Kibele’nin ağacı

Noel deyince pek çoğumuzun aklına Hıristiyanlığın en önemli kutlamalarından biri ve bu bayramda merkeze yerleştirilen Noel ağacı ve hediye dağıtan kırmızı kostümlü tonton bir figür olan Noel Baba gelir. Tüm bu ritüellerin ve geleneklerin binlerce yıl geriye gittiğini bilmeden, Noel ağacının başlangıç noktasını daha kuzeylerde ararken bambaşka gerçekler çıkabilir karşınıza. Anadolu’nun ‘Her şeyin anası’ Kibele ve yılbaşı çamı gibi…

Bu hikayeler Odin ve diğer arkadaşlarına daha uygundur sanki. Noel Baba ise Pataralı bir aziz olmaktan çok, kırmızı kostümü ve bembeyaz sakalıyla bir meşrubat firmasının reklam yüzü olarak zihinlerimize kazınmıştır. Bu karlı kuzey sembollerinin ve mitlerin elbet, tarihte bir karşılığı vardır ama kökenlerine indiğimizde yine Anadolu ve Mezopotamya’da buluruz kendimizi. Bu yıl sonu mevsiminde sizleri pagan çağlara götürüp Anadolu’nun yegane ana tanrıçası olan Kibele’den ve kültünden bahsedeceğim.

TEHLİKELİ BAĞLANTILAR!

Kibele’nin kökenini M.Ö. 6000’lerdeki geniş kalçalı, büyük memeli ana tanrıça olduğunu düşündüğümüz heykelcik ve resimlerle ilişkilendirmek, ne neolitik ne de paleolitik dönemin arkeolog ve antropologlarının işine gelmez.

Elbet bazı benzerlikler, tekerrür eden doğurganlık ve doğa-ana sembolleri vardır ama arada binlerce yıl ve kilometre olunca bu tür bir ilişki kurmak tehlikelidir. Frigyalıların ana tanrıçası Hitit ve Hurrilerin Hubaba’sıyla da ilişkilendirenler olsa da bu paralel de tartışmalıdır.

Frigyalılara geldiğimizde artık Kibele gerçek anlamda bir ana tanrıçadır ve onun etrafında dönen kült merkezleri kurulmuştur.

Bugün mit dediğimiz ilk dinlerde karşımıza çıkan bu ilaheye Yunanlılar “magna mater” ya da ‘‘her şeyin anası’’ derler ve ihtimal yüksek ki antik Yunanlıların ilk tanrıçalarından toprak ana Gaia’nın, Rhea’nın ve daha sonraları avcı bakire Artemis’in de prototipidir. Kibele’ye dair pek güzel edebiyat yapabiliriz ama yeni yıl arifesinde bizi ilgilendiren onun Attis’le ilişkisi.

TANRILARIN BİLE ÇEKİNDİĞİ ÇİFT CİNSİYETLİ AGDİSTİS

Destanlara ilham vermiş bir aşk olan Kibele ve Attis ilişkisinin günümüzde Kütahya’daki Murat Dağı’nın eteklerinde M.Ö. 1250 civarında doğduğu düşünülmektedir. Dağın kendisi zaten eski çağlarda Kibele’nin ta kendisini temsil edermiş.

Pek çok antik ve Romalı yazar onların aşklarına dair mürekkep dökmüştür.

Hikâyenin en tanıdık olan ünlü gezgin Pausanias versiyonuna göre bir zamanlar Agdistis isimli çift cinsiyetli bir varlık varmış. Tanrılar Agdistis’in gücünden çekinirmiş. Malumunuz, tanrılar ve insanların münasebetleri tehlikelidir, burada da olan Agdistis’e olur ve tanrılar yüzünden kendini yanlışlıkla hadım eder. Kendisinden akan kanların döküldüğü yerde bir badem ağacı biter. Sakarya Nehri’nde su perisi olan Sagaratis ağacın bademlerini görüp bir tanesini göğsünün arasına koyunca hamile kalır.

whatsapp-image-2024-12-27-at-18-44-53.jpeg

HER DEM YEŞİL KALAN ÇAM AĞACININ HİKAYESİ

Bademle olan birlikteliğinden dolayı Attis adlı çocuk doğar fakat annesi onu çok geçmeden terk edip nehrine dönünce bebeğe erkek bir keçi bakar.

Oğlan öyle güzel bir şeye dönüşür ki Kibele ona aşık olur. Fakat ya Midas ya da başka bir kral bu yakışıklıyı kaptırmak istemeyip kızıyla evlendirmeye kalkar.

