüzde 40 kayıp yaşamasının ardından MB 7 yıl sonra kur yükselişini baskılamak için rezervleri kullanarak müdahalede bulundu. İlk müdahaleyle ateşi söndürülemeyen kura ikinci kez müdahale yapıldı. Her iki müdahalenin de döviz kuru 13,80 geçince yapılması;
Belirlenen hedef 14 TL mi?
Faiz indirimi için üst sınır bu mu?
Müdahaleler kur için mi, yoksa dış ödemelerle ilgili sıkışılan noktada likidite sağlamak için mi yapılıyor ?
sorularını çoğalttı.
Bu müdahalelerin devam edip etmeyeceğini elbette ki alım reaksiyonu, rezerv yeterliliği ve müdahalelerin etkisinin kalıcı olup olmayacağı belirleyecek. Ancak 1 Aralık itibariyle toplam mevduatların yüzde 63.2’sinin yabancı paradan oluşması alım reaksiyonunun hâlâ devam ettiğini gösteriyor. Ayrıca swap hariç net rezervlerimizin - 36.2 milyar dolar olduğu ve yabancıların Türk bankaları ile yaptıkları swap miktarının son üç ayda 8.7 milyar dolar azaldığı göz önüne alındığında doğrudan satış şeklindeki müdahalenin sürdürülebilirliği de zor görünüyor. Her ne kadar körfez ülkeleri ile daha önce yapılan swap anlaşmaları uzatılsa da aslında bu tür anlaşmalara bağlı döviz rezervi kompozisyonlarındaki büyüme, yatırımcılar için çok olumlu bir gelişme değil.
Diğer yandan geçen hafta açıklanan büyüme ve enflasyon rakamları da önümüzdeki dönemi analiz etmek açısından önemli sinyaller verdi. Resmi rakamlar her ne kadar 3. çeyrekte yüzde 7.4 oranında bir büyüme gerçekleştiğini söylese de büyümenin kompozisyonu endişe verici. Zira büyümeye en büyük katkının 6.8 ile net ihracattan ve 5.4 puanlık katkı ile iç tüketimden gelmesi bu büyümenin sürdürülebilirliğini tehlikeye atıyor. Çünkü TÜİK tarafından kasım ayına ilişkin enflasyon rakamları TÜFE yüzde 21.31, ÜFE yüzde 54.62 ve çekirdek enflasyon yüzde 17.62 olarak açıklansa da hane halkının hissettiği enflasyonun ÜFE ile paralellik göstermesi alım gücünü azaltarak iç tüketimin sürdürülebilirliğini engelliyor.
Ayrıca hane halkının enflasyon beklentisi tüketimin öne çekilmesine de neden oldu. Bu da önümüzdeki dönemde hem enflasyonun hem de kurlardaki yükselişe bağlı olarak TL’nin değer kaybını yükselterek iç tüketimin azalmasına yol açacak. Diğer yandan dış riskleri de kontrol altına alma şansımız yok. Özellikle Avrupa’da varyanta bağlı olarak korona sayısındaki artış ve kapanmaların tekrar gündeme gelmesi ihtimali cari fazla oluşumuna gölge düşürebilir. Çünkü Türkiye’nin ihracatı Avrupa’nın performansına bağlı. Hal böyle iken Avrupa’nın büyüyememesi karşısında TL’nin değer kaybı dahi dış talebin devamlılığını sağlayamayacak. Bu bağlamda kur şoku ile cari fazla yaratma ısrarı, rezervleri eritmek dışında faiz indirimi nedeniyle enflasyonu da yükseltmekten başka bir işe yaramıyor.
Bunun için yapılması gereken 535’e ulaşan CDS primimiz göz önüne alındığında iç ve dış yatırımcının yatırım pozisyonu alması ve yatırım iştahını artırabilmek için faizleri düşürmek yerine riskleri düşürmek, siyasi iradenin değil piyasanın gerektirdiği politikaları uygulamak, beklentileri normalize etmek ve ekonominin bir bütün olduğu ve dinamiklerin birbirini desteklediği göz önüne alınarak bütüncül bir ekonomi yönetimi yürütmek önem taşıyor.
Bir yandan faizleri düşürüp diğer yandan da kura müdahale ederek birbiriyle çelişen politikalar uygulamak yerine büyümeyi tamamlayıcı politikalar izlenmeli. Ancak tüm bunlara rağmen Cumhurbaşkanı’nın “Düşük faiz politikası ile kuru da enflasyonu da aşağı çekeceğiz” dediği dünkü açıklaması, kur etkisi ile canlanma beklentisinde hâlâ ısrarcı olunduğu dikkate alındığında bunun doğurduğu ve doğuracağı olası sonuçlara karşı bir programın çizilmemiş olması sorun yumağını daha da büyütecek.