Prenses ve Attis tam evleneceklerken tanrıça Kibele tüm ışığı ve ihtişamıyla önlerinde belirir- bu muhteşem sahne Attis’i çıldırtır ve o da tıpkı çift cinsiyetli anası gibi penisini keser, kestiği yerde kanamadan ölürken kan damlalarından menekşeler ve bir çam ağacı belirir. Oğlunu terk etmiş annesi Zeus’a yalvarır ki Attis ölümsüz olsun. Böylece her dem yeşil kalabilen çam ağacı doğmuş olur.

AĞACA SÜS ASMA GELENEĞİ

Bazı mitlerdeyse Kibele aşık olduğu adamın ölmesine o kadar üzülmüştür ki çam ağacına parçalarını asıp onu hayata getirmeye çalışır. Bu da Martin Luther’in ilk kez bir kış gecesi dışarıda gördüğü yıldızların altında ışıldayan ağaçlardan ilham alıp evinde bir ağacı süslemesinden binlerce yıl önce başlamış “ağaca bir şeyler asma” geleneğinin başlangıcıdır diyebiliriz.

Işıklara öykünülerek bağlanan Luther’in mumlarının yerine asılan Attis’in parçalarıdır, bu da yeniden doğması istenilen bir insanın ölümsüzleşme mitidir...

Parçaları veya ölüsü toplanan ve yeniden doğan ilah imgesini Osiris ve Attis’ten sonra İsa’da da görürüz. Ortak noktaları yılın en uzun gecesi olan Yelda gecesinden sonra kışın bitmeye başladığı bir bahara merhaba niteliğinde yeniden doğmanın başlangıcıdır aslında.

MİTRAS VE HZ. İSA

Attis ve Osiris’ten sonra karşımıza çıkan Pers diyarının tanrısı Mitras’ta da yeniden doğma teması karşımıza çıkar.

Kimi teologlara göre İsa’dan 400 yıl önce yaşamış olan Mitras da İsa’nın modelidir.

Yüzyıllar boyunca Roma’da da tapınılan Mitras kültüne dair internette araştırma yaptığınızda (post-truth çağında hiçbir şeye güvenilmiyor azizim!), Mitras’ın annesinin de bakire olduğunu, 25 Aralık’ta bir mağarada doğduğu ve çobanlar tarafından büyütüldüğü, 12 tane havarisinin bulunduğu, pek çok mucize gerçekleştirdiği ve ona inananlara ölümsüzlüğü vaat ettiği, ona ibadet edenler tarafından ona “iyi çoban” olarak hitabet edildiği söylenir.

Bu benzerliklerin bazıları doğrudur.

Mitras’ın doğum günü gerçekten de 25 Aralık’tadır fakat bir bakireden değil kayadan doğar. 12 havarisi olduğu meselesine gelince, büyük ihtimalle, duvar resimlerinde 12 tane gezegenle resmedildiği için böyle bir benzetme Hıristiyanlık sonrası döneminde kurulmuş olabilir.

Bu arada o dönemlerde Pluton gibi gezegenler keşfedilmediği için Güneş ve Ay bu 12’ye dahildi (Not: Evet ben hala Pluton’u gezegen kabul etmek isteyenlerdenim!). Mucizeler gerçekleştirdiği ve ölümsüzlük vaat etmesi de çoğu dini/mitolojik varlıkta olduğu üzere, olası. Ama benzerlikleri bundan ibaret.

DİPSİZ BİR KUYU

Görüldüğü üzere mitoloji ve dinler tarihi dipsiz bir kuyudur ve bağlantılar çoklu ve çetrefillidir.

Tek bir doğru hiç yoktur.

Noel ağacının kökeni olsun, Noel Baba’nın kostümü olsun bazı sorulardan hiç çıkamazsınız… Bir de mesela Dionysia ve Liberalia ayinlerine girip Kibele/Attis ilişkisi kurayım dediniz mi, bazen hiç beklemediğiniz cevaplarla karşılaşabilirsiniz ya da daha çok soruyla.

Yüzeylerde takılırsanız sorun değil, o da bazen gerekli. Lime lime edilmiş bir adamın mitinde aileyi bir araya getiren bir ritüelin çıkması hoş tabii. Ama geçmişin izlerini sürünce en masum alışkanlıkların bile ne kadar kanlı olabileceğiyle karşılaşabiliyoruz.

2024 nasıl geçti anlamadık, umarım 2025 hepimiz için güzelliklerini getirir. Herkese saadet ve sükût dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